Dolar 34,5055
Euro 36,4583
Altın 2.955,93
BİST 9.084,29
Adana Adıyaman Afyon Ağrı Aksaray Amasya Ankara Antalya Ardahan Artvin Aydın Balıkesir Bartın Batman Bayburt Bilecik Bingöl Bitlis Bolu Burdur Bursa Çanakkale Çankırı Çorum Denizli Diyarbakır Düzce Edirne Elazığ Erzincan Erzurum Eskişehir Gaziantep Giresun Gümüşhane Hakkari Hatay Iğdır Isparta İstanbul İzmir K.Maraş Karabük Karaman Kars Kastamonu Kayseri Kırıkkale Kırklareli Kırşehir Kilis Kocaeli Konya Kütahya Malatya Manisa Mardin Mersin Muğla Muş Nevşehir Niğde Ordu Osmaniye Rize Sakarya Samsun Siirt Sinop Sivas Şanlıurfa Şırnak Tekirdağ Tokat Trabzon Tunceli Uşak Van Yalova Yozgat Zonguldak
Hatay 18 °C
Az Bulutlu

Kaya Suyu | Hüseyin Evcil

17.01.2021
2.944
A+
A-
Kaya Suyu | Hüseyin Evcil

Kolayca anlaşılacağı üzere, başlığı, mecaz anlam oluşturması amacıyla buldum.

Yalnızca üzerinde yaşadığımız dünyada değil, uzayın her noktasında, tüm gök cisimlerinde, kayadan kaynaklanan şeyler düşündürücüdür ve kalıcıdır.

Bazılarının sızdırdığı, damlattığı SAF sular bir yana, her kaya, tarih boyunca, kendiliğinden direnç ve duruş simgesi olmuştur.

Deneme, roman gibi edebi sunumlarda, kayalardan, sulardan, tufanlardan çok değişik, çok ilginç çıkarımlar yapılabilir.

İmgeler ise, yazarların özgün çıkarımlarıdır diyebiliriz. Özellikle şiirlerde sık rastlıyoruz.

Yaşantımızı, rotamızı belirleyen her şeyin suyu, hamuru, temel maddesi mutlaka araştırılmalı, bilinmeli, paylaşılmalı.

Muhatap olduğumuz o kadar çok su türü var ki : Göl suyu, nehir suyu, deniz suyu, yağmur suyu, kuyu suyu, değirmen suyu, meyve suyu, peynir suyu.

Zamanın büyük hızla aktığı gerçeği ortada (gözlerimizin önünde) duruyor. Kurulu sistemin en keskin gerçeği, en çıplak gerçeği belki budur.

Koskoca 2020 yılı bitti. Geride bıraktık. Anılarda, belgelerde kaldı. Bu arada, 2021 ’in Ocak ayının da birinci haftası bitti. Biten bitene.

Şu inkar edilemez : İnsan, yenilgisini, dolayısıyla teslimiyetini, akışını durduramadığı zaman karşısında yaşıyor. Aslında bütün varlıklar için sahnedeki yenilgilerin ardı arkası kesilmiyor.

Örneğin : Genetik olsun ya da dışarıdan gelip, bulaşan olsun, sürpriz biçimde gündeme giren bir sağlık problemi, bir hastalık, o varlığa diz çöktürüyor ve yenilgiyi yaşatıyor.

Sanırım ilerleyen yaşımın etkisi ile : Düşündüğüm, sonucundan korktuğum çok şey var.

Toplumun genel mutsuzluğu konusunda, daha ne kadar gözü açık uyumaya ve rüyalar görmeye devam edeceğimizi de merak ediyorum. Merak etmeyi sürdüreceğim.

Uyanma, görme, haykırma, zincirleri koparma zamanları geçmek üzere. Geçiyorlar maalesef.

Öyle şeyler oluyor ki, akıllara zarar. İnsanlar aciz kalabiliyor. Kuruluşlar aciz kalabiliyor. Devletler aciz kalabiliyor.

Peki, bugün (şimdi) uyanabilirsek, bir parça kendimize gelebilirsek :

1 – Bulabildiğimiz büyütücü aynada, kendi buğulu görüntümüzün üzerine küçük bir LAMBA tutabilecek miyiz ? Görüntümüz netleşecek mi ?

2 – Gerçekte ne durumda olduğumuzun açık ve kesin bilgileriyle buluşabilecek miyiz ?

3 – Bizim açımızdan, bu uyanış, gerçek bir uyanış mı olacak, yoksa farklı bir uykunun başlangıcı mı olacak ?

Oturup, düşünmeliyiz :

1 – Yaşamımızın anlamı, değeri, geleceği nedir ?

2 – Yaşamımız, Üst Akıl tarafından ne duruma getirilmiştir ?

Kökleşen kalıplara (insan eliyle programlanan şeyleri kastediyorum), günümüze kadar gelen ezberlere, kopyalara, onların içinden değil, uzağından (kendi dürbünümüzle) bakabilmeyi, onları sağlıklı yorumlayabilmeyi başardığımızda bir ölçüde uyanmış olacağız. Bir ölçüde …

Uyanmak, sanıldığı gibi basit bir iş değil, yani çıtadan, hendekten atlama, sıçrama eylemi değil. Keşke bu iş, kolay olsaydı. Herkes uyanırdı, görürdü, elinden geldiğince kemirgenlere ve sömürgenlere karşı tavır geliştirirdi.

Uyanmak : Sarsılmayan azim ve özel çalışma gerektiren işlerin başında geliyor. Uyanabilmek …

Uyanmış, aydın, demokrat, hümanist safında, sınıfında yer almak için, bazı savaşların kazanılması, böylece deneyimler ve birikimler edinilmesi zorunluluğu var.

Dünya genelinde, adeta damdan düşürülür gibi, ardı ardına gerçekleştirilen son olayların rengi, dozu ve hissettirdiği şeyler acaba ne anlama geliyor ? Olayları çıkaranların amacı ne olabilir ? Hangi kapılar kapanacak, hangi kapılar açılacak ?

Planlı ve zorunlu dönüşümlerin farkında olamayacak kadar hareketsiz ve tepkisiz duran (tamamen duygusuz) varlıklar bile ilginç biçimde uyarılmakta, zorlanmakta. Konumları sorgulanmakta.

Belki de doğadaki her şey, dünya şeytanları tarafından yumuşak darbelere maruz bırakılmakta. Taktiksel hareketlilik …

Giderek sertleşen baskıların, yoğunlukların, dünyayı nereye sürükleyeceği bilinmiyor.

Medyanın insanları doğru aydınlatması, doğru bilgilendirmesi gibi, sorumluluk bilinci ile yürütüldüğünü düşündüğümüz işlerin çoğu maalesef vicdani ilkelere aykırı ve taraflı yürütülmekte.

Çünkü, Türkiye ’de medya özgür ve samimi değil.

Karar vericiler (eğer isterlerse), birkaç dakika içinde, birçok cephede, yeni bir Dünya Savaşı ’nı başlatabilirler. Yaklaşık 40 yıl öncesinden başlatılmış, bazı taşeronları değiştirilerek, bazı taşeronları dopinglenerek devam ettirilen gizli bir savaş var zaten. Rant savaşları. Pasta paylaşım savaşları.

Bu arada, öz varlığımızı, gerçek konumumuzu düşünürsek :

1 – Merdivenin en üst basamağına kadar ulaşmak bize bağlı.

2 – Ruhumuzu yüceltmek ya da işkencelere sokmak bize bağlı.

3 – Güzellik, iyilik, kötülük, çirkinlik zeminlerinde konaklamak ve oralarda mesailer yapmak bize bağlı.

4 – Yükselişler, alçalışlar, kazançlar, kayıplar, iflaslar bize bağlı.

5 – Yaşam çizgimize, yaşam tarzımıza gerçekçi bakmak ya da hiç bakmamak bize bağlı.

6 – Eğilimlerimizi acımasızca sorgulamak ya da ustaca kandırmak bize bağlı.

Direkt bağlandığımız somut ve soyut şeylerin sayıca çokluğu dikkat çekici. Tırmalayıcı da olabilirler. Süründürücü de olabilirler. Bize bağlı …

Demek istediğim : Yönelimlerimizin sonucunda kendimize karşı dost olabiliyoruz ya da düşman olabiliyoruz.

Bağlantılardan söz açılmışken, en çarpıcı konu şudur bana göre : Yaşamımızın ne kadarını kendimiz yönetiyoruz, ne kadarını uyuşturulmuş, yönlendirilmiş pozisyonlarda geçiriyoruz ? Bunları araştırmak, bilmek durumundayız.

Çünkü, birileri, sürekli, kendi düşüncelerini (kendi doğrularını) dayatıyor, bizlerin özgün düşüncelerini parçalamaya çalışıyor, parçalayabildiklerini gömmeye çalışıyor.

Peki, o birileri, umutlarımızı da, ruhlarımızı da parçalamayı, dağıtmayı başardığında akıbetimiz, sonumuz ne olur ? Sırf bu nedenden dolayı günün akıntılarından, günün dayatmalarından, günün Ortaçağ etiketli kargolarından acilen sıyrılmalıyız. Sıyrılamıyoruz.

Modern hurafeler, her yerde cirit atıyorlar.

Televizyonun ve internetin cazibeli tuzaklarına düşmemeliyiz, düne göre bugün çok daha dikkatli olmalıyız.

Kafalarımıza öteden beri ekilen yabancı tohumlara : Yeter, dur, istemiyorum demeliyiz. Artık birilerine tohum ektirmemeliyiz.

Araç trafiği gibi, tohum trafiği mağduruyuz hepimiz.

Zehirli tohumlara inanıyoruz, güveniyoruz hep. Neden ? Nedenini kendimize sorabiliriz.

Dünyanın en tehlikeli tohum ekicileri, pazarlamacıları : Televizyon kanallarıdır ve o kanallara özel programlar sıkıştıran etki (algı) ajanlarıdır.

İnsan, ilerleyen yaşı ile birlikte, olgunlaşmayı başarabilirse, egolarını yontmayı başarabilirse, anlıyor ki : Dünya üzerinde hiçbir varlık kalıcı değil ve varlıkların ifadeleri, eylemleri, üretimleri kayıt altına alınmakta. Yani varlıklara dair detaylar, insan gözü ile görülmeyen, adresi bilinmeyen bir bilgisayarda depolanmakta.

Evrenin bütününün dev bir bilgisayar olabileceğini iddia edenlerin akla yatkın görüşleri bulunuyor. Ciddi görüşler … Okunabilir.

Sağlık, güvenlik, parasal zenginlik, makam, otorite gibi şeylerin tümü her an tersine dönebilir. Bunlar, jet uçağının, arkasında bıraktığı gri duman gibi ya da filmin sahnesi gibi hızla kaybolabilir şeyler. Öyleyse, gece gündüz, yatıp kalkıp, bunları hesaplamak, bunları özlemek, bunları bir saplantıya dönüştürmek, azla yetinmeyip, hep çoğu istemek, hem anlamsız, hem de riskli. İnsanın cahilliğinin, zayıflığının göstergesi.

Kimse, kendi zayıflığını kabul edemiyor. İşte bu da ayrı bir problem.

Hasar verici alışkanlıklarımızı keşfedip, onları yenmemiz ya da sıkı denetim altında tutmamız gerekiyor.

Hepimiz açısından en anlamlı, en üstün davranış : Karşılık beklemeden sevmek, karşılık beklemeden iyiliklerde bulunmak.

İnsan olmanın hakkını vermek. İnsan olarak ölmek …

Tanıştığımız asil duyguları incitmemeye, kırmamaya, kanatmamaya özen göstermeliyiz fakat gösterdiğimiz söylenemez.

Ne kadar aydın insan adayı, kültürlü insan adayı olursak olalım, ne kadar zekamızla ve iyi niyetimizle hareket edersek edelim : Karşımızda bulunan, ince ruhlu, inancı güçlü bir insanı, nelerin uykusuz bırakabileceğini, nelerin ona ölümden daha beter stresler yaşatabileceğini, nelerin nefes aldırabileceğini ve mutlu edebileceğini bilemeyebiliriz.

Asırlar boyunca, bilim adamlarının da, felsefecilerin de, sanatçıların da, üst düzey yöneticilerin de yanıldıkları, çuvalladıkları, tökezledikleri çok görülmüştür.

Öyleyse, bizim gibi hala bilgisizliğini aşamamış, kabalığını küçültememiş insanların, her hamleden önce defalarca düşünmesi, acımasızca yargılamalardan kesinlikle kaçınması gerekir.

Hazırlıksız yola çıkmak ya da yol güzergahında düşünmeden konuşmak, zamansız yorumlar yapmak bazı hoş olmayan sonuçlar doğurabilir.

Yolda yürüyen insan, yolunu önceden seçmiş (genellikle) insandır diyebiliriz.

Kimse, kimsenin duygu zeminlerini, inancını, yaşam felsefesini küçümsememeli, saygı duymalı. Yeter ki, yakınımızdaki, çevremizdeki o insan özgür olsun, kendini bilmiş olsun, hurafelere, sapıklıklara dalmamış olsun.

Kendimize dönelim (dönebilirsek). Kendimizi terazide tartalım (tartabilirsek) : Eksilerimiz artılarımızı götürüyor. Peki, bu iyi mi, normal mi ? Değil elbette.

Bir dostumuzla buluştuğumuzda açıkladığımız ya da kafamızın bir köşesinde özenle koruduğumuz düşünceler, bilgiler gerçekten kendimize ait midir, yoksa medya gruplarından kopyaladığımız şeyler midir ? Diğer konular gibi, bu konuda da kendi kendimize düşünüp, kesin bir kanıya varsak iyi olacak ama beceremiyoruz. Daha doğrusu, istemiyoruz. Yanaşmıyoruz.

İçine daldığımız mekanlarda bir yığın tutarsız / gereksiz / dayanaksız düşünceyi yaşatıyoruz, çoğaltıyoruz. Sürekli bunu yapıyoruz. Hakkımız var mı ? Aslında yok. Düşünce kirliliğine katkılarda bulunuyoruz.

Özgürce her şeyi düşünelim fakat düşüncelerimizi denetlemek, disipline sokmak, çok daha önemlisi, özü temiz ve yüce olmak koşuluyla, zihnimizi, Evrensel Ahlak İlkeleri paralelindeki hedeflere yönlendirmek zorundayız. Aksi takdirde ağır bir bedel ödeyebiliriz.

Düşüncelerin denetlenmesi, toparlanması demek, davranışların, üretimlerin, paylaşımların toparlanması demektir ki, insan olduğumuzun, bilinçli yol aldığımızın kanıtlarından biri budur.

Mantıklarımızla, davranışlarımızla hem günümüzü, hem de yarınımızı inşa ediyoruz.

Temelden çatıya. Büyük bir sorumluluk taşıyoruz.

Son dönemlerde, ciddi çözülmeler yaşadığımız malum. Çözülmeler, çatışmalar başlatabilecek kadar tehlikeli.

Sanki bir büyük depremden çıkmışlar gibi, onarılması gereken bir şeyler uzanıyor önümüzde, dibimizde. Peki, içeriği çürümüş o şeyler önümüzde daha ne kadar duracak ? Kaç yıl ? Uygar olmayan, ahlaklı ve erdemli olmayan araçlarla saygıdeğer projeler yürütülebilir mi ? Zor.

Önce, insanın aklının, bilincinin, düşüncesinin ince temizliği sağlanmalı. Güzel ve temiz düşünen insanların sayısı çoğalmalı. Bu, hayal değil, gerçekleştirilebilir bir şey.

Gerçekten çalışkan, bilinçli, fedakar insanların, toplumdaki bilgisizliği ve saygı / sevgi tükenişini mutlaka kontrol altına almalarını hep istiyoruz. Çünkü, sorumsuz gidişat ve kötü örnekler duyarlı insanları çok üzüyor. Konuşmuyorlar, yakınmıyorlar ama bir burukluk yaşıyorlar. Pencerelerinin perdelerini çekiyorlar.

Mantar gibi çoğalan, dört bir yana yayılan, olumsuz (yıkıcı) düşüncelere sahip bazı insanlar, masum insanların yaşamlarını karartıyorlar. Masum insanların zamanları, duyguları, umutları, varsa maddi birikimleri, dahası, yaşama sevinçleri dinamitleniyor, gasp ediliyor.

Seçilen yöneticilerin, ellerindeki yetkileri bütünüyle halkın lehinde kullanmaları, çarpıklıklara kalıcı çözümler bulmaları gerekiyor ama bir de bakıyorsunuz, yöneticilerin durumları (birçok ülkede aynı durum var) yönetilenlerden daha kritik olmuş. Ağırlıklarını kaybetmişler. Kimi yenik düşmüş, kimi icazet makamlarına defalarca gebe kalmış, kimi her şeye rağmen servetini, saltanatını, kariyerini, yakınlarını koruma derdinde.

Her ülkede aynı çaresizlik : Halkın oyalanmasını, ezilmesini önleyecek bir formül bulunamıyor.

Gün ola, harman ola.

Gereksiz işlerimiz, asıl işlerimizi, asıl görevlerimizi aksatıyor. Hepimizin boşlukları, zayıf noktaları çok ve hiç azalmıyorlar.

İyi niyetli girişimlerde olsun, hak elde etme kavgalarında olsun : Birilerinin doyumsuzluğunun galip geldiğini hep görüyoruz. Maalesef.

Akıl, mantık, vicdan taşıyan her vatandaş, şunları mutlaka merak etmeli, mutlaka araştırmalı : Hatalar neden tekrarlanır ? Her gelen yönetim, neden bir öncekinin boşluklarını, yanılgılarını, dahası, kuyruklu yalanlarını tekrarlar ? Bütün bunların, günün koşulları gereği gerçekleştiği bahanesine, gerekçesine neden topluca inanılır ? Dış bağlantılı titreşimlerin uzağında kalınamamasının eleştirisi, tartışması neden yapılamaz ?

1 – Aydınlar, sanatçılar, yazarlar, profesörler, vatanseverler neden belirli dogmaların savunucusu ya da kölesi olurlar ?

2 – Kısır döngüleri hep yaşamak zorunda mıyız ?

3 – Hangi tüneller gerçek kurtuluşa açılıyor ?

4 – Hangi yöneticiler, gerçekten adaleti savunur ve gerçekten vatanseverdir (dünya genelinde) ?

Bir diğer olumsuz alışkanlığımız : Toplum olarak, bilim ağırlıklı uyarıları önemsemiyoruz. Saygıyla dinlemeyi, sağlıklı algılamayı zaten önemsemiyoruz.

Layıkıyla duymuş, anlamış olsak, kendimize, çocuklarımıza bazı yararlı dersler çıkarabiliriz.

Duyan, dinleyen, anlayan insanlar azalıyor, güce tapınan insanlar çoğalıyor sanki.

Kişiliği, karakteri, sicili, bakışı ne olursa olsun, sadece etiket taşıyan ve maddi zenginliği bilinen insanların dikkatle dinlendiği, ciddiye alındığı, abartılı saygılar gördüğü bir dönemdeyiz. Yanlış işler yapan, problemli, kompleksli insanların suçlarına ve günahlarına bile bile ortak olunduğu bir dönemdeyiz.

Bu farklı dönemin, bu soğuk mevsimin bir an önce sona ermesi, insanlık açısından güzel bir sonuç anlamına gelir.

İncelenmesi, tartışılması gerekiyor. Belki toplumumuz, uyuklamaktan, saplandığı bölgelerde kıpırdanmaktan hoşlanan bir yapıda. Belki uyandırılması güç ya da mümkün olmayan alanlarda sıkıştı.

Sosyologlar, tabloyu anlayabileceğimiz sade cümlelerle açıklarlar mutlaka.

Doğru bildiğimiz ne varsa, peşini / sıcaklığını bırakmamalıyız. Çünkü, geçmişte bizi seven büyüklerimizden öyle bir nasihat aldık.

Dünya halleri : Yalnız kalabiliriz, yoksul kalabiliriz, güçsüz kalabiliriz fakat düşüncesiz ve inançsız kalamayız.

Yaşam süremiz kısalıyor. Her geçen gün sınıra yaklaşıyoruz.

O sınır ile buluşulacak. Geriye dönülemeyecek.

Sonsuzluğa geçişlerin günü, saati bilinmiyor. Villa da yaşayanların da statüleri yolcu, tahta kulübede yaşayanların da. Birkaç dakika fazla kalmak kimsenin elinde değil. Yolculuklar ertelenmiyor.

Örneğin : İnsan, şu an sağlam ve ayakta, yarın sabah kanı çekilmiş, solmuş, yere düşmüş olabiliyor.

Bugün insan, yarın toprak. Bugün aşk acısı, yarın sonsuzluğa doğru hiç yorgunluk hissetmeden uçmak.

Sabırsızlık, gerginlik, mutsuzluk, rol yapmak, şov yapmak yaygınlaştı.

Teknolojiye bağlı, huzur sağlayıcı (sözde) reçeteler işe yaradı denilemez. İdeolojilerin sunduğu şeyler de yeni kuşak insanları mutlu edemeyecek kadar alt sıralarda takılı kaldı.

Tüm politik sloganların çekiciliği sona erdi denilebilir, modası geçti denilebilir.

Bizi ilgilendiren her oluşum, şu an sis bulutuna doğru ilerlemekte. Her şey …

Yoz mantıklar, yoz alışkanlıklar, sel sularında mineralleri silinip giden taşlar gibi hafif, itici.

Elimizdeki gerçek değerlerin ve gerçek silahların neler olduğunun dökümünü çıkarmalıyız.

Dünya, barış içinde yaşanan, mutlu bir gezegen olmalı her toplum için. İnsanlar, yanlış görüşlerinden kurtuldukça, onlardan boşalan yerlere çok daha iyi bilgileri ve asıl önemlisi, erdemlerinin gelişmesine yardımcı bilgileri doldurabilmeli.

Tedirginliklerimiz, korkularımız bitmediği için rahat değiliz, mutlu değiliz, dışarılardan mutluluğu transfer etmeye, satın almaya çabalıyoruz.

Satın aldığımız paketin içeriği : Yapay bir mutluluk.

İşte bu gibi çabalarımız, sadece enerji eksilmesidir. Elimize geçen bir şey, kayda değer bir şey yok (bence).

Aynen öyle …

Pandemi süreci …

Diye diye günlerimizi geçiririz.

Öyle ya da böyle geçerler zaten.

Dün neler yaptık ? Bugün neler yapıyoruz ? Yarın neler yapmayı düşünüyoruz ?

İçimizde ve dışımızda düzgün yapılanmadığımız için, kendimize ve topluma dair kurtuluş fikirleri, kandırmacadan öteye geçemiyor.

Omuzlarımızdaki yükler ağırlaşıyor sanki.

Birileri bizi sertçe iterse ya da kendiliğinden belimiz sakatlanabilir, yani kırılabilir.

Eski tarihlerde Moskova ’da yaşayan sanatçı çift, aşırı yoksullukları nedeniyle ekmek, şarap alamadıklarında, erkek, kadına demiş ki

(hafif ses tonuyla, çekinerek) :

– Umudumuzdan ve hayalimizden başka hiçbir şeyimiz yok. Saçlarını kesip, satabilir miyiz, kabul eder misin ?

Kadın düşünmeden, evet demiş. Başının saçsız kalması önemli değil, önemli olan, aralarındaki sonsuz bağlılıkmış.

Yüreğimizi korumamızı öneriyorlar : Bütün düşünürler, bütün peygamberler.

– Tuttuğun her şeyden ziyade, yüreğini koru. Çünkü hayatın kaynakları ondandır.

Hazreti Süleyman

Büyük düşünür, büyük filozof, güzel ahlak abidesi Mevlana Celaleddin Rumi Hazretleri diyor ki :

– Zamanı öğrendim. Yarıştım onunla. Zamanla yarışılmayacağını, zamanla barışılacağını, zamanla öğrendim.

– Ekmeği öğrendim. Sonra barış için ekmeğin bolca üretilmesi gerektiğini, sonra da ekmeği hakça bölüşmenin, bolca üretmek kadar önemli olduğunu öğrendim.

– Gitmeyi öğrendim. Sonra dayanamayıp geri dönmeyi. Daha sonra da kendime rağmen gitmeyi.

– Dünyaya tek başına meydan okumayı öğrendim genç yaşta. Sonra kalabalıklarla birlikte yürümek gerektiği fikrine vardım. Sonra da asıl yürüyüşün kalabalıklara karşı yapılması gerektiği fikrine vardım.

– Namusun önemini öğrendim. Gerçek namusun, günah elinin altındayken, günaha el sürmemek olduğunu öğrendim.

– Gerçeği öğrendim bir gün. Ve gerçeğin çok acı olduğunu. Sonra, ölçüsünde acının, yemeğe kattığı kadar, hayata bir lezzet kattığını öğrendim.

Aşağıdaki sözler de düşündürücü. Okuyalım.

– Gerçekte vahşi ve korkunç hayvandan başka bir şey değildir insan. Biz, onu evcilleştirilmiş, dizginlenmiş haliyle tanıyoruz ki, uygarlık denilen şey budur. İnsanın, arada bir gerçek yapısı ortaya çıktığında dehşete kapılıyoruz. İnsan, doğası itibariyle şeytan olmaya daha yatkındır.

Arthur Schopenhauer

– Kendinizden başka kimse size barış getiremez.

Ralph Waldo Emerson

Wikileaks tarafından yayınlanan bir haritaya göre :

Türkiye Cumhuriyeti ’nin her adımını, her saniyesini izlemekle görevli (görevlendirilen) şirketin adı, INFORCEPT NETWORKS. İşte bu şirketin bünyesinde çalışan teknik ekipler, insanlarımızın CEP TELEFONLARI İÇERİKLERİNİ (Klasörlerini) ve BİLGİSAYAR KAYITLARINI toparlayıp, dosyalıyorlar. Tavandan tabana kadar, yani liderlerden alt yöneticilere kadar, sade vatandaşlara kadar, HERKESİN, HER GİRİŞİMİNİ kaydeden bu şirket elemanları, yakın geçmişte, dosyaladığı bilgileri, büyük paralar karşılığında dış istihbarat servislerine SATTI. Böylece ülkemizin siber güvenlik anahtarlarıyla birlikte, insanlarımızın çok özel, çok gizli bilgileri ve belgeleri, düşmanlığı, fesatlığı günümüzde de devam eden, rakip ülkelerin eline itina ile teslim edildi.

Gerçek vatan hainliği … Gerçek adilik ve rezillik …

Sadece gemi değil (gemi benzetmem ile bizim ülkemizi kastediyorum), geminin özgürce yol alacağı sular da satılmış oldu. Geleceğimiz pazarlandı bir anlamda.

Makineleri arıza yapan (kasten yaptırılan) gemi yenilense bile hangi sularda yüzdürülecek ? Suların kontrolü kimlerde olacak ?

Ülkelerin gündemlerini, kaderlerini, geleceklerini en iyi İsrail Devleti biliyor, İngiltere Devleti biliyor. Biz maalesef bilmiyoruz. Keşke bilmiş olsak.

Telefon iletişimlerini kontrol eden ve elinde muhafaza eden bir başka teknik kuşatma kuruluşu ise : ENDERSYS. Daha doğrusu, ünlü FETÖ terör örgütünün, CIA ve MOSSAD ile bağlantılı operasyonel bilişim firması.

Dinleme – İzleme Sistemleri üzerine son derece uzmanlaşmış, istihbarat örgütleri adına çalışan birçok isim bugün yurt dışına kaçmış durumda. Kaçtılar. İşbirlikçi vatan hainleri, beslendikleri, desteklendikleri, direktifler aldıkları merkezlere sığındılar.

Sonuçta ne oldu ? Ne olduğu belli. Şehitler verdik. Türkiye Cumhuriyeti ’nin kurumları zarar gördü. Hem devletimizin, hem halkımızın ruhu incindi. Sinir sistemleri gerildi. Hala o gerginlikten kurtulamadık.

Araştırmacı – yazar Ali Kuzu tarafından hazırlanan, Gizli Küresel Örgütler isimli dosyanın bazı bölümleri gözüme çarptı (dört maddesi aşağıda). Aynen şöyle yazıyor :

1 – Türkiye masonları, İngiltere büyük masonlarına doğrudan bağlı olup, ilk üç basamağı kendi olanakları ile, ustalıklarını ise Atina ’daki mason locasının düzenlediği yemin töreni ile almak zorundadır ve bu aşamadan sonra bütün emirler, daima YUNANİSTAN ÜZERİNDEN gelir …

2 – Diğer masonlarca uygulandığı gibi, Türkiye masonlarının da her adımlarında ettikleri ölümcül yeminler vardır. Türkiye gibi az araştıran, az okuyan, gerekli olanı araştırmayan ve okumayan, bilgisiz kalmakta ısrar eden ülkelerde, hemen her kurumun beynine ve kalbine sızan, kanserli hücre gibi kurumlara gizlice yerleşen localar ve onların ilahiyatı / milliyeti reddeden üyeleri, dış merkezlere verdikleri sözler gereği, kutsal saydıkları değerler üzerine ettikleri yeminler gereği, görevler alırlar, misyonlar üstlenirler. Bu insanlar, tamamen dünya siyonizminin kökleşmesine hizmet ederler.

3 – Bilmek, insanı şoka sokuyor : Geçmişte Yahudi finansörlere kurdurulan, masonlukla içli dışlı bir burjuva örgütü var. Bu örgütü, yüksek sermayenin politika ve basın üzerindeki denetim mekanizması olarak düşünmeliyiz. Örgütün ismi : CFR. Bizdeki Cumhurbaşkanlarının veya Cumhurbaşkanı adaylarının Amerika ’ya giderek bu gibi örgütlerin, başka bir anlatımla, gizli hükümetlerin (Invisible Government) ve onlara bağlı derneklerin toplantılarında görünme zorunluluğu vardır.

4 – Bizim her Cumhurbaşkanımız ya da Başbakanımız, bir vesileyle, CFR / Council on Foreign Relations, Dış İlişkiler Konseyi, Rand Corporation, Rockefeller Foundation, Chatham House gibi kuruluşların birinde bir toplantıya katılıp (orada görünmüştür), kısa bir formalite konuşması yapmıştır. Yöneticilerimizin, Türkiye Cumhuriyeti ’ni temsilen en azından orada bir toplantıya katılma, kendilerini oradaki üyelere gösterme zorunluluğu vardır.

Efendim, çok açık biçimde bir zorunluluktan söz ediliyor yukarıdaki bilgilerde …

Şaşırmamak, üzülmemek, kahrolmamak mümkün mü bizler açısından Allah Aşkına ?

The Encyclopedia Britannica ’da ise, kısa, kayda değer bir bilgi var. Bilgi şu :

B ’nai B ’rith International : Birleşmiş Milletler Örgütü ’nde yer alan çok sayıda üyesiyle Yahudi organizasyonlarının koordine edildiği bir merkezdir. İsrail Devleti ’nin tartışılmaz çıkarları ve Yahudi ırkının genel sorunlarının çözümü için bütün ülkelerin liderleri ile iletişim kurar. Siyonizmin beyni konumunda, dünyanın en etkili örgütü ve bütün ülkelerde kolu olan B ’nai B ’rith (Kutsal Ahit ’in Çocukları), diğer Siyonist örgütler gibi, kendisini hümanist, sevimli gösterecek hizmet ve yardım çalışmaları yapar.

Gerçekte bir Yahudi tarikatı olan Masonluk, Kabbalist hahamlara bağlılığını şöyle ifade ediyor (kendi ifadeleri) :

Kabbala, bilinçaltının kapılarını açan ve insan ruhunu saran manevi değerlerin dışına çıkılmasını sağlayan bir anahtardır. Masonluk onu, insanın yaşamı anlaması için gerekli görür.

Kaynak : The New Age, S. 77

Masonlar, yaşamın anlaşılması için gerekli gördükleri Kabbala ’ya bağlılıklarını bir başka kaynakta şöyle anlatıyorlar :

Görüyoruz ki, Kitab-ı Mukaddes ’in haricinde Yahudiliğin gizli bir ananesi (geleneği) vardır. Ve yalnız buna vakıf olanlar Kitab-ı Mukaddes ’in hakiki manasını anlayabilirler. Biz de bu gelenek etrafında teessüs eden (kurulan) yüksek felsefeyi hülasa etmeye (özümsemeye) çalışıyoruz.

Kaynak : Selamet Mahfili 4. Konferansı tutanakları, S. 48

Çalışıyorlar mış …

Masonluğa bağlı olan Rotary, Lions gibi yan kuruluşların büyük bir bölümü, yine büyük bir olasılıkla, mevcut ve değişmez hiyerarşik düzenin hiç farkına varamadan Siyonizme hizmet ediyorlar. Kendi çevrelerinde, mesleklerinde, ilişkilerinde kendilerinden istenen bazı görevleri titizlikle yerine getiriyorlar.

Tehlikesiz, zararsız gibi görünen bu çalışmaların hepsi ana merkezde toplandığında : İnsanlık adına, devletler adına dev bir sonuç ortaya çıkıyor. Büyük tablo, sessizce biçimlenmiş oluyor (bilerek zamana yaymışlar).

Siyonizmin eylemlerini, yöntemlerini izlemek, onu engellemek çok güç. Saatin içindeki akrep ve yelkovanın ilerlemesine benzer. Mücadelesi apaçık izlenemez. Ancak ulaştığı sonuçlara bakılarak, aldığı mesafeler görülebilir ki, işte bu, bir bilgi olarak kalır düşünenlerin hafızasında.

Dünyada doğru bilgi paylaşımından daha fazlasını yapmak isteyenler çıkmış fakat onların vicdani hamleleri, çırpınmaları, yırtınmaları kendi yaşamlarını çok erken tamamlamaları ile sonuçlanmış maalesef.

Kabbala kaynaklı dejenerasyonlar, geniş kapsamlı yürütülen zihin erozyonları günü gününe izlenemiyor. Medya sektörü, uyuşturucu sektörü, fuhuş sektörü, silah sektörü, günlük yaşamın içinde fazla bir tepki görmeden faaliyet gösteriyor zaten.

Dünya gerçeklerinin öğrenilmesinden sonra, birçok insan, durumun ciddiyetinin, vahametinin farkına derhal varıyor ama durumu değiştirmek üzere ataklar yapmaya herhangi bir olanakları olmadığını düşünüyorlar. Böylesi bir kabul (bir tür teslimiyet), tehdidin boyutunu genişletiyor ki, İsrail destekli tüm düşünce kuruluşlarının istedikleri budur.

Emperyalist planları, Siyonist planları durdurmak, hatta püskürtmek mümkün aslında. Egemenlerin, karar vericilerin ezici güçlerine rağmen, onların da zayıf noktaları var. Korktukları şey : Aydınların, araştırmacı yazarların tek başlarına ya da gönüllü / cesaretli örgütler olarak gösterecekleri dirençler. Düzenleyecekleri toplantılar. Yazacakları kitaplar …

Hepsi, egemen güçleri tahrik ve tedirgin ediyor. Dilediklerinde ise, kırmızı düğmeye basıyorlar, sansür ya da tutuklama devreye giriyor malum.

Örneğin : Bir ülkede, bir vatansever grubun üyeleri, küresel sömürü düzeninin korkunç boyutunun, ürkütücü seviyesinin insanlığın geleceği açısından sakıncalar arz ettiğinin bilincine varır ise, bu kavrayış, doğal biçimde karşı direncin çıkışını hazırlayacaktır, yani uyarılan insanlar, başkalarını uyaracaklardır. Zincirleme uyanışlar olacaktır. Kalelerin duvarları yükseltilecektir.

Emperyalist ve Siyonist planlara karşı atılacak ilk adım, etkili adım, onların ortaya dökülmesi. Böylece deşifre edilen kirli planlar, pratiğe dönüşemeyecek, kısa zaman içinde devreden çıkmış olacaktır.

Uyanan, gören, bilinçlenen insan, dağarcığındaki gerçekleri diğer insanlara aktaracaktır.

Güzel kavramak ve kavratmak gerekiyor ki, küresel planlar ile özellikle bizim gibi ülkelerin iç politikaları arasında sıkı bir ilişki kurulmuş (çok öncelerden kurmuşlar).

Politika, sadece seçim zamanlarında insanların ilgilendiği (ilgilenmek zorunda bırakıldığı) bir şey olmamalıdır. Seçilen politikacılar halk tarafından mutlaka takip edilmelidir. Her insan bu olanağa sahiptir.

Çekinmemize, korkmamıza gerek yok. Kafamıza takılan her şeyi politikacılara sorabiliriz. Sormalıyız. Elbette insanca ve kibarca bir yaklaşım çerçevesinde sormalıyız.

Sir Winston Churchil yaptığı özel açıklamada, Amerika ’nın kendi işleriyle ve problemleriyle ilgilenmesinin bütün devletlerin, dolayısıyla insanlığın yararına olacağını söylemişti … (1940 ’lı yıllarda)

Doyumsuz, şımarık Amerikan toplumu, kibirli Amerikan yöneticileri eğer o şekilde davransalardı (Churchil ’e göre) : Almanya ile barış imzalanır, Rusya ’da Komünizmin yolunu açan bir çöküş, İtalya ’da genel sersemliğin ardından bir Faşizm rejimi olamaz, Almanya ’da ırkçı, barbar Nasyonal Sosyalistler hiçbir zaman iktidara gelemezlerdi.

Alman diktatör Adolf Hitler ’in baskı rejimini destekleyen, dolayısıyla Hitler ’in savaşta kullanacağı silahların seri üretimleri için gizlice / yüklü miktarlarda nakit paralar gönderen, böylece uzaktan Avrupa devletlerinin doğal gelişimini durduran, Sovyetler Birliği ’ne de ağır fiziksel ve ruhsal hasarlar verdirten

hep Amerika Birleşik Devletleri ’dir.

A. B. D. Genelkurmay eski Başkanı Thomas Moorer anılarında şöyle diyor (itirafı) :

– Şimdiye kadar hiçbir başkanın İsrail ’e karşı gerçek anlamda engel koyduğunu görmedim. İsrail her zaman istediğini elde etmiştir. Amerikan Halkı, eğer İsrail Devleti ’nin hükümetimiz üzerindeki etkilerini, dayattığı sert emirleri bilseydi, derhal ayaklanırdı … Beyaz Saray ’a doğru topluca yürüyüşe geçerdi. Neler döndüğünden halkımızın haberi olmuyor.

Ben, günümüz itibariyle, yakın komşularımız Irak ’ta ve Suriye ’de şiddet ağırlıklı düşüncelere sahip örgüt ve siyasi oluşum sayısının 110 olduğunu öğrendiğim zaman inanamadım, donup kaldım.

Peki, böylesine çorbaya dönen, karmakarışık ortamlarda insanların (bölgede yaşayanları kastediyorum) algıda, yorumda seçicilik yapması mümkün müdür ? Hayır. Hangi gruplar teröristtir, hangi gruplar vatan savunucusudur, hangi gruplar dış ülkelerle yıkım ortaklığı içindedir ?

İşte bu saptamaların kesin hatları ile ortaya konulmasında sıkıntılar yaşanıyor.

İlişkilerde, sürtüşmelerde, her insan, her grup, her devlet kendi kırmızı çizgisinin varlığından söz ediyor. Eder.

Egemenlerin çizgileri hep kalın, hep derin, hep koyu.

Anlaşılıyor ki : Ortadoğu ile ilgili derin sorgulamalarda belirli bir noktadan sonra, araştıran insanın duraklaması, tıkanması, moralinin bozulması kaçınılmaz.

Küçükler, büyüklerin (İngiltere, İsrail, Amerika) ördüğü örümcek ağlarında debelenmekte (adeta sinek gibi), dayatılanları istemeye istemeye onaylamakta. Er ya da geç egemenlerin bencil iradeleri yaşama geçirilmekte (dün, bugün).

Kapitalist sistemin, insan onuruna aykırı biçimde, yani çok acımasız biçimde emek sömürüsü ve bireyleri köleleştirme, yabancılaştırma, yozlaştırma, dahası, umutları zayıflatma programları dünyaca bilinen bir gerçektir.

Küresel kapitalizm yapılanmaları, öteden beri insanlığın baş belası, yani musallatı.

Musallat, eski bir sözcük olup, günümüzde pek kullanılmıyor. Ben sözcüğü seviyorum.

Aşağıdaki sözleri gördüğümde, oldukça dikkate değer buldum. Lütfen birlikte okuyalım. Lütfen üzerinde düşünelim. -}

Düzgün karakterin olmadığı yerde, ne büyük sanatçı vardır, ne de büyük mücadele adamı vardır. Orada var olan şey : Zamanın eritip yok ettiği, içleri boş yaratıklardır. Amacımız, büyük görünme çabası değildir, gerçekten büyük olmaktır. Çocuklarımıza ahlaklı, erdemli yaşamayı öğretmeliyiz. İnsanlığı ancak bu mutlu kılabilir.

Ludwig van Beethoven

Alman besteci ve piyanist

Medya kuruluşları, kitleleri hipnotize ederek, yöneticilerin işledikleri bütün suçları örtmeye, saklamaya çalışıyor.

John Pilger

Belgesel yapımcısı

İnsanlar ne yazık ki bunun farkına varamadılar : A. B. D. Hükümetleri, yöneticileri ve diğer öncüler (mason locaları kastediliyor), istihbarat derlemek amacıyla interneti gözlem altına aldılar. Özellikle GOOGLE ve FACEBOOK ’un projeye yardımcı olmasıyla demokrasi büyük darbe aldı.

Julian Assange, 2012

Wikileaks kurucusu

Karşılıksız para basımı, dünyada kaosları ve finansal terörizmi tetikler. Karşılıksız parayı devlet bastığı zaman suç sayılmaz fakat enflasyonla halk sıkıştırılmış (cezalandırılmış) olur. Halktan biri bastığında ise, kalpazanlık sayılır ve basan ağır biçimde cezalandırılır. Amerika Birleşik Devletleri, dünyada en çok karşılıksız para basan ülkedir. Şimdi bu paraların ne kadarının tedavülde olduğunun açıklanmasını, dünya tarafından bilinmesini istemiyor.

Marc Gorney

Kanada Merkez Bankası Başkanı

İktidara geçtikten sonra, dava (felsefe / ideoloji) önderlerinin yandaşları genellikle yozlaşır ve kolayca adi birer fırsat avcısına dönüşür.

Max Weber

Alman sosyolog

Zengin sınıfının Cennet ’e girmesi, devenin iğne deliğinden geçmesinden çok daha zordur.

Matta İncili

19 : 23 – 24 Bab

Almanya ’nın Amerika ’da bulunan altın stoklarının, Amerika ’nın dünya liderliğini koruma uğruna kullanıldığını, artık stokların tamamen bitirildiğini maalesef hiçbir insan, hiçbir kuruluş açık açık dile getiremiyor.

Christof Lehman, 2013

NATO, başlangıçta sadece savunma amacıyla kurulmuş bir organizasyon olmasına rağmen, küreselleşme ile birlikte emperyalist güçlerin işgal ordusuna dönüştürülmüştür.

Spencer Ackerman

The Guardian, 2014

Para, İsviçre bankalarında tutulmadığı sürece huzur ve mutluluk getirmez, kaygı ve kuşku insanın zihninde sabit durur.

Alman deyimi

İnsanoğlu için en büyük tehlikenin açlık, deprem, kanser, mikroplar olmayıp, yalnızca insanın kendisi olduğu göz kamaştırıcı bir açıklıkla ortaya çıkmıştır.

Carl Gustav Jung

Tire / 8 Ocak 2021

Tyrannos Edebi Ürünler

ETİKETLER: ,
Hüseyin Evcil
Ben Kimim ? Köklü bir ailenin tek çocuğu olarak İzmir in Tire İlçesinde doğdum. Lise eğitiminden sonra değişik iş kollarında çalıştım. Gelişmiş ülkelerin farmakoloji ürünlerini, yaşadığım bölgenin sık görülen rahatsızlıklarını araştırdım. Kule Günlüğü logosu altında, günümüz toplumunun iletişimini ve mutluluk anlayışını inceleyen fikir içerikli kompozisyonlar, felsefi tarzda denemeler - şiirler yazdım. Bunlar yurt içinde ve Türklerin yoğun olarak bulunduğu ülkelerde yayınlandığında ilgiyle izleyen okuyucular oluştu. Ürünlerimin ağırlığı ve hedefi = İnsana, uyanma ve düşünme eylemlerindeki sorumluluğunu hissettirebilmektir. Birinci kitabım geçen yıl yayınlandı, ikincisini hazırlamaktayım. Yalnız yaşıyorum. Evimde odun ateşi kullanırım.
BİR YORUM YAZIN
ZİYARETÇİ YORUMLARI - 0 YORUM

Henüz yorum yapılmamış.