Günün Kitabı | Acı Biber Reçeli | Öznur Eren Kanarya
Kitap değerlendirme: Necdet Arslan
Mektup: Öznur Eren Kanarya.
Yeni bir ‘İmza’nın; Öznur Eren Kanarya’nın mektupları ACI BİBER REÇELİ adlı kitapta toplandı ; Mühür Kitaplığı’ndan çıktı.
İlkin belirtmeliyim; bu yapıt, mektup türünde başarısıydı. Öznur Eren KANARYA’nın. Hatta yılın Mektup olayıydı…
Yazar bu mektuplarını kitaplaştırmaya gelirken geride bıraktığı uzun yolun güçlü verimleri olan anılarından öncelediklerini dillendirmiş. Bunların her biri sayfa sayısını çoğaltmaya dönük dolgu objeleri değil; bir geniş aile/çevre dokuması içinden çıkan gerçekler.
Evet, korkunç bir bellekle karşı karşıya kalıyor okur. İzlenimlerle beslenen bu anıların mektuplara evrilişlerinin ardında zamanda yolculuk izlenimleri yatıyor hiç kuşkusuz.
ACI BİBER REÇELİ o yıllarda kaleme alınsaydı belki de yetkin bir yapıt olmayı hak etse bile kalabalık ellerde yok olup gidebilirdi.
Zaten 1970 ve sonrası ağır çalkantılarını zamana ve kalemlere sindiren bir duraklama yılıydı Etkisi birkaç yıl sürdü.Edebiyat ürünleri dergi köşelerinde yer bulabildi. O yıllarda çok üretilemedi.Sanatın ve sanatçının eli kolu bağlıydı. Aydınlar, entelektüeller, düşünürler sanat insanlarımız da faşizmin kıskacındaydılar.
Aradan yarım yüzyıl geçti.2020’ın yaz ortasında çıkıp geldi ACI BİBER REÇELİ.
Tarancı ‘alıştığımız bir şeydi yaşamak’diyordu. Umut, Pandora’nın kutusunda sona mı kalmıştı acaba? Oysa yazın,onsuz edemeyeceğimiz bir şeydi.
Öznur Eren Kanarya İstanbul doğumlu. Anadolu’nun güzel kentlerinde geçiyor çocukluğu, ilk gençlik yılları. İzmit’i sevdiğini yadsımaz. Liseyi orada bitirir. Sonra Ankara’ya uzanır ve Siyasal Bilgiler Fakültesi’nde eğitim yaşamına devam eder. Emekli bankacıdır. Şimdi İstanbul’da yaşıyor. İstanbul’u eskisi gibi sevmediğini değişik ortamlarda dillendirir.Fırsat buldukça amatörce şarkı söylemek, seslendirmeler yapmak ve tiyatro çalışmalarına katılmak gibi eylemlilik içindedir
ACI BİBER REÇELİ 2002-2020 yılları arasında yazılan mektuplardan oluşur. Daha kitaplara taşınacak sayısız mektup sıra beklemektedir.
‘’Gündelik yaşamın sıradan mutsuzluklarından bunaldıkça;şiirlerin ve şarkıların iyileştirici gücüne inanır, sahibine ulaşmayacak/ulaşabilecek mektupların yanı sıra, günü güzelleştiren büyük ve küçük ayrıntıları yazar.’Bu tümceler yapıtta, yazarın yaşamının anlatıldığı bölümden alınmıştır.
ACI BİBER REÇELİ’nin böyle bir uğraşın yansıması .
‘’Şimdi Çok Uzak Bir Hatıra Gibi… Bu eksiltili başlıkla başlar yedinci sayfa. Yazar’ın çok yalın,içten ön açıklamaları devam eden iki sayfada kendi yerini alır.
‘Şarkısız ve İçi Boş Bir Mektup…’
İstanbul, 03.10 .2018
Benim Güzel İnsanlarım.
Çok güçlü başlangıçlar yapmak için metnin başına konulan bu sesleniş ve peşinden akan tümceler,anlatının bellekteki derin çiziklerini,sevinçlerini,kırgınlıklarını… anımsatmaya dönük bir toparlayıcılık içindedir.
Konuları,anlatımları,sunuş teknikleri ve topluma dönük gerçekçiliğiyle insanın iç derinliklerini arayan /oraya inebilen çözümleyici bireyciliğini yerli yerinde değerlendirdiğini,okurun kafasında hiçbir sorunun oluşmasına olanak tanınmadığı sanısına vardım yapıtı okuyup bitirince.
Herkesin tek bir doğruda kaynaşması doğal ki her zaman aranamayacağı durumların otuz yıldır kapalı duran örtüleri kaldırılıyordu bu mektuplarda.
Şunu gördüğümü söylemeliyim : Her mektubun oluşmasında güçlü bir bellek kaydı ve dikkat çeken mantık sağlamlığı vardı.
Anlatıcının; çocukluk,ilk gençlik ve ergenlik dönemlerini örerken iz bırakan bu anıların ve onlarda karşımıza çıkan baş kahramanla öteki insanların yaşadıkları evrenle bütün yaratımlarının içgüdüsel derinlikleri alışılmamış bir açıklığın hem gizemini , duyulan hayranlığını hem de bir yıkılışı hazırlayan talihsizliği ve sertliğini taşınıyordu.
Örnekçe,Şaduman Teyze, Belgin Doruk, Kudret Bey Amca, Sevgili Bahadır, Caro Franco, Bahe Amca bunlardan sadece bir kaçıdır.
Geliştirilmiş bir öykü ustalığının bazı pasajlarda daha önde tutulması, yüklendiği yoğun değeri okurun belleğinde şok etkisi yaratmak için miydi,diye sormadım değil kendime.
Üç sayfalık bir anlatıda bir yaşamın hemen bütün ayrıntılarına inilmesi kolay sandığımız bir cevher kazıcılığı değildir. Daha net söylemem gerekirse zayıf bir yazıncılık çıkmazına saplanmadan, geçmişe değgin o öğelerinin işlenip vitrine taşınmasıydı ki, ben buna ‘yazınsal telkaricilik’ diyebiliyorum.
30.032i002 tarihinde Selim İleri’ye yazılan ‘Sayın İleri’ seslenişli mektup bu bakımdan dikkatle incelemeye değer.Bir yerinde Selim İleri’yle söyleşirken ‘’…ancak benim size yazmaktaki amacım,anı paylaşımına dayalı iç dökmek….’’ açıklamasıyla karşılaşırsınız.
Aynı mektubun ilerleyen bölümlerinde :
‘’Bu Şehir O Eski İstanbul muydu?’ sorusu sorulur. Bahçe Sinemalarımız’da özellikle bizim kuşağın da tanıma olanağı bulduğu Belgin Doruk,Vahi ÖZ, Öztürk Serengil, Tamer Yiğit gibi Yeşilçam’ın siyah beyaz filmlerinde rol alan ‘artistler’ anılmadan edilmez.
Örneğin Postacı Saim Efendi‘nin bizden biriymiş gibi tanıdık gelecek şekilde anlatılması…Tatar böreğinin, puf böreğinin,mantının, Arnavut ciğerinin, mangalda pişen köftelerin,ekmek kadayıfının tatları…
Ya Rasim Efendi ve kızı arasındaki ‘saç kesilmesi’ nedeniyle gelişen gerilimler. Bakla Tarlası Apartmanı’yla ilgili anlatılanlar; Tavukgöğsü, Kirazlı Şapka;Hindistancevizi, Enrico Macias, Dario Moreno, Samanyolu; Annemin yemekleri; Evimizin İlk ve Son Tavşanı; Pazar Pideleri, Pazar Gazeteleri; Bir Maniniz Yoksa Annemler Size Gelecek; Özlemin Eski Tadı Yok başlıklar altında yapılan açılımlar birbirinden daha can alıcı noktalarla doludur.Yakın kuşaktan biri olarak itiraf etmeliyim ki, gerçekten de ‘Özlemin eski tadı yok’ artık. Bu nedenle 50 ve 51. sayfalarda sıralanan onlarca ayrıntı şimdilerde sadece belleğimde buruk tatlarıyla kalakalmıştır. 04.06.2002 tarihinde tamamlanan bu mektubun ‘Son Söz’ bölümünde Selim İleri’ye son söz de iletilir.
Unutamadığı etkilerin peşine düşme uğraşı içindedir Öznur Eren KANARYA. Kitabı okuyup bitiren herkese bulaşacak bir etkidir bu. Yaşandığı yılların koşulları içinde sağlıklı, doğal ve güçlü görünen bir genç kızın/ergen kadının inanılmaz gerçeklerle yüzleşmesini sağlayan o geçmiş ‘sıradan’ değildir. Her biri ayrı çapta ve şiddette olan bu olayların kökleri nereye dayanmaktır? Özellikle de çocukluk evreni nelerle örülmüştür? Bunlara odaklanıyor Yazar. Babası, annesi, anneannesi, halaları, amcaları, yetiştiği çevrenin insanları, çocuk merakıyla sürüklendiği köşeler ve oralarda karısına çıkan yüzleşmeler, eski zamanların o görkemli yapılarında, konaklarında ya da yalın evlerde gözlediği olaylar, bilinçaltına yansıyan etkilerin birikimleri içgüdüsel tutkularıyla engelleyip biriktiren korkuları,sanıları,gizli açık bazı detayları… Bu yüzden yapıtın ağırlığı ve bilinçaltını dolduran birikme bu etkiyi yoğunlaştıran psikolojilerle toplam 27 mektup kitabın beyaz perdelerine yazınsal görüntülerle yansıtılmıştır. Sahibine ulaşamayacak ikinci mektup 2014 yılında Sonay Teyze’ye yazılır. ’’Ufacık Tefeciktiniz…. Sizde Bir Başkalık Vardı.’’ / ’’O Beni Bir Bahar Sabahı Terk Edip Gitti’ üst açıklamasından sonra başlar mektup genişler genişler , sona gelindiğinde ‘Sizi seviyorum’ sözcüklerinden sonra son nokta konulur.
Genellikle her bölümün üstünde Klasik Türk Musıkimizin en güzide yapıtlarının adları ya doğrudan ya da onları çağrıştırıcı biçimleriyle yer alır.Örneğin :
Fildişi Bir Tarak, Aşkımın Tek Hatırası; Bir Gün Yine Rastlasam Size Yollarda, Birlikte Kır Kahvelerine Gitsek,Konuşmasak; Sevgilimdin,Her Şeyimdin, Geç Buldum Çabuk Kaybettim; Unutulmuş, Ne Varsa Sevgiden Geri Kalan, Beni Kör Kıyılarda Merdivensiz Bıraktın; Yine Bu Yıl Ada Sensiz,Adaların Issız Tenha Yollar; Geçtim Yine Dün, Eski Hazan Bahçelerinden, Üzgün ve Kırılmış Gibi Kalbim En İnce Yerlerinden… Bunlardan bazılarıdır..
Anlatım başarısı,gerçekçiliği gibi ölçütlerden değerlendirilirse bana göre en yetkin mektup ‘bu’ dur diye bir öncelikten söz edersem ötekilere haksızlık ederim.Her mektubun kendine özgü ürpertici dokunuşu, korkunç şey’leri vardır ve bunlar tanık olunan o yaşamdan estetize edilmiştir.Bir yaşama akan inanılmaz etkilerdir bunlar.Hiç birinde sunuluş tekniğinin aksamadığını da burada söylemeliyim.Ne ki 04.04.2014 tarihli Bahe Amca’ya yazılan o mektup yok mu!Cercis ,Mardin’de 6 yaşında bir çocuktur.Anne 1920’da Mardin’den Suriye’ye yanına diğer iki çocuğunu alarak gider. Cercis, Deyrul Zafaran Manastırı’na bırakılır. Adı Bahe olarak değiştirilen çocuğa rahip ve rahibeler bakar. 70 yıl boyunca burada çoban ve bahçıvan olarak çalışır. Yaşamı bir belgesele taşınır. Bir gün mutlaka geleceğini söyleyen anne Suriye’de ölür. Bahe yaşlanır. Ömrü boyunca annesinin yollarını gözler.Bir gün hastaneyi ziyarete gelen valiye ‘Annem geldi mi?’ sorusunu sorar, yanıtını alamayınca bir daha hiç konuşmamak üzere susar. Eski bir mektup vardır ki bu dramatik yaşam öyküsünün gizemini deşifre etmemek adına burada değinmeye gerek görmüyorum
Hiçbir mektupta bir biçemcilik özentisiyle karşılaşmadım. Süslü betimlemeler yoktu. Bir sokağı,bir binayı, bir objeyi benzerlerinden ayıran en başat özellik neyse o anlatıya katılmıştı. Buna ben ‘pişkin anlatım, diyorum. Sürükleyici bir teknik, okuyucunun bir sel akışına kapılmasını sağlayan ilginç kontak noktaları, insancıl durumların ortaklığı vardır. Yineleme tuzağına düşülmeden sağlanan usta yatkınlığıyla geçmişine dokunan olayları ve insanları değerlendirirken şimdiki kişiliğinin yargılarına dayandırmaktan özellikle kaçıldığını duyumsadım mektuplarda.Bu durum anakronizmden ırakta kalmak adına artı puanlar kazandırmıştır.
İçinde olunan zamanın koşulları gereği bir başına kalan,el üstünde tutulan ‘özne’lerin dertten derde sürüklenişleri yaşamın sonlanmasındaki benzerlikler açısından yoğundur. Ana olayın çevresindekilerden ayrık tutulan her ‘baş kişi’nin çapı ve etkisi kendince özgün bir yazgıyı barındırdığını söylemezsem eksik olurdu.
En küçük olaylarla davranışları bireysel olduğu kadar-bazen- toplumsal özelliklerle ortaya koyma becerisi, açıklama genellemesi, aydınlatma yöntemi ara ara karşısına çıkar okurun. Bazı insan davranışlarını betimlerken kalıplaşmış bir ulaştırma işçiliğini okurun üzerine yıkmaktan kaçınır Yazar. Temel konu diye bir şey yoktur bu mektuplarda. Ama anlatılanların hepsi bir büyük ‘prizma’dan değişik renkteki ışıkları olarak sızar metinlere. Bütün istenilen o tarihlerin yeniden yorumlanması ya da yargıya bağlanması değil, bir vefa duygusunun yansıtılmasından kaynaklanacak rahatı bulma arayışıdır. Bazı mektuplarda saltça hıçkıra hıçkıra ağlayan Yazar değil; sizsinizdir der. Bazen de gülmece yeteneğine dayalı buluş özgülükleri, yoksunluk boyutlu acılara sevecenlikle yaklaşma ilgisi bizleri böyle bir trajikomik atmosfer içinde tutar ki bu durum, özentiden arınık ‘ince sanatçılığın’ başarısıdır.
Tüm bu söylediklerimi özetleyecek olursam belki de yaşamınız boyunca ilk kez bir ACI BİBER REÇELİ’line saltça tadına bakmak üzere banacaksınız. Belki de bundan sonra damağınızda kalan bu tadı başkalarına ait mektupları okurken mutlaka anımsayacaksınız.
Değerli Kalem, Sayın Öznur Eren Kanarya’yı yürekten kutluyorum.
Necdet Arslan