Kızım Venedig’e Varırsan | Bircan Gabriel
BİR DELİ’NİN MEKTUPLARI
Taa yüzyılların 18.de inşa edilmiş binalar arasında gondol ile kanalda bir gezintiye çıktığında, ağzında bir şarkının mırıltısı düşmemeli. Ya da gondol giyimli gondolcudan otantik İbranice bir ilahi dinlemelisin. Olmadı tanıdık olan bu şarkının İbranice orijinalini de bestecisi Ara Dinkjian’dan dinleyebilirsin;
Dağlarda öfkeli başım,
Serhat’ta hep akşam oluyor.
Nasipsiz kıştan mı?
Yağmurdan mı yoksa aşktan mı?
Ağladıkça ağladıkça, dağlarımız yeşerecek
Görecek göreceksin, Ağladıkça ağladıkça
Geceyi tutacağız, görecek göreceksin
Ağladıkça ağladıkça güneşi tutacağız
Görecek göreceksin…
San Marco Meydanıkulesinin seyir terasından muhteşem Venedik manzarasını görmelisin, güneşin karanlığa gömülüşüne tıpkı Faye nenemin hüzünle söylediği gibi bir uğurlama duası; “Uğurlar ola sana. Bu yolculuğunda karanlıkta yolunu bekleyen ejderhaya yenilmeden kırk atlı koruyucunla beraber tekrar gelişinde yolunu gözlüyor olacağım. Nimetinden bereketinden bizleri mahrum etme.”diye mırıldanmalısın.
Aynı meydanın Dükler Sarayı’nda, Sırlara Yolculuk turuna katılmalı, düklerin odalarını, engizisyon odalarını, toplantı salonları gibi sarayın perde arkasında kalan bölümlerine nefesini vermelisin. Shakespeare’in yazdığı Venedik Taciri’nde Portiakarakter‘i olmalı, tefeci Shylock‘tu, kendi RA adalet mahkemende merhamet ve vicdana davet etmelisin. Yada Antonio‘yu yargılayan hâkim Venedik Dükü’nün yargılama salonunda, ağır bir suçlu olup Sarayı’nın altındaki kısma ya da dipteki kuyulara atılma atmosferini solumalısın.
1602 yılında inşa edilişte Lort Byron tarafından 19. yüzyılda anca adı verilen, Dükler Sarayı ile cezaevi arasına kurulmuş olan bu Ahlar Köprüsü’ndende geçmelisin. Düklerin ceza vermeleri sonrası duruşma salondan çıkarılan nice hafif suçlu mahkumlar bu köprüden hapsedilecekleri yere götürülürken Venedik’i oradan son kez görmeleri bahşedilirmiş. Ahlar Köprüsü’nden geçerken onlar gibi Venedik’e bakıp onların çektiği uzun ahlarında, kısa ama bir asırlık olan düşlerine kendilerini nasıl astıklarını duyumsamalısın. Çantanın bir köşesinde duran Ahlar köprüsü resmedilmiş kartpostalını çıkarıp arkasına yüreğinin o anki esintisini, inci misali kelimelerine dizmeli, adresine de annenin adını yazmalısın.
Muhteşem altın heykeller, cam işlemeler ve oyma eserleri görebileceğin San Marco Meydanı’nın Bazilikasına varıp, 9. yüzyıla yolculuk etmelisin. 16. yüzyıla yolculuğunu ise büyük kanal üzerinde inşa edilen Rialto Köprüsü’nü adımlayarak yapmalısın.Çevresindeki dükkanlarda mücevher, cam ürünleri,ipek hediyelik eşyalara gülücüğünü serip, onlara hassas parmaklarını dokundurmalısın. Ama alacaksan bana renkli bir cam hediye,o zaman Murano Adası’na gitmelisin.
Eğer, dantel işlemeleri içinde işlenmiş bir gül olduğunu görmek istersen de,Burano Adası’na varmalısın. Orada, her evin bir denizciye ait olduğu ve o evin de kendi adıyla anıldığını bilerek gitmelisin.Her biri ayrı renge boyanmış rengarenk evlere, defterine yazdığın denizci isimlerinden birini bağırmalısın; Lorenzo, Antonio, Gratiano, Solanio, Salerio, Lancelot Gobbo, Leonardo, Balthazar, Stephano… Onlar senin sesini duyacaklar.
Venedik’in en önemli sanat galerisinden biri olan Akademi Galeri’de, resim heykel mimari alanında sergilenen koleksiyonların dergahına çıkıp yüzünü sürmelisin. Ortaçağ Bizans döneminden Rönesans’a, oradan da Barok ve Rokoko’ ya uzanan beş yüz yıllık zamana konuk olmalısın.
Venedik tatilin yüreğine güç olsun!
Gözlerini de özlüyor olacağım sevgili Özom.