Yüreğime Değiyor | Bircan Gabriel
Art: Bircan Gabriel
(BİR DELİ’NİN MEKTUPLARI)
Sevgili,
bir şeycikler demem, domates gibi dalında kızarıp çatla, közde biber gibi patla!
Şu şarap yok mu şarap! Pezevenkti! Susturmuyor beni.
Sen, dalgalar gelgitler, akıntılar sadece okyanusların mı sanıyorsun. Peki ya bende ki bu hal neyin nesi.
Sana ihtiyaç duyup eşiğine düştüğümde niye yüreğin denizlerin en sıcak bölgesi gibi olmuyor.
Yürek ışığının etkisi bana kadar niye yetişmiyor.
Hani güneşimdin sen! Şimdi ışınlarının sınır dışı sayılan yerindeyim.
Sen köpek balıkları gibi beynimin ruhumun diplerindeki hayat kablolarımı ısırmaya bayıldıkça, ben dünyanın en iri kafalı yaratığı Kaşalot gibi nasıl da kafamın büyüdüğünü hissediyorum.
O zaman inzivaya çekilip hayallerimi Sütleğen otunun zehirli öz suyuna banıp kör kuyuya döküyorum. İçimden düşüyorum.
Ya da sen sulu sepken kar gibi üstüme düştükçe ben dağ yoncaları gibi büyüyen hayallerimle gönlümün varacağı kendimi koklatacağım bir Sultan bir Şah ya da Madımak Kokan Kadınlar aramaya çıkıyorum.
Mesela yandan çarklı bir otobüse biniyorum başları yere sarkık buğday tarlalarının arasından geçiyorum. Her yerde sarı çiçekli zehirli sütleğenler, göbekleri kurumuş kalmış dikenli kengerler görüyorum.
Etrafta usta ellerinde bıyıkları hançerlemiş sivrilmiş yaşı geçkinler, yüreğini zıpkın gibi elinde dolaştıran ipsiz sapsız delikanlı insanlar görüyorum. Aralarından güzel mi güzel, narin mi narin endamımla kadın gibi kadın olarak geçiyorum.
Ruhumun esrarengiz bilinmezliklerinde nice olmazlara dair özlemimin neden kaybolduğunu bir durak düşünsen, kendin gibi Everest’in de dünyanın en yüksek dağı olmadığını kabulleneceksin.
Ya da Münzevi insana neden dönüştüğümü anlamaya çabalarsan Hawaii’deki Manua Kea’nın yüksekliğinin deniz dibindeki kısmını da görebilme şansın olacak.
Düşük eğimle derin yetmezliklerine inen bölgelerinden beni geçirerek ömrümü yemeyi bırak artık!
Benliğimi algılarımı güne gün eksiltme!
Gül Baba’nın hamamında bir halveti kurnasının başında hep olmak senin bahtı karalığınmış gibi, yüreğini soyunmalık kısmında bırakmış sevilerini harcayıp tüketmişsin, ortada kalan sadece bir tasın bir de tarağın. Bana vereceğin özlenen bir tat hiç kalmamış. Ocak kapağı her açıldığında geri tepen alevin külhancıyı yakıp durmasının sende bir önemi de yok hatta hiç yok. Önemli olan cebinde bir paket cigara, bir şişe arak.
Demlendim ballandım, iç terazilerim bu halini artık kabullenmiyor. Kadınlığım sana vicdandı, onu vicdan yanın yapmayı beceremedin.
Nasılsa ben de devridaimin tamamlanması yüz yıllarca sürecek. Ben güçlü güçsüz yanlarımı bilirim; Mimoza çiçeği gibi kırılganlığımın arkasında her şartta kendimi severim kendime dayanak olurum. Hızla solan mercan kayalıkları gibi yanında solmak istemiyorum artık.
Apar topar tavan arasına atılıvermişlerden değilim hatta hiç değilim.
Seven insanım sevilecek insan da isterim, en büyük raconum budur. Aldığım sevgiyle güzelleşir, sıcaklığıyla keyiflendiririm.
Yani benimki çok benzemiyor samanlıkta iğne aramaya.
Ya sen sevgili!
Denizin dudağından bir adım öteye geçemeyen, kayıp bir köpek yavrusu gibi ortalıkta gezinip durmaktan yorulmadın mı?
Sen işini boşlama ‘Şeytan azapta gerek’
Yoluma revan oldum. De hadi artık yolumdan çekil, daha öteye gidiver yali yali!
…
Makasla kesiyorum lafımı. Uzatmanın anlamı yok.
Bedenimin, ruhumun motoru sensin.
Bugün 8 Mart
İbibikler öter ötmez çal kapımı. Elinde tahinli sıcak bir somun ekmeği olmalı. Bir de sevdalara bolluk, bereket getirsin diye bir demet katmerlisinden yanık kokulu Kasımpatı çiçeği.
Çok özledim seni.