Paraşütle İnen Şeyler Hakkında | Hüseyin Evcil
Tire / Kaplan Köyü girişinde bulunan ünlü Çam Restoran ’ın eski ve
başarılı işletmecisi, Tire ’mizin tarihine geçmiş saygıdeğer kişilik FATİH
GÜNENÇ.
Tesadüfen elimize
geçen bir belgeyi inceliyoruz.
Üzerinde
biraz düşünmek zorunda hissediyoruz kendimizi.
Heyecanlanıyoruz.
Neden
ayaktayız, neden sakin bir yere oturmuyoruz, anlamadım ?
…
Halkın
iradesini dinamitleme, dolayısıyla KALICI ALGI oluşturma çabalarının tavan
yaptığı dönemde, bulaşıcı hastalık gibi ortaya çıkan, medya destekli son
bilgilerin, son haberlerin masum olup olmadıkları, yararlı olup olmadıkları,
uçan balon olup olmadıkları, tırmalama görevlisi olup olmadıkları konusunda
ciddi kuşkularımız var.
Çünkü,
Türkiye ’de medyanın % 90 ’lık bölümünün, tarafsızlığını ve güvenilirliğini
yitirdiği, egemenlerin borazanı, davulcusu pozisyonuna dönüştüğü bilinen
gerçeklerden biri.
Çok
sayıda gerçeğimiz var ve hepsi birbirinden soğuk, birbirinden itici.
1950
yılından günümüze kadar, medyanın ipi hep dışarılara uzanıyor (maalesef).
Londra, Washington,
Viyana, Tel Aviv gibi merkezler bizim adımıza BELİRLEYİCİ konumdalar (acı ama gerçek).
Yakın tarihlerde,
Amerika, Rusya, Suriye, İsrail ve Yunanistan ile ilgili siyasi içerikli çoğu
basın açıklamalarında halkımız doğru bilgilendirilmedi.
İsrail Devleti ’nin
geleceği ve diğer zengin ülkelerin gizli hesapları uğruna, gözden kaçırılan,
saklanan, saptırılan bir yığın örtülü dış dayatma, bir yığın ölümcül dış
girişim.
Bir şeyler öğrenmek,
bir şeyler bilmek önemli fakat öğrenilen, bilinen şeylerin arka planlarını
yakalayabilmek, çözebilmek daha önemli.
Sözünü ettiğim
çözümlemeler, tahmin edilenin ötesinde zor, yorucu.
Kaynakların
araştırılması zor, yorucu.
İlerleyen yaşlarımız
itibariyle, karşılaştığımız ya da bir biçimde haberdar olduğumuz olaylara
dikkatli bakar ve yaklaşır olduk, dikkatli yorum yapar olduk.
20 yıl önce, 30 yıl
önce, 40 yıl önce bu kadar hassas davranmıyorduk.
Enerji
dağılımlarımızı fazla önemsemiyorduk.
Yüreğimizin
burkulmalarını fazla önemsemiyorduk.
Emperyalizm ’in ve
Siyonizm ’in tuzaklarını fazla önemsemiyorduk.
Geçip giden zaman,
durduramadığımız zaman, özellikle güdümlü yönetimler, göğsümüze ve sırtımıza
çiviler sapladılar.
Savaşlarda ruhumuzu
koruyabildiğimize seviniyoruz.
Bazı çivilerin
sökülüp atılması mümkün. Bazıları ise, sökülemez, saplandığı yerde hep durur.
Toprağa (mezara) o çivilerle girilir.
Çivisiz insan yok
gibi. Acısız insan yok gibi.
Yaşayan, hisseden,
düşünen, sorgulayan her insan :
Önce kafasına inen
görünmez tokmaklarla, daha sonra da kalın çivilerle muhatap oluyor.
Çok şükür diyorum,
en karanlık, en
korkunç zamanlarda bile, 5 büyük yol gösterici ışığımız yanıyor. Hep
yanacaktır.
Bilgimiz – Sezgimiz –
İnancımız – Umudumuz – Vicdanımız.
Yukarıda saydığım
ışıklar özeldir, güçlüdür. Sönmezler, hiçbir biçimde söndürülemezler.
Bunlar yaşantımızda
var iken, başka destekçilere gereksinim duyulur mu ? Duyulmaz.
Bazı günler olayların
dışında, bazı günler olayların tam ortasında kalıyoruz.
Bazı günler tarafsız
gözlemci, bazı günler zorunlu koruyucu, bazı günler acil yüklenici ve taşıyıcı
oluyoruz.
Çünkü, koşullar,
psikolojimiz ve elbette şuurumuz bizi bu gibi yönelimlere zorluyor.
Tüm varlıklarla
etkileşim ve iletişim içinde bulunuyoruz ki, böylece insan olmamızdan doğan
sorumluluğu bilerek taşıyoruz omuzlarımızda.
Bazı insanlarda,
sorumluluk duyguları ne yazık ki, hiç yok. Sıfır.
Vahşi, kural
tanımayan varlıklar gibi yaşıyorlar toplumda.
Onlar yaşamıyorlar
aslında, debeleniyorlar, günlerini geçiriyorlar.
Arkadaşı, dostu,
sevgilisi, Kıble ’si, Allah ’ı PARA olmuş insanları her yerde görebiliyoruz.
Kendilerinin normal
ve zeki insan olduklarını düşünen, ruhen sağlıklı olduklarını düşünen,
yaşamlarını sevgisiz tüketen insanları kastediyorum.
Bencillik abidesi
insanları kastediyorum.
Hafızaları zorlayan
bir mükemmellikte roller sergiliyorlar. Tedavileri anlamında ise, onlara
verilebilecek bir şey yok.
Geçmişte,
peygamberler, bilgeler, felsefeciler, edebiyatçılar sözler söylemişler. Saygı
duyulması gereken, paylaşılması, yani kuşaktan kuşağa çoğaltılması gereken
altın sözler söylemişler.
Fedakarca
davranmışlar, çok özel kitaplar yazmışlar.
Fakat şunu bilelim
ki, çoğu insan, kendi dünyasının penceresinden bakmış ve o pencerede düşünmüş.
Çatılara tırmanmak,
başka dünyaları ziyaret etmek (zihin yolculuğu), oralardan buraya bakıp düşünmek kolay değil
(kapasite – potansiyel gerektiren bir şey).
Özgür düşüncelere
sahip olduğunu sandığımız, yani kendi kabuklarını kırdığını sandığımız, kendi
duvarlarını yıktığını sandığımız, kültürlü insanların bile
gizli kabukları, gizli
duvarları olabiliyor.
Ben, çok kez tanık
oldum.
Anladım ki : Kabuklar
kalın. Duvarlar kalın. Her şey kalın.
…
Egemenler, ortaklaşa
aldıkları son karar ile düğmeye bastılar.
Dönüşümler
hızlandırılıyor.
Bugün için bilinen,
savunulan doğruların ötesinde, gelecekte insanları bekleyen yeni doğruların
gündeme gelebileceğini de şimdiden düşünebiliriz.
Uzaya giden
astronotlar, dünyamızı, diğer gezegenleri izledikten sonra, farklı bir bakış
açısı kazandıklarını ve görüntünün anlamının hızla değiştiğini ifade
etmişlerdir
(basın toplantılarında ve makalelerinde
belirtiyorlar).
Demek ki, yaşam
tablosunu, ne tür bir çerçevenin içine monte edersek, anlamı da, değeri de,
kutsallığı da ona göre değişiyor ve her şey sessizce biçimleniyor, renkleniyor.
Fakat Yaratıcı ’nın
Varlığı ve İradesi, Evrensel Hukuk İlkeleri, Evrensel Ahlak İlkeleri, Evrensel
Sanat Eserleri
her zaman, her
platformda değişmez. Hiçbir güç tarafından yok sayılamazlar, küçümsenemezler,
çiğnenemezler.
Mars ’ta buz
kütleleri bulundu. Gelecek 10 yıl içinde yapılacak taramalarda, şok edici başka
şeyler bulunabilir ya da Kıyamet ’e kadar, buzdan başka hiçbir şey
bulunmayabilir.
(Ana Bilgisayar ’daki yüklenmiş program, neye, ne ölçüde
izin verirse)
Alman felsefeci
Goethe ’nin bir sözünü okuyalım şimdi.
– Yaşam yolunun
sırlarını kimse açıklayamaz. Fakat yolcuların tökezlemesi gereken taşlar
vardır.
Sonuç olarak, bizler
rahatlıkla şunu diyebiliriz.
Doğan, yaşayan insan,
kendi çizgisinde bir yolcudur. Tökezleme, tıkanma, ezilme, savrulma olasılığı
bulunan bir yolcudur.
Riskli bir yolculuk
yapıyoruz.
Doğada tökezlemeyen,
sarsılmayan, sürüklenmeyen varlık yok.
Sabır, şükür ve
teşekkür göstermemiz önemli.
Goethe gibi dünya
genelinde kabul gören, oldukça derin analizlere sahip, asıl önemlisi, yaşamın
detaylarına (yaşamın
işleyişine) saygılı, ilahi sisteme saygılı yüce bir insanın düşüncelerine,
uyarılarına katılmamız gerektiğini düşünüyorum.
Goethe ’nin
kitaplarının okunmasının hepimiz açımızdan yararlı olacağına inanıyorum.
İtiraf edelim. Bir
tedirginlik oluşuyor, ister istemez.
Çünkü, toplumumuzun
değerleri, kavramları, hedefleri, projeleri toza – dumana karıştı.
İnsan ilişkileri her
geçen dakika daha çok bozuluyor.
Aşağıda ve yukarıda,
genellikle, birileri, birilerinin hatırı için ya da sırf kendi maddi çıkarı,
sırf kendi kurulu saltanatı için ahlak dışı uygulamalar peşinde.
İşte bu saplantı,
toplum genelini olumsuz etkileyen bir hastalık.
Gerçek hastalık.
Gerçek yıkım.
Oysa, güzel günler
görecektik, büyük şairimiz Nazım Hikmet ’in yazdığı gibi.
Motorları maviliklere
sürecektik.
Sürdük mü ? Hayır,
SÜRMEDİK.
Ne motoru ? Hangi
motor ?
Nazım ’ın tehlikeli
bir iyimserliği (bence).
Allah Aşkına. Biz,
kendi varlığımızı, kendi gövdemizi, kendi dinamiklerimizi bile düzgün, titiz,
saygılı kullanamayacak kadar beceriksiz insanlarız.
Hiçbir dönem,
kullanmamız gereken araçları kullanamadık. Kullandığımızı iddia ettik sadece.
Dışarıdan içeriye
sızan (sızdırılan) siyah akıntı,
genişledi, güçlendi, mavi tonları esir aldı, susturdu. İşkencelerine devam
ediyor.
Anlayabildik mi acaba
? Hayır, anlayamadık. Bundan sonra anlayabilir miyiz ? Belki.
Devletlerin yaşamları
ile insanların yaşamları arasında benzerlikler kuruyorum.
Dünyada rüzgarı
çıkaran, rüzgara direnen, kuru yaprak gibi sürüklenen, uçuşan devletler var.
Cendereye, ardından depresyona sokulan, dolayısıyla bağları çözülen, artık
dikiş tutturamayan devletler var. Musallatları biliniyor, acıları biliniyor,
mağduriyetleri biliniyor. Dahası, gelecekleri, kaderleri biliniyor.
Peki, kaç yıldan beri
PKK örgütü neden ortadan kaldırılamıyor ?
Çünkü, İngiltere ’nin
ve İsrail ’in özel atadığı, özenle koruduğu bir taşeron örgüt.
Büyük İsrail Devleti
eninde – sonunda kurulacak ve onun etrafında ORTADOĞU BİRLEŞİK DEVLETLERİ ismi
altında köle bir yapılanma oluşturulacak. Ardından, bölgedeki tüm radikal terör
örgütleri, birkaç gün değil, sadece birkaç saat içinde buharlaşıp, ortadan
kaybolacaklar. Yani görevleri bitmiş olacak.
(ölmeyen görür)
Sir Winston Churchill
diyor ki
– Her millet, layık
olduğu şekilde yönetilir ve her millet icraatına tahammül ettiği yönetimin
mesuliyetine ortaktır.
İcraatına tahammül
ettiğimiz yönetimin mesuliyetine ortak mışız !
Peki, bizler bu
sevimsiz ve zorunlu ortaklığın, bu iptal edilemeyen ortaklığın bilincinde miyiz
? Hayır.
Bizim bilgi ile,
bilinç ile, sanat ile, sevgi ile, ülke ile pek işimiz olmaz.
Para ile işimiz olur.
PARA, BAŞIMIZIN TACIDIR.
Düşüncemiz, fikrimiz
: PARADIR.
Bu geceden itibaren
İkinci Nuh Tufanı başlasa bile bizi ilgilendirmez.
Zayıf düşen
umutlarımı seviyorum.
Temiz düşünen,
toplumcu düşünen insanları seviyorum.
Deneyimlerimi
seviyorum. Çocukluğumu seviyorum. Hayallerimi seviyorum.
Kirlenmeyen,
yozlaşmayan her şeye karşı bir saygı göstermeye çalışıyorum ama eksiğim çok,
hatalarım çok.
Üzülüyorum. Yapmam
gereken birçok işi hala yapamadım.
…
Son olarak, şunları
da belirtmeden geçemeyeceğim.
Aslında, bildiğimiz,
emin olduğumuz şeyleri aşağıda tekrarlamış olacağım.
Kaplan isimli
köyümüz,
en doğal, en güzel
toplantı, dinlenme ve yemek mekanlarının bulunduğu bir köy. Beğenmeyen,
sevmeyen insan düşünemiyorum.
Gittiğimde kendimi
huzurlu, mutlu hissediyorum.
Çünkü, tırmalayan,
göze batan beton yığınları yok. Gürültü yok.
Kuş türleri, kuş
sesleri, yeşilin tonları, yeşilin kokuları var.
Köyde, ruh okşayıcı,
romantizmi canlandırıcı renkler var. Stresi aza düşürüp, saniyeler içinde yok
eden bir atmosfer var.
Göçler nedeniyle,
eski yıllara göre nüfus çok küçüldü fakat güzergah geçişleri yoğun. Halen
kaliteli hizmetler sunan kahvaltı ve yemek yerleri, yeni inşa edilen ve şatoyu
andıran konutlar, zeytin, incir, ceviz, kestane, çam, çınar, armut, çilek,
kiraz, karadut, meşe, pelit ağaçları, yöresel bitkiler, kaya suları, kaynak
suları.
Hava harika. Gün
batımı manzaraları harika.
Tire ’nin kuşbakışı
manzarası zaten harika.
Küçük Menderes Ovası,
uçağın içinden izleniyor sanki.
Köyümüzde küçük çaplı
bir pazar da kuruluyor. Cumartesi ve Pazar günleri.
Köyümüz, Türkiye ’nin
bütün illerinden ziyaretçi akınına, fotoğrafçı akınına uğruyor.
Dağcı gruplar bölgeyi
ezberlediler, sık geliyorlar.
Hedefleri : Çukur
Köy, Sarpça Köyü, Paşa Çeşmesi, Güme Dağı ve daha batıda yer alan Fesat Tepe
’nin etekleri, zirvesi, az sayıdaki yörük çadırları.
Fesat Tepe ’den batıya
yürüyüp, Bozkır isimli dağa çıkmak da büyük keyif
(Akçaşehir Köyü ’müzün güney hizası).
Bozkır Dağı, üzerine
küçük uçaklar inebilecek kadar genişlikte, büyük bir masayı andırıyor.
Ortasında mermer sütun dikili.
İnsanı düşüncelere
sevk eden heykelimsi kayalar, bıçkıdan çıkarılmış, araziye yerleştirilmiş gibi
duran beyaz taşlar, yaşlı Ardıç ağaçları, doğanın sınırsız armağanları, dalında
meyveler.
Görmek, düşünmek
için.
Dokunmak, tadına
bakmak için.
Bitki, yemek ve
beslenme rehberimiz, dost insan Fatih Günenç bey,
sağlam karakteri,
demokrat düşünce yapısı, sıcak sohbetleri nedeniyle saygıyı, sevgiyi hak eden,
insancıl, sempatik, kibar, çalışkan, onurlu, aydın, örnek insan bana göre.
Yakından tanıyan herkese göre böyledir.
Fatih bey, bilimsel
düşünen ve konuşan, felsefi düşünen ve konuşan, sosyal düşünen ve konuşan bir
insandır. Ayaklı kütüphanedir. Çok mücadeleler vermiştir, ağır koşullardan
geçerek bugünlere ulaşmıştır. Şimdilerde bir parça yüreği yorgun olabilir.
İnce ruh taşıyan,
ince üretimlerde bulunan, bunlara bağlı olarak yüreği incinmeyen, yüreği yorgun
düşmeyen mi var bu zamanda ?
Çağdaş benciller,
diplomalı cahiller yordu
bizi, bizim gibi
insanları.
Yorulmakla kalmadık.
Gözyaşı döktük, yalnız gecelerimizde uzak yıldızlara bakarken.
Yolumuza atlayan
insan görünümlü canavarlar, duygularımızı, zamanlarımızı kapmaya (çalmaya) teşebbüs ettiler. Hala ediyorlar. Çünkü
onların utanma duyguları bulunmuyor.
Sahteci insanların,
genellikle sahte mutlulukları oluyor.
Dürüst – doğal
insanların da gerçek mutlulukları oluyor.
Oluşuyor
kendiliğinden.
Yakınlaştığımız
insanlardan yansıyan,
yani iç dünyamızda
etkiler bırakan 4 önemli şey şudur :
Karakter – Karakter
yoksunluğu – İyilik – Kötülük.
Bunların ışığında ve
gölgesinde sürdürülüyor dünya işleri.
Bu gibi yağmurların
altında ıslanıyor her insan.
Kaçamıyor.
İnsan, savaşçıdır,
mutlaka savaşın içindedir.
Gün geliyor, giysi
gibi giyindiğimiz, gıda gibi beslendiğimiz, kurtarıcı gibi sarıldığımız bir şey,
büyük okyanusun tam ortasında bizi terk edebiliyor.
İşte bu gibi
durumlar, korkuları ve yalnızlığı hızla çağırabilir.
Kafama takılır hep :
Kısacık yaşamlarımızda, neden bir İsveçli gibi, bir Norveçli gibi sakin,
huzurlu, ekonomik endişeler (geçim sıkıntıları) duymadan yaşayamıyoruz ?
Kısacık
yaşamlarımızda neden kendimizi bütünüyle bilgiye, kültüre, sanata, evrensel
değerlere veremiyoruz ve ruhlarımız aç, sefil kalıyor ?
Algıda, aydınlanmada
tıkanıyoruz.
BİRİLERİ, TIKANMAMIZI
SAĞLIYOR.
Çünkü, olayların
sonuçlarını nedenlerine bağlamamıza yardım edecek bilgi gücünü nedense elde
edemiyoruz.
İçine düştüğümüz,
içinden çıkamadığımız
BİLGİ KİRLİLİĞİ çok
kötü, çok kahredici.
Saygılarımla
Yazar / Şair Hüseyin Evcil
Copyright
Tyrannos Edebi
Ürünler / Tire