Cin Ali Müzesi | Bige Güven Kızılay
Kendi kuşağım adına konuşayım, bizler anne babamızın bağrından kopupda o tahta sıralı, kara tahtalı sınıflara ilk girdiğimiz an, hepimizin yanına bir minicik, güleç, neşeli çöp adam oturdu. Kalemi o verdi elimize, ilk kelimelerimizi onunla heceledik, onunla yazdık. Görünmeyen sınıf arkadaşımızdı bizim.
Kim mi?
Haydi tahmin edin.
Cin Ali.
Küçücük , yalın bir dünyası vardı onun. Tıpkı bizimki gibi. O yaşlarda hayat bizim için nasıl tek boyutlu ise, onunki de aynen öyleydi. Onun hayatına köşesinden bucağından tanık olurken farkında bile olmadan kelimeler tazecik beynimizde şekillenir, anlam kazanırdı. Topu vardı Cin Ali’nin, topacı vardı, haa bir de atı vardı. Kaya, Suna, Oya, arkadaşları vardı. Kara gözlü kuzusu, oyuncak treni, tankı, uçağı vardı. O da tıpkı bizim gibi çocuk bahçesinde oynar, hafta sonu ailesiyle kır gezisine giderdi.
Cin Ali var ya, hiç zorlamadan, bunaltmadan; bu ülkede kim bilir kaç kuşağın elinden tutup okumayı söktürdü.
O masum yıllarda hiç aklımıza gelmezdi. Kim yazmıştı, kim yaratmıştı Cin Ali’yi?
Bir hafta önce Ankara’ya gittiğimde, ne zamandır çok istediğim bir mekan, adeta önüme sihirli bir dokunuşla iniverdi. Bülten sokaktaki Cin Ali Müzesi !
Kızımı elinden tuttuğum gibi attım kendimi içeri. Ankara’mın yağmurlu, gri, tabir yerindeyse asık suratlı bir gününde, beyazlı sarılı iç açıcı yazısını binanın üstünde görür görmez, eski bir dosta rastlamışçasına heyecanlandım.
Cin Ali’nin gerçek ailesiyle tanıştık bu güzelim müzede.
Babası kimmiş biliyor musunuz? Rasim Kaygusuz.
Rasim öğretmen, Hasanoğlan Köy Enstitüsü mezunu. 14 yaşında giriyor Köy Enstitüsüne, 18 yaşında kendi köyüne dönüyor dimağında binbir bilgi ile. Hem köyün ilkokulunda öğretmenlik yapıyor, hem de Yetiştirme Yurdu’nda. Sadece okuma yazma da öğretmiyor, marangozluk, tarım, bahçecilik, arıcılık, tamirat; artık aklınıza ne gelirse… Ağaç olmayan köyünde ilk meyve ağaçlarını o dikiyor, ilk meyve bahçesi onun eseri. Derken kader bu ya, Remziye öğretmen geliyor Yetiştirme Yurdu’na. Evlenip mutlu bir yuva kuruyorlar. İki de dünya güzeli kızları oluyor.
Şimdi Rasim öğretmenin en çok sevdiği şey , ilkokul 1 çocuklarını okutmak. Yani okumayı, yazmayı söktüren ilk kişi olmak. Meslek hayatının 17 yılını birinci sınıf öğretmeni olarak geçirmiş. Müzeyi gezerken düşündüm de, nasıl haklı aslında, bir çocuğun okuduğuna şahit olmak, yazıyorsun artık diye müjdeyi veren öğretmen olmak ne kadar doyurucu, ne kadar mutlu eden bir duygudur kim bilir. Kendi çocukluğunuzdaki o anı hatırlayın, ya da kendi çocuğunuzun o anını hatırlayın. Hah işte o duyguyu yüzlerle çarpın. Öylesine bir mutluluk.
Neyse işte, bir gün evde oturma odasındaki divana uzanmış, elinde saman kağıdından bir defter ve kalemle oyalanırken, karşı divanda dikiş diken eşi Remziye öğretmen ile baldızı Müfide’ye diyor ki, “Ben bir kitap yazacağım. Çocukların rahatlıkla okumayı sökeceği bir kitap.”
Birkaç gün içinde de birinci kitabı eşine gösteriyor. Kitapta sadece yazı değil, çizimler de var üstelik. Birbirini tamamlayan yazı ve çizimler. Uzun uzun kafa yoruyor, çocuklar ilk okumayı sökerken nasıl kelimeler kullanılmalı, altındaki çizimler yalın, ama özendirici olmalı diye.
İşte Cin Ali, Rasim öğretmen 42 yaşındayken böyle dünyaya geliyor. Ailenin üçüncü evladı olarak.
Rasim öğretmen, o divanda böylesi bir kitabın hayalini kurarken, bütün ülkeye yayılacağını, kuşaklarca okunacağını, ve böylesi sevileceğini aklına getirmiş miydi bilemeyiz, ama yüreğinde hep vatan çocuklarına faydalı olma gayretiyle yaşamış. Bir görseniz neler var müzede… Devir yokluk devri, Cumhuriyet’in o güzelim , onurlu ve fakir yılları. “Yazmayan kalem” icad etmiş mesela. Kağıt ve kalem sarfiyatı olmasın diye. Bir görseniz ama nasıl zarif, adeta sedef gibi. Çizgili kağıda yazılı harflerin üstünden geçeceksin kalemle, elin alışacak, ama kağıt ve kurşun kalem ucu sarf etmeyeceksin.
Rengarenk elektrik kabloları var sonra. Bilmem hatırlar mısınız? Öyle net gözümün önüne geldi ki, oturma odamızdaki formika masanın üstünde o renkli kablolarla kendi adımı yazışım… Bir de Suna yazmayı severdim niyeyse… Hani Cin Ali’nin arkadaşı ya…
Görme engelli kardeşlerimiz için de Cin Ali’ler var. Döner kartonlar var görünce şıp diye hatırlayacağınız. Ne bileyim, o tahta kalem kutuları var, hani kapakları kayarak açılıp kapanan, sonra plastik su bardakları var, katlanıp yamyassı olabilen, dört mevsimi gösteren kocaman posterler var. Beyaz yakalı siyah önlükler, yakasında kırmızı kurdeleler, ak tebeşirle yazılan kara tahta, ipe dizilmiş kelimeler…. Bir çeşit zaman tüneli gibi. Sanki çekip küçülüp ilk okul yıllarına dönüveriyorsunuz yeniden.
Ama en çok ne var biliyor musunuz?
Hayatını eğitime adamış, mesleğini en güzel şekilde nasıl yapacağına odaklanmış Köy Enstitüsü mezunu pırıl pırıl bir Cumhuriyet öğretmeni var.
O yıllarda, biz o tahta sıralarda otururken, arka planda nasıl bir özen, nasıl bir sevgi, nasıl bir ihtimam varmış onun izleri var ışıktan bir damga gibi.
Bizler o kara önlükleri giyip kara tahtaya bakarken aslında ne denli apak zihinlere, nasıl temiz kalplere emanetmişiz, onun kanıtları var insanın ta içine dokunan.
Hiç bugünle karşılaştırıp Rasim öğretmenin anısına gölge düşürmeyeceğim. Köy Enstitüsü mezunu o kıymetli vatan evlatları, hani Atatürk’ün eğitim neferleri var ya, işte onlar. Onların iyi niyetleri, emekleri, gayretlerine hürmeten o dönemin değerlerini yaşatmak andımız olsun.
Yeni nesil, okulda değilse bile, bari evde Cin Ali’yle tanışsın. Hayatın , gözlerini ayırmadıkları tabletlerindeki eli silah tutan eçiş bücüş animasyon yaratıklarla değil, aileyle, dostlukla, yardımlaşmayla anlam kazandığını anlayabilsin.
Ne de olsa Cin Ali, bu ülkenin hiç büyümeyen tek çocuğu. Ve kapınızdan girmek üzere hevesle bekliyor.
Özlemişsinizdir emin olun.
Alın içeri.
Bige Güven Kızılay
04.02.2020
Cin Ali Müzesi : Bülten sokak No: 32 Çankaya/ Ankara)
( Bu anlamlı müzeyi bizlere kazandıran, Rasim öğretmenin kızları Nesrin ve Nevin hanıma kucak dolusu sevgi ve saygıyla…)