Dolar 34,5055
Euro 36,4583
Altın 2.955,93
BİST 9.084,29
Adana Adıyaman Afyon Ağrı Aksaray Amasya Ankara Antalya Ardahan Artvin Aydın Balıkesir Bartın Batman Bayburt Bilecik Bingöl Bitlis Bolu Burdur Bursa Çanakkale Çankırı Çorum Denizli Diyarbakır Düzce Edirne Elazığ Erzincan Erzurum Eskişehir Gaziantep Giresun Gümüşhane Hakkari Hatay Iğdır Isparta İstanbul İzmir K.Maraş Karabük Karaman Kars Kastamonu Kayseri Kırıkkale Kırklareli Kırşehir Kilis Kocaeli Konya Kütahya Malatya Manisa Mardin Mersin Muğla Muş Nevşehir Niğde Ordu Osmaniye Rize Sakarya Samsun Siirt Sinop Sivas Şanlıurfa Şırnak Tekirdağ Tokat Trabzon Tunceli Uşak Van Yalova Yozgat Zonguldak
Hatay 18 °C
Az Bulutlu

Dünya Yanıyor, Peki Kim Nasıl Söndürecek !? | Adil Okay

25.01.2020
1.907
A+
A-
Dünya Yanıyor, Peki Kim Nasıl Söndürecek !? | Adil Okay

“ Sonsuz tüketimin hayal gücü sanat dünyasına da girdi. “Green washing”le (yeşille göz boyama) görmüş olduğumuz gibi, “cultural washing”(kültürle göz boyama) biçimlerine tanık oluyoruz. (…) Milyarlarıyla silahlanmış bu STK’lar, dünyaya saldırmışlardır. Onlar potansiyel devrimcileri ücretli aktivistlere, finanse edilen sanatçılara, entelektüellere ve film yapımcılarına dönüştürürler, onları radikal meydan okumadan caydırırlar.”   Arundhati Roy

Hindistan’da hava kirliliğinin artması üzerine halka 5 milyon gaz maskesi dağıtılmış. Bu ne demek? Neoliberal talanın sonunda, doğa pes etmiş. Kendini yenileyemez hale gelmiş. Oksijen deposu tükenmiş. Gaz maskesi dağıtmanın yetmeyeceğini, bu çılgın talana, üretime (ve tabi tüketime) dur demek gerektiğini Hindistanlı egemenler bilmiyor mu? Avustralya’da canlı yayın izlediğimiz, bizi hüzünlendiren, uykumuzu kaçıran yangınlara karşı ordunun göreve çağrılmasının çözüm olmayacağını o ülkenin yöneticileri bilmiyorlar mı? Elbette biliyorlar. Ama “büyüme- kalkınma” retoriği ile halkı aldatıp sömürmeye, dolayısıyla tabiatı geri dönülmez biçimde tahrip etmeye devam eden çokuluslu şirketler, sömürüden elde ettikleri kârın bir bölümünü -susturmak için- hükümet üyelerine, yandaş gazetecilere, adlarının başında Prof., “Bilim insanı” unvanı olan satılık uzmanlara ve bazı “sarı” çevreci STK’lara aktarıyorlar. Bu düzen tüm dünyada böyle işliyor.

Sarı sendika olur da “sarı çevreci STK” olmaz mı? Olur elbette. TÜSİAD, MÜSİAD ve onların küçük – büyük ortakları ile türevleri gibi. Örneğin İstanbul’da bu yıl ana teması “Çevrecilik” olan, “7. Kıta” sloganıyla açılan 16. İstanbul Bienali’nin sponsorları arasında çevreyi en fazla kirleten şirketler olduğu ortaya çıktı. Bunu öğrenen bazı sanatçılar da Bienali protesto ettiler. Pelin Cengiz de “‘Kirletme hakkı’ için lobilere Avrupa’da milyonlar harcayıp, ABD’de vergi kaçırdılar…” başlıklı makalesinde aynı soruna değinmiş:  BP, Shell, Chevron, ExxonMobil ve Total (ve yerli – milli ortakları b.n) ile bu şirketlerin sanayi grupları lobi faaliyetleri için 2010-2018 yılları arasında 123 milyon euro harcadığını söylemiş.

Arundhati Roy da Hindistan’da çevreyi kirleten sponsorlara, onlardan nemalanan STK’lara karşı bir yazısında acımasız davranmış: “Sonsuz tüketimin hayal gücü sanat dünyasına da girdi. “Green washing”le (yeşille göz boyamada) görmüş olduğumuz gibi, “cultural washing”(kültürle göz boyama) biçimlerine tanık oluyoruz. Dünyanın en büyük edebiyat festivali bugün Hindistan’da, Jaipur’da bulunuyor. Oraya herkes geliyor; yayıncılar, yazarlar… İfade özgürlüğünden, sanattan söz ediliyor orada; oysa bu festivali finanse eden kimseler ormanlardaki halkları yok ediyor, Hindu ve milliyetçi olmamayı bile suç telakki eden bir hükümeti destekliyorlar. Maden şirketleri, ifade özgürlüğünden medeni bir tarzda söz eden harikulade kimselerle sinema ya da edebiyat festivalleri finanse ediyorlar; oysa o sırada sponsorlar dünyayı yok ediyor. (…) Milyarlarıyla silahlanmış bu STK’lar, dünyaya saldırmışlardır. Onlar potansiyel devrimcileri ücretli aktivistlere, finanse edilen sanatçılara, entelektüellere ve film yapımcılarına dönüştürürler, onları radikal meydan okumadan caydırırlar. (…) Böylelikle de düşünme tarzları yumuşatılır. Farklı bir dünyayı tahayyül imkânlarımızın büyük kısmı ortadan kaldırılır.[i]

Roy’un altını çizdiği gibi ekolojik felaketin asıl sorumlularının STK’lar ve yandaş medya aracılığıyla gizlenme – aklanma çabası, sadece bizim ülkemizde değil, dünyanın dört bir yanında gerçekleşiyor. “Fon”larla yapılan “iş”lerle, çizginin dışına çıkmadan ‘muhalifmiş” gibi yapılıyor.

Diğer yandan sadece “dış güçler” metaforuyla oyalanırsak, kendi ülkemizdeki “yerli – milli – ve tabi ki işbirlikçi” tabiat düşmanlarını aklamış oluruz. Yani evrensel / küresel bir kötülük yuvası olan sermaye sınıfına karşı, evrensel mücadeleyi örmek gerekiyor. Şirketlerin ve tabi onları koruyup kollayan siyasi iktidarların suçlarını gizlemeden. İşte o zaman anti – emperyalist ya da “çevreci” söylemimizin samimiyeti ortaya çıkar. Mesela Kanadalı bir şirket Türk ortaklarıyla beraber büyük direnişlere sahne olan Kaz Dağlarında siyanürle altın arayıp coğrafyamızı katletme hazırlığı yaparken, MSN GOLD adlı bir Türk maden şirketi de Burkina Faso adlı Afrika ülkesinde siyanürle altın aramakta ve o coğrafyayı kanatmaktadır. Eğer ona da karşı çıkmaz ve “benim kapitalistim iyidir” dersek tüm çevreci söylemimiz havada kalır.  

Zira sermayenin dini, dili, milliyeti yoktur. Türk, Yunan, Kanadalı, ABD’li, Fransız, Alman, Hintli, Avusturalyalı kapitalist fark etmez. Hepsi siyasi iktidarların desteğiyle yağmada, çapulda birleşiyor. O halde bu yağmaya dur diyenlerin de (Türk, Kürt, Arap, Fransız, Alman, Hintli, Avusturalyalı, Burkina Faso veya Amazon yerlisi fark etmez) birleşmesi gerekmektedir. Yoksa sadece bizim ülkemiz (veya Avustralya) değil, tüm dünya yanmaya devam edecektir.

Fikret Başkaya’nın dediği gibi: “İşin özeti şu: Sermaye kendini genişletilmiş ölçekte yeniden üretmek zorunda, aksi halde varlığını sürdüremez, artık burada durayım, bu kadarı yeter demesi mümkün değil. Lâkin patinaj yapıyor, o zaman bu soruna bir çare bulmak gerekiyor. İşte “yeşil ekonomi”, daha doğrusu “yeşil büyüme” bu zorunluluğun sonucu olarak peydahlandı. “Esmer ekonominin” yerine, “yeşilini’ ikâme etme çabası söz konusu… Amaç, sermayeye yeni ve daha büyük değerlenme, daha büyük kâr alanları açmak. Diyorlar ki, ekonominin ekolojikleşkesi büyümeye bir fren değil, dolayısıyla “yeşil ekonomiyle” sorunlar aşılır, yoksulluk ortadan kalkar, eşitsizlikler azalır, vb. Hem bunlar sağlanır ve hem de ekolojik riskler, doğal kaynak yetersizliği sorun olmaktan çıkar. Böyle bir söylem ancak kapitalizm, onun temel ‘yasaları’, temel eğilimleri ve dinamiklerinden habersiz olan ahmakları aldatmaya yarar…(…)  Aslında yeşil ekonomi demek, yangına körükle gitmek gibi bir şey. Asıl amaç ekonomik büyümenin gerektirdiği “sınırsız pazar” arayışına bir çare bulmak… Başka türlü söylersek, doğanın finanslaşması, bu dünyada canlı olan ne varsa metalaştırılması, paralılaştırılması, özelleştirilmesi, özel mülk kategorisine indirgenmesi amaçlanıyor. (…) Lâkin bu dünyanın kaynakları sınırlı; ve kapitalist, üretim sürecinde doğaya verilen zararlar dikkate alınmıyor…”[ii] “Bir kapitalist bir yere diyelim bir fabrika, bir üretim tesisi kurduğunda, yakından geçen nehri kirletir [zehirler], toprağı ve havayı kirletir… O nehrin suyunu içen, o su ile yetişen sebzeleri, meyveleri yiyen, o havayı soluyan insanlar hastalanır. Kapitalist bu sefer de onları ‘tedavi ederek’, ilaç satarak kâr eder… Velhasıl ‘iş bitirici’ kapitalist için kâr etmenin sınırı yoktur… Tüm bu zaman zarfında da ‘ekonomi büyür’… Mülk sahibi sınıfın sözcüleri, burjuva politikacıları, bilimi kendilerinden menkul burjuva iktisatçıları yüksek büyüme oranlarıyla öğünürler… Zaten ekonomik büyüme burjuva toplumunun, kapitalist toplumun afyonudur… Neyin, neden, nasıl ve ne pahasına büyüdüğü, büyümenin kimin için ne anlama geldiği hiç bir zaman sorun edilmez… “[iii]  

16 Fotoğrafçı bir araya gelip hazırladığımız ve başta Aysin ve Ali Ulvi Büyüknohutçu çifti olmak üzere, son on yılda dünyanın birçok yerinde ekolojik talana karşı mücadele ederken öldürülen binden fazla çevreciye ithaf ettiğimiz, “Tabiatın Çığlığı”[iv] adlı Karma Fotoğraf Sergimizin tanıtım yazısında belirttiğimiz gibi: “Sadece kâr amaçlı enerji ile meta üretimi, plansız üretim- tüketim,  betonlaşma, bilinçsiz yol yapımı, santrallerin inşası, silah üretimi, savaşlar ve tabi bunların doğal sonucu olan karbon salımı devam ederse çocuklarımıza miras olarak çöl bırakacağız.”

Sonuç olarak talanı frenlemek önemli olmakla beraber yeterli değildir. Daha radikal sistem değişikliğini, üretim, tüketim, bölüşüm biçimini yeniden düşünmek, sorgulamak gerekmektedir. Daha açık ifadeyle kapitalizm denilen bu yıkıcı sistemden –tüm dünyada- bir an önce kurtulmamız ve adına eko – komün veya eko- sosyalist diyebileceğimiz (komünizme evirilebilecek) yeni bir sistemin inşası için mücadele etmemiz gerekmektedir.

Adil Okay

*Güney Dergisi’nin 91. Sayısında yayınlanan “TABİATIN ÇIĞLIĞI” VE EKOLOJİK TALANA KARŞI NE YAPMALI” adlı yazımın güncellenmiş halidir.


[i] Arundhati Roy – Kapitalizm: Bir hayalet hikâyesi. http://www.soldefter.com/2012/04/16/arundhati-roy-kapitalizm-bir-hayalet-hikayesi/
[ii] Emet Değirmenci, Fikret Başkaya ile “Yeşil Kapitalizm” ve Çıkış Üzerine Söyleşi.
Fikret Başkaya ile “Yeşil Kapitalizm” ve Çıkış Üzerine Söyleşi*
[iii] Fikret Başkaya, İklim zirveleri veya seyirciyi oyalamak!, ozguruniversite.org

[iv] Tabiatın Çığlığı, https://www.evrensel.net/haber/385872/mersinde-caretta-caretta-sanat-galerisinde-tabiatin-cigligi-sergisi-basladi

Adil Okay
Adil Okay Kimdir… 1957’de Antakya’da doğdu. İlk ve orta öğrenimini doğduğu ilde, yüksek öğrenimini Adana’da yaptı. Politik nedenlerden, Adana ve Ankara cezaevlerinde yattı. 12 Eylül darbesinden sonra  illegal yollardan yurtdışına çıktı. 1981-1982 arasında bir süre Lübnan’da Filistin kamplarında kaldı. 1983’te Fransa’ya yerleşti.  1984’te, sonraları adı Yazın olarak değişen ‘Direniş’ adlı derginin yayınlanmasına katkı sundu. Sürgünde yaşadığı süre içinde, ‘Mültecinin Bunalımı adlı öykü ve ‘Yeşillerini Giyin de Gel başlıklı şiir kitapları yayınlandı. Fransa’da iki arkadaşıyla beraber, ‘Fransa Postası’ adlı aylık dergi yayınladı. Yirmi yıl sürgünden sonra, dosyalarda zaman aşımından yararlanıp Türkiye’ye dönebildi.   TÜRKİYE’YE DÖNDÜKTEN SONRA 1999’dan 2018’e kadar 16 yeni kitap çalışması oldu. Özgür Üniversite’nin ‘Kavram Sözlüğü’ çalışmasına iki madde (Barış ve Burjuvazi) yazarak katkı sundu. Çalışmalarıyla 15. Ömer Seyfettin Öykü Yarışması ile 6. Hasan Bayrı şiir yarışmasında ödüle layık görüldü. 2012 Yılında da ‘Mersin 68’liler Derneği’nin ‘Onur Ödülü’nü aldı. İstanbul, Mersin, Antakya ve Samandağ’da “Konuşan Fotoğraflar” ile “Şair Kapıları” adını verdiği fotoğraf çalışmalarını sergiledi. Çeşitli sergilerde küratörlük yaptı. Karma sergilerde yer aldı. Çeşitli panellerde, ulusal ve uluslar arası sempozyumlarda değişik konularda tebliğler sundu.   Okay’ın yazdığı kitaplardan: Hançerini Ay Işığına Çalan Adam’ (şiir) 1999’da, ‘Yirmi Beşinci Saat’ (şiir) 2006’da, ‘12 Eylül Ve Filistin Günlüğü’ (anı-belgesel) ile ‘Konuşan Fotoğraflar’ (fotoğraf) 2008’de, (40 kentte sahneye konan 2 perdelik politik – belgesel oyunu) Karanlığın İçinde Aydınlık Yüzler−Ölülerimiz Konuşuyor’ Ütopya Yayınevi tarafından 2010’da yayımlandı. 2011’de ‘Kadın Gibi Kadın −Haykırış’  ile “Tekel İşçisi Bir Kadının Uyanışı”  adlı oyunları sahnelendi. 2012 yılında Sokak tiyatrosu olarak sahnelenen “Cumartesi Anneleri” adlı oyunu, Emeğin Sanatı yayınlarınca ‘e-kitap’laştı. Yine 2012’de “Eylül Kokusu” adlı şiir kitabı Ütopya Yayınevi tarafından yayımlandı. 2013 yılında “Ben çıkana kadar büyüme e mi – Görüş Günlerinde Büyüyen Çocuklar” Nota Bene yayınlarından çıktı. Bu kitap TBMM’nde 4. Yargı paketi tartışmalarında referans oldu. 2015 Yılında “Şair Kapıları” (Fotoğraf – şiir), 2016’da “Hapishanelere Esinti Yollayalım” (İnceleme) Ütopya Yayınevi tarafından yayımlandı. “Arkası Yarın – Bir Ayrılık Hikâyesi” adlı romanı, yazarın 18. Kitabıdır.Okay’ın yazdığı Tiyatro oyunları, Türkiye’nin birçok yerinde sahnelenmeye devam ediyor. İletişim: okayadil@hotmail.com
BİR YORUM YAZIN
ZİYARETÇİ YORUMLARI - 0 YORUM

Henüz yorum yapılmamış.