Dolar 34,5055
Euro 36,4583
Altın 2.955,93
BİST 9.084,29
Adana Adıyaman Afyon Ağrı Aksaray Amasya Ankara Antalya Ardahan Artvin Aydın Balıkesir Bartın Batman Bayburt Bilecik Bingöl Bitlis Bolu Burdur Bursa Çanakkale Çankırı Çorum Denizli Diyarbakır Düzce Edirne Elazığ Erzincan Erzurum Eskişehir Gaziantep Giresun Gümüşhane Hakkari Hatay Iğdır Isparta İstanbul İzmir K.Maraş Karabük Karaman Kars Kastamonu Kayseri Kırıkkale Kırklareli Kırşehir Kilis Kocaeli Konya Kütahya Malatya Manisa Mardin Mersin Muğla Muş Nevşehir Niğde Ordu Osmaniye Rize Sakarya Samsun Siirt Sinop Sivas Şanlıurfa Şırnak Tekirdağ Tokat Trabzon Tunceli Uşak Van Yalova Yozgat Zonguldak
Hatay 18 °C
Az Bulutlu

Boris Pasternak’ın Doktor Jivago’sunun Bilinmeyenleri | Ferhan Şaylıman

25.10.2019
1.727
A+
A-
Boris Pasternak’ın Doktor Jivago’sunun Bilinmeyenleri | Ferhan Şaylıman

Boris Pasternak ya da Doktor Jivago.

Boris Pasternak’ın tek romanı Doktor Jivago, dünya edebiyatının klasik ve en tartışmalı metinlerinden biri olarak kabul ediliyor. Eseri ilk kez Rusça aslından tam metin olarak Türkçeye çeviren Hülya Arslan, Doktor Jivago romanının arka planını anlatıyor.

Doktor Jivago uzun yılları kapsayan, bir epik roman… En ilginç özelliklerinden biri de kahramanı Doktor Jivago ile yazarı Boris Pasternak arasında pek çok paralellikler içeriyor olması değil mi?

İkisi de devrimin ilk başlarında romantik duygulara sahipken, zamanla pek çok konuyla ilgili dehşete düşüp muhalif oluyorlar. İkisi de şair ve şiirleri toplumsal olmadığı, bireysel olduğu için eleştiriliyor. İkisi de ömürlerinin bir döneminde sürgün tehlikesiyle yüzleşmek zorunda kalıyor ancak vatanlarına çok büyük bir aşkla bağlı oldukları için her şeye rağmen ayrılmıyorlar. Bu biraz da yazarın kendi yaşam öyküsü mü sizce?

Doktor Jivago aslında şair olan Boris Pasternak’ın yazar olarak adını duyurduğu ilk yıllardan itibaren hayalini kurduğu tek romanıdır. Önceleri “Kızlar ve Oğlanlar” adını vermeyi düşünür eserine. Çeşitli zaman dilimlerinde kendi yaşadıkları üzerine kurgulayacağı ve kişisel deneyimleri ile güçlendireceği bir roman yazmayı hayal ettiğini biliyoruz.

Pasternak, 1945 yılında Sovyet Rusya’nın İkinci Dünya Savaşı’ndan zaferle çıkmasının ardından yaşanan toplumsal gelişmeler zemininde bu isteğini gerçekleştirme ortamı bulur. Başlangıçta yaptığı taslak üzerinden romanını altı ay gibi bir sürede bitireceğini planlar. 1 Şubat 1946 tarihinde “Hayatımın en ateşli yıllarında biriktirdiğim ‘kaynaklardan’ yola çıkarak yazacağım uzun bir romana başladım. Yazın senin gelişine kadar bitirmenin acelesi içerisindeyim” diye yazar kuzeni Olga Freydenberg’e. Ancak, planları ile hayatın getirdikleri birbirini tutmaz. Pasternak hayatını kazanmak için edebiyat çevirilerine öncelik vermek zorunda kalır ve roman üzerindeki çalışmaları sık sık kesintiye uğrar. Gelişen olaylar çerçevesinde, düşlediği ana fikirden belli oranda uzaklaşır. Romanın çerçevesi genişler.

Eserin başında, Çarlık döneminin son yılları anlatılır. Henüz öğrenci olan ana kahramanların tanıklığında, Sosyalist devrimin ses verdiği 1903-1905 olayları, o günlerin Moskova tablosunda verilir. Birinci Dünya Savaşı, 1917’de gerçekleşen devrim ve sonrasında Sovyetler Birliği’nin oluşum sancıları yaşamın içinden canlı bir kesit olarak sunulur. İkinci Dünya Savaşı’nın sonunda roman da biter. Kısacası, sadece Sovyetler Birliği coğrafyası için değil dünyadaki siyasal dengeler, toplumsal gelişmeler açısından da çok önemli olan yaklaşık 40 yıllık süreç, Doktor Jivago’nun hayatı üzerinden anlatılmaktadır. Doğal olarak, bu kadar geniş bir zaman dilimine yayılan eserin, yazarının yaşamıyla paralellik taşımadığı düşünülemez. Pasternak da tıpkı çağdaşı diğer yazarlar, sanat insanları gibi başta devrime inançla yaklaşmıştır. Ancak sonraki yıllarda birtakım uygulamalar güvenini sarsar. Aydın kimliğinin zedelendiği noktalarda asla taviz vermez. Romanın başkahramanı Doktor Jivago ile en temel örtüşme noktası da budur kanımca.

Aslında, romanın adının çeviride ileti kaybı sorunu çerçevesinde incelenmesini düşünüyorum. Kahramanımızın soyadı “Jivago” Rusça “yaşamak” fiilinden geliyor. Pasternak bir söyleşide, küçükken kilisede söyledikleri bir ilahide İsa’dan sonsuz yaşayan (jivago) olarak bahsedildiğini ve sürekli bunu zihninde kendi kendine tekrar ettiğini söyler ve daha o zamanlarda bunun bir kahramanına ad olacağına karar verdiğini de ekler.

Doktor Jivago, Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği’nde uzun yıllar yasaktı. Romanın bu serüveniyle ilgili ulaşabildiğiniz, sizin bilginiz dâhilinde olan ayrıntılar neler? Neden bu kadar korkulan bir metin?

Bilindiği gibi, Sovyetler Birliği döneminde diğer sanat dalları gibi edebiyat da, Parti ideallerini duyurmak açısından önemli bir propaganda ve eğitim aracıydı. Bu anlamda, “yasal edebiyat” bir sansür komitesi tarafından denetleniyor ve Yazarlar Birliği üzerinden uygulanıyordu. Belirli dinamiklere uymayan eserlerin basılması söz konusu değildi. Roman Doktor Jivago ise tüm bu beklentilerin aksine, Rus entelektüelinin psikolojik çöküşünü anlatan bir eserdir. Pasternak, tarihsel zeminde açtığı pencereden, teslim olup kendi çöküşünü hızlandıran aydın sınıfın öyküsünü anlatmaktadır. Eserin başkahramanı, çektiği tüm eziyetlere karşın, bu “kişisel” çöküşe, toplumun geleneksel değerlerini göz ardı etmeye karşı durmaktadır. Jivago’nun beraberindeki diğer kahramanlar da tarihsel süreçte değişen fikirleri, yönetime uzaklık ve yakınlıklarıyla, değişen sosyal statüleriyle, Sovyet toplumundaki gelişmeleri gözler önüne sererler.

Üstelik Pasternak bunu çağdaşı diğer yasaklı yazarlar gibi ders verir şekilde yapmaz. Romanın bütünselliği içerisinde, hayattan kesitlerle verir mesajını. Belki de kendisinin en canını yakan uygulamalara ayna tutar usulca. Böylelikle, okur 1917 devriminden sonraki süreçte yaşanan toplumsal sıkıntıları, kırılma noktalarını, toplum tarafından içselleştirmesi hedeflenen yeni ideolojilerin bireysel gelişime olumlu/ olumsuz yansımalarını anlama fırsatı bulur. Tabi ki bu Sovyetler Birliği’nde yönetimin “edebiyat” anlayışına sığmayacak bir olgudur. Bu nedenle de korkulan bir metin olur. Üstelik bu ayna, eserde sadece Doktor Jivago kimliği üzerinden tutulmaz. Diğer kahramanlar da değişik perspektiflerden tutarlar aynayı yaşanan gelişmelere. Örneğin başta öğrenci gösterileriyle tanıdığımız Pavel (Paşa) Antipov’un, idealist bir öğretmen olarak genç ailesiyle Urallara yola çıkışına tanıklık ederiz. Ardından savaş sırasında gönüllü olarak askere gider. Sonrasında onu Sibirya’nın derinliklerinde Kızıl Ordu’nun önemli bir komutanı olarak buluruz. Artık başka bir isimle tanınmakta, Strelnikov olarak bilinmektedir. Ne var ki parti üyesi olmaz. Savaş sonrasında iç hesaplaşmalar döneminde kendini öldürerek kurtulur başına gelebilecekler. Gromiko ailesinin yaşadıkları ise soylu sınıfın yaşadıklarına tutulan bir aynadır. Moskova’daki büyük evlerinde verilen konserlerden, bir parça odun için mücadeleye dek uzanır. Bir dönem Sibirya’daki aile toprakları onlar için kurtuluş gibi görünse de sonunda kendilerini yurt dışında bulurlar. Sovyetlerin toplumsal ideolojisi, “ideal” tiplemesi, romanda daha pek çok örnekle “Acaba mı” sorusunu zihinlerde uyandıracak niteliktedir.

Pasternak’a Nobel Edebiyat Ödülü’nü kazandıran roman olarak görülüyor Doktor Jivago. İlk romanla gelen bu evrensel başarının sırrı, romandan öte aslında biraz da romanın yayımlanma sürecinde başına gelenlerle, Sovyet rejimini eleştirmesiyle ilgili olabilir mi? Bu konu hakkında neler söylemek istersiniz?

Pasternak 1955 yılında tamamlar romanını. Oysa 23 Ocak 1947 tarihinde dönemin en önemli resmî edebiyat dergisi olan “Novıy Mir” ile Doktor Jivago için yayın anlaşması imzalamış, teslim tarihini Ağustos 1947 olarak vermiştir. Ama mevcut koşullar çerçevesinde sekiz yıl gecikmeli olarak bitirebilir eserini. Ve sansür kurulundan onay alamaz. Yukarıda da değindiğim gibi ideolojik olarak “resmî edebiyat”ın bir parçası olamamıştır çünkü. Şiirlerinde, beklenen “coşkulu” dizeler bir türlü ses bulamamıştır. Üstelik tek romanı, Doktor Jivago da Sovyet rejimini desteklemediği gibi eleştirel bir bakış açısıyla yazılmıştır ve yayımlanması mümkün değildir. İşte tam da bu noktada Batı istediğini bulmuştur. Burada CIA’in öyle davrandığı, böyle yaptığından daha çok edebiyatın gücü üstünde durulması gerektiğini düşünüyorum. Çift kutuplu dünyada, egemen güçlerin araç olarak edebiyatı kullanmaları ve bunda da başarılı olmaları çok daha etkileyici bence. Çünkü günümüzde pek çok ödülün siyasi duruşla ilgili olduğu biliniyor kanımca. Doktor Jivago için de aynı şey olmuş, Sovyetler Birliği’nde “sakıncalı” görülen eser, Batı’nın arayıp da bulamadığı bir propaganda aracına dönüşmüştür.

Peki Pasternak’ın Nobel Edebiyat Ödülü’nü reddetmesiyle ilgili neler söylersiniz?

Aslında önce kabul mesajı yayınlayıp sonradan tehditler nedeniyle reddetmek zorunda kalmış sanırım.

Ekim 1958’de Nobel Edebiyat Ödülü’nün sahibi olarak açıklanır Pasternak. Ancak çok daha öncesinde, 1954 yılında Batı basınında bununla ilişkili haberler çıkmakta ve “Sovyet Yazar Boris Pasternak” Nobel’e en yakın aday olarak gösterilmektedir. Batı çeşitli kanallardan bu haberleri SSCB’ye de sızdırmanın yolunu bulmakta, gerekli kamuoyunu yaratmak için hiçbir fırsatı kaçırmamaktadır. Pasternak, dostlarına bunun imkânsız olduğunu tekrarlar her defasında. “Hemingway’in adının geçtiği bir yerde ben nasıl ödül alayım?” diyerek bu söylentilere şaşkınlığını belirtir.

Nobel Komitesi’nden 23 Ekim 1958’de bir telgraf gelir. Artık Nobel Edebiyat Ödülü kazanmış bir yazardır. Ödülün gerekçesinde Doktor Jivago romanının adı bile geçmez. Değerlendirmede şiirleri esas alınmıştır. Yazarın Moskova yakınlarındaki kır evinde mütevazı bir kutlama masası kurulur. En yakın dostlarla kadeh kaldırılır. Boris Pasternak hemen bir telgraf çeker Nobel Edebiyat Komitesi’ne; “Sonsuz minnettarım. Çok etkilendim, gururlandım, şaşırdım” diye yazar. Pasternak duygularını ifade edecek uygun sözcükler ararken Parti Merkez Komitesi toplanmıştır bile. Acil gündemde “Pasternak’ın iftiralarla dolu romanı” vardır. “Soğuk Savaş’ta Batı’nın eline önemli kozlar veren, uluslararası arenada Sovyetler Birliği karşıtı propagandayı güçlendiren bu ödülü, ülkeye ihanet” sayan rapor derhal kaleme alınır. Ertesi gün Pravdagazetesinde “uluslararası provokasyon ve ona hizmet edenler” etkileyici bir dille halka duyurulur. 27 Ekim’de Pasternak, Yazarlar Birliği’nden ihraç edilir. Sovyet vatandaşlığından çıkarılması söz konusudur. Bu artık Pasternak tarafından beklenen bir hamledir. Kendisinden istenen Nobel Edebiyat Ödülü’nü geri vermesidir.

Pasternak Peredelkino’ya kapatır kendini. Kimseyle görüşmeyi kabul etmez, gazete okumaz. Taviz vermemeye kararlıdır. 29 Ekim’de sevdiği kadın İvinskaya’dan haber almak üzere Moskova’ya gider. Kısa bir telefon konuşmasından sonra ahizeyi yerine koyduğu gibi postaneye gider ve önce Stockholm’e bir telgraf çekerek ödülü alamayacağını bildirir. İkinci telgrafın metni daha kısadır: “İvinskaya’yı işe geri alın. Ödülü reddettim.” Telgrafın adresi Merkez Komite’dir.

Aslında Doktor Jivago, son derece karmaşık ve çok katmanlı yapısı, çok sayıda karakteriyle zor bir roman. Ancak dünya çapında bir efsaneye dönüşmüş ve çok sevilmiş. Siz bunu neye bağlıyorsunuz?

Uzamdaki tek ortak dilin sevda dili olmasına bağlıyorum öncelikle. Öyle derin aşklar var ki romanda. Çok katmanlı olan bu eser, bu aşkların sayesinde rahatlıkla okunabiliyor. Sadece karşı cinsler arasındaki aşk değil, sözünü ettiğim. Memleket sevdası, edebiyat sevdası, yapılan işe karşı duyulan sevda ve hepsinin temelinde de insan sevdası! İnsan olma sevdası!

Doktor Jivago bir dönem romanı olarak okunabilir. Bu çerçeveden bakıldığında, özellikle bizim toplumumuz için oldukça çok bilgilendirici yanı var. Eleştirel bir eser olarak okunduğunda ise gene son derece doyurucu olacaktır. Eleştirinin böylesi yaşamın içinden öğelerle yapılıyor olması değerini arttırmaktadır. Tüm bunların yanı sıra felsefe ve dinî açıdan da oldukça zengin bir metin…

Bununla birlikte çok eleştirildiği yanları da olmuş. Örneğin bir diğer edebiyat devi Nabokov, romanı inandırıcılıktan uzak, çok sayıda tesadüflerle ilerleyen, beceriksizce yazılmış, fazla dramatik ve gereksiz romantik öğelerle dolu olarak suçlamış…

Çok fazla katıldığımı söyleyemeyeceğim. Çağdaşları Pasternak’ı “vicdanlarının sesi” olarak tanımlıyor. Sanırım bu daha uygun. Nobel Edebiyat Ödülü ile başlayan Pasternak’ın toplumdan ve edebiyat çevrelerinden iyice dışlandığı dönemde klişe olan bir deyiş var. Herkes “Ben Pasternak’ı okumadım” der, ardından kendini tutamaz “ama” diye devam ederek romandan alıntılar yaparmış.

Beceriksizce yazılmış olduğunu da kabul etmek biraz zor. Alışılmışın dışında biraz kalabalık bir roman sadece. Günümüz değerleri açısından bakıldığında iki roman yazılabilecek malzeme var eserde.

En büyük hayranlarından biri olan Italo Calvino, “20. yüzyılın ortasında, 19. yüzyılın büyük Rus romanı, Kral Hamlet’in hayaleti gibi, geri dönüp bizi ziyaret ediyor,” demiş. Sizce de Doktor Jivago büyük Rus klasikleriyle benzer niteliklere ve değere sahip bir roman mıdır?

Pasternak 19. yüzyıl Rus yazarlarıyla büyümüş bir yazar. Lev Tolstoy’un evlerindeki toplantılara katıldığı bilinmekte. Onun yetiştiği dönemin öncü yazarları, ressam babası ve müzisyen annesi ile aynı çevreden insanlar. Dolayısıyla edebiyat tutkusunu zengin bir ortamda beslemiş.

Eserinde bunun izlerini görmek mümkün. Bu bağlamda, beklenenin aksine Dostoyevski’ye Tolstoy’dan daha yakın olduğunun altını çizmemiz gerekir. Lara’dan bahsederken Dostoyevski’nin Sonya’sı ile olan bağlantıya değinmiştim. Bu noktadan devam edebiliriz. Lara’nın kocası Pavel Antipov/ Strelnikov’da da, gene Suç ve Ceza’nın Raskolnikov’u ile güçlü paralellikler bulmak mümkün. Roman boyunca kahramanımız Jivago zaten Blok’un etkisinde. Sürekli onu tartışıyor, ondan örnekler veriyor. Uzun kış geceleri, Sibirya’nın derinliklerinde Puşkin ve Çehov okumakla geçiyor. Romanın yazım sürecinde dostlarına yazdıklarından parçalar okuyan Pasternak, Tolstoy’dan farklı bir din anlayışı olduğunu söylüyor. Ve eserinde bunun anlaşılmasını istediğini de vurguluyor. Bakarsanız, bireysellik açısından da toplumsal duruşu Tolstoy’a biraz uzak.

Gelelim Doktor Jivago ve Lara arasındaki büyük aşka… Sizce bu romantik aşk öyküsü, yazarın okura Sovyet devrimine dair söylemek istediklerini aktarabilmek için ön plana koyduğu bir tür dekor, bir oyun olarak yerleştirilmiş bir tema mıdır? Yoksa Rus edebiyatının çok bilinen romantizminin doğal bir yansıması mıdır?

Sadece Rus edebiyatının değil, sanıyorum dünya edebiyatının ana ekseninde de aşk duruyor. Bir eserin ölümsüz olması için gerçek yaşamdan çok uzak olmaması gerekir kanımca. Bunun için de aşk gerekli elbette. Yukarıda da değindiğim gibi Jivago ile Lara’nın aşkı öylesine güçlü ki ikisi de eşlerine olan sorumluluklarını birbirleriyle paylaşıyorlar, birbirlerine yardımcı olmaya çalışıyorlar. Onların aşkını bu kadar kuvvetli yapan ve okuyucunun ahlaksal sorunlara takılmadan onların aşkına kapılıp gitmesini sağlayan, hayatla olan ilişkileri. Birbirleriyle örtüşen yaşam felsefeleri. Etraflarında olan biteni, kendi değer yargıları içerisinde değerlendirebilme yetilerini kaybetmemeleri. Koşulsuzca sevdalarını yaşamaları bu anlamda oldukça önemli. Ve elbette bu, kırk yılı aşkın bir zaman dilimini konu alan bir eser için daha pek çok mesajı vermeye son derece uygun bir çatı.

Yapı Kredi Yayınları’nın yayımladığı, elimizde bulunan ve çevirisi sizin tarafından yapılan en son Doktor Jivago edisyonu için “ilk kez eksiksiz bir biçimde ve doğrudan Rusçadan çevrildi. Jivago’nun yazdığı şiirler ekiyle birlikte,” bilgisi veriliyor. Daha önce eksik olan ve şimdi tamamlanan bölümleri nereleriydi?

Doktor Jivago daha önce de dilimize çevrilmiş. Hatta birkaç farklı çevirisi var. O zamanlar orijinal metin bilgisi vermek gibi bir alışkanlık olmadığından bunların hangi dil ya da dillerden çevrildiğini bilemiyorum. Ancak orijinal metne göre bazı kısaltmalar yapılmış. Ancak bu, çeviriye esas alınan metinden kaynaklanıyor olabilir. Bildiğiniz gibi, kahraman Doktor Jivago, roman boyunca şiirler yazar ve Rusça aslında bu şiirler romanın son bölümü olarak sunulur okuyucuya. Daha önceki çevirilerde bu bölüm yok. Ayrı bir kitap olarak başka çevirmenlerce dilimize aktarılmış bu şiirler. Ne var ki romandan bağımsız olarak yayımlandığı için anlam kaybı yaratıyor. Çünkü metinle şiirler arasında sıkı bir ilişki var. Yapı Kredi Yayınları’ndan çıkan bu metin, bu anlamda tam çeviridir. Şiirler de kitabın sonunda bir bölüm, tıpkı orijinalinde olduğu gibi.

Çevirinin orijinal dilinden yapılmış olmasının değerlendirmesini de okurlara bırakalım dilerseniz.

Pasternak’ın düz yazısıyla şiirleri arasında ne gibi farklılıklar var sizce? Ve şiirlerin çevirisi sürecinde neler yaşadınız?

Pasternak gibi seslerle çok oynayan ve bunu da çok başarılı yapan şairlerin şiirlerini çevirmek bir hayli zorlu bir iş. Hem anlamı yakalamak hem de aynı ses tınısını vermek maalesef pek çok yerde olası değil. Ben daha çok anlam kaybı olmamasına özen gösterdim. Benim çalışmalarım üzerinde Güven Turan son derece ince düzeltmeler yaparak şiirlerin biçemini oluşturdu. Bence bu aşamada Türk bir şairle birlikte çalışmamız önemliydi ve sonuçta kaliteyi yükseltti. Çevirisinde en az sıkıntı duyduğum şiirlerin Lara’ya yazılmış aşk şiirleri olduğunu söylemeliyim. Çünkü kitabın sonunda zaten o duygularla o denli yoğunlaşmıştım ki şiirler bunun taçlanması oldu. Ama pek çok dinî içerikli, Kutsal Kitap’tan esinlenilmiş şiir var. Onlar için çok emek harcandığını söylemeliyim.

Peki Rusça aslından okurken sizin bir okur olarak nasıl bir deneyiminiz oldu? Doktor Jivago ve Boris Pasternak sizin için ne ifade ediyor?

Doktor Jivago’yu ilk kez öğrencilik yıllarımda Türkçe olarak okumuştum. Tabi ki bir genç kız olarak aklımda “aşk romanı” olarak kalmıştı. Daha sonraki yıllarda Rusça olarak okuduğumda da zorlandığımı anımsamıyorum açıkçası. O zaman “Sovyet Dönemi yasaklı edebiyatı neymiş” bakış açısından okumuştum. Bana ne gerekiyorsa onu anladım sanırım, o okumadan da.

Ancak çeviri amaçlı bir metni çözümlemek bambaşka bir olay. Örneğin siz bir eseri okurken betimlenen doğayı, kendi algınızda kendinizce biçimlendirip geçiyorsunuz kolayca. Oysa hedefiniz çeviriyse o ağaçları, ormanın o hışırtısını yazarın algılarıyla kavramanız ve hedef kitlenize bir anlam kaybı olmadan vermeniz gerekiyor. Bu, zorlu olduğu kadar da tuhaf bir keyfi olan bir süreç.

Ne kadar sürede çevirdiniz, nasıl bir deneyim oldu sizin için?

Çeviri süresi açısından yayınevini biraz üzdüğümü burada itiraf edeyim. Çünkü Pasternak’ı çözümlemem için çok fazla okumam gerekti. Hayatı, yazdıkları, onunla ilgili yazılanlar. Başka bir romanı da olmadığı için ipucu çok azdı. Ayrıca çok fazla dinî metin okumak zorunda kaldım. Etkilendiklerini, göndermelerini, alt metinde vurguladıklarını çözümlemem gerekiyordu. Tüm bu okumalar, araştırmalarla beraber toplam 4 yıl Pasternak, Jivago, Lara, Tonya, Strelnikov ve diğerleriyle birlikte yaşadım desem pek de abartmış olmam. Neyse ki üniversitede derslerim ve başka sorumluluklarım vardı da nefes alabiliyordum.

Roman 1965 yılında sinemaya da uyarlandı ve beş Oscar kazandı. Aynı zamanda tüm zamanların en çok gişe hasılatı getiren filmlerinden biri unvanına da sahip.

Film uyarlaması hakkında neler söylemek istersiniz? Romanı en iyi tanıyan insanlardan biri olarak sizce başarılı bir uyarlama mı? Çok fazla değişiklik var mı yoksa romana sadık bir uyarlama mı?

Kitabın çok katmanlı olduğunu belirttim. Filme bu katmanlardan ikili bir aşk, Lara’yla Doktor’un aşkı esas alınmış. Müzik ve diğer detaylarla da bu son derece başarılı yapılmış. Kısacası filme Doktor Jivago romanının aşk kesiti için başarılı bir uyarlama demek mümkün. Ancak filmi izleyip “Doktor Jivago eserini biliyorum” diye bir kanıya kapılmak

Ferhan Şayılman
1956’da Ankara’da doğdu. Asker bir babanın oğlu olarak ilk gençlik yıllarına kadar hep göçebe yaşadı. Ankara'dan Erzurum'a, Çorlu'dan Balıkesir'e uzanan kocaman bir coğrafyada gitmedikleri yer kalmadı. Ortaöğretimini Bursa Erkek Lisesinde yaptı. Ankara'ya yıllar sonra, 1976'da, üniversiteye girdiğinde geri döndü. Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Basın ve Yayın Yüksekokulu'nun taşradan gelmiş bu ürkek delikanlısı Okul yıllarında diğer yaşıtları gibi terörün, kardeş kavgasının cehenneminde kendi payına düşenleri fazlasıyla yüklendi. 1978 yılından itibaren Tarım ve Köy İşleri Bakanlığı Film stüdyolarında kurgucu ve yönetmen olarak çalıştı, senaryo yazarlığı ve belgesel yönetmenliği yaptı. Türkiye'nin en önemli belgesel sinemacısı Süha Arın'ın başta Tahtacılar ve Safranbolu'da Zaman olmak üzere bazı filmlerinin kurgu çalışmalarına katıldı. İstanbul'da Sinema-Televizyon Enstitüsü'nde yönetmen Lütfü Akad'tan sinema dersleri aldı. Mesleğe üniversitede girdi ve bir daha hiç çıkmadı. Yayıncılık alanında ilk işi 16mm kurguydu. Birçok belgesel filme senaryolar yazdı. Senaryolarını kendisinin yazdığı ilk belgesellerini 1985'ten itibaren çekti. Tarihin Tanıkları, Halıcılık, Bir Şenliktir Kadırga, Şemaki Evi bunlardan bazıları. 1992'de özel televizyon yayıncılığı başladığında kurulan Flash TV'de Uzun yıllar haber müdürlüğü, haber koordinatörlüğü, Ankara Temsilciliği ve İcra Kurulu Üyeliği yaptı. 1997'den bu yana yönettiği haber tartışma programlarında, canlı yayınlarda Türkiye'nin içinden geçtiği süreci izleyicileriyle paylaşma çabasını sürdürdü. Halen aynı kanalda haber programcısı olarak mesleğine devam ediyor. 1992'de Damar Dergisi ve Çankaya Belediyesi'nin ortaklaşa düzenlediği öykü yarışmasında "Sığınak" adlı kitabıyla ikincilik ödülü aldı. Bu dönemde öyküleri Damar, Yazıt, İnsancıl gibi edebiyat dergilerinde yayınlandı. Dialog Dergisi'nde sinema eleştirileri, Nokta Dergisi'nde haftalık köşe yazılarıyla çalışmalarını sürdürdü. Damar Dergisi'nde "Perice" adıyla günlükleri yayınlandı. İkinci öykü kitabı N’olur Beni Eve Götür’deki ‘‘Koza’’ adlı öyküyü, Demirtaş Ceyhun, Varlık dergisinde Türk öykü antolojilerine girecek değerdeki bir “ilk aşkın eşsiz güzellikteki anlatımı” şeklinde değerlendirdi. Prof. Dr. Talat Halman’ın ‘‘anlatı sanatında bir virtüöz’’ olarak tanımladığı Şaylıman’ın üçüncü kitabı Zaman Geriye Dönmez, edebiyat eleştirmeni Ömer Türkeş tarafından, aynı yıl yayınlanan 174 “ilk roman”ın ilk sekizi arasında gösterildi. 22 Nisan 2001'de yaptığı bir canlı yayın programını "Kuşatılmışlar Ülkesi Türkiye" adıyla kitaplaştırdı. Yönetmenliğini Yaptığı Belgesel Filmler Şemaki Evi - 1993 Tarihin Tanıkları - 1990 .... Belgesel, 00:09:00 4. Ankara Film Festivali, Kısa Metraj ve Belgesel Yarışması, Belgesel Dalı, Finalist. 1992 Halıcılık - 1989 Kadırga Bir Şenliktir - 1987 Kurgu Filmografisi Şemaki Evi - 1993 Tarihin Tanıkları - 1990 Halıcılık - 1989 Kadırga Bir Şenliktir - 1987 Tahtacı Fatma - 1979 Safranbolu'da Zaman - 1976 Şaylıman’ın Eserleri: • Sığınak (öykü, Damar Yayınları, 1992) • N’olur Beni Eve Götür (öykü, Art Yayıncılık, 2004) • Zaman Geriye Dönmez (roman, Merkez Kitaplar, 2006) • Kırılma Noktası (günce, İmge Kitabevi Yayınları, 2008) Kaynak imge.com.tr 4. Ankara Film Festivali katalogu
BİR YORUM YAZIN
ZİYARETÇİ YORUMLARI - 0 YORUM

Henüz yorum yapılmamış.