Yeryüzünün yiğit kadınları adına | Yelda Karataş
Sophie Magdalena Scholl (9 Mayıs, 1921-… 22 Şubat 1943)
“… Fark ettim ki benimle aynı yaştaymış ve yine fark ettim ki ben Hitler için çalışmaya başladığım yıl idam edilmiş. O anda algıladım ki “çok gençtik” gibi bir mazeretin ardına sığınmak mümkün değil ve neler olup bittiğinin ayırtına varmak mümkün olabilirmiş” (Hitler’in sekreteri Treudl Junge.)
Zengin bir Alman ailesinin çocuğu Sophie Scholl… Hitler’in gençlik kamplarında da eğitim görmüş. Yahudi değil, Polonyalı, Roman, Komünist, Sosyalist.. hiç değil. Sadece Gangster olarak gördüğü Nazi Partisi’ne ve onun ırkçı savaş çığlıkları atan devletine karşı.
Barıştan yana…
Yeni yetmeliğinde Almanya’da 9-10 Kasım 1938’de Kristallnacht (Kristal Gecesi) ile Yahudilere yönelik zulme tanık oldu. 7 Kasım günü, ailesine Naziler tarafından işkence edilen 17 yaşındaki Polonyalı bir Yahudi gencin, Paris’teki Alman Büyükelçiliği’ndeki bir görevliyi vurmasının ardından, bu olayı bahane eden Naziler, tüm Almanya çapında Yahudilere yönelik saldırılar düzenlettiler.
Bir gecede 1350 sinagog yakılıp yıkıldı. 90′dan fazla Yahudi öldürüldü. 30 bin Yahudi, toplama kamplarına gönderildi. 7000 Yahudi iş yeri binlerce ev yağmalandı.
KRİSTAL GECESİ
Yağmalanan binaların cam kırıklarının görüntüsü nedeniyle geceye, “Kristal Gecesi” dendi. Alman Hükümeti, bu olaylardan Yahudileri sorumlu tuttu ve “kırılan camların karşılığı” olarak Alman Yahudileri’ni 1 milyar mark tazminat ödemeye mahkum etti.
Alman Sağlık Bakanlığı Irk Araştırmaları Bölümü tarafından 1936 yılında hazırlanan bir doktora tezi, Çingeneleri “Saf Alman ırkının korunmasına karşı büyük bir tehlike” olarak tanımlıyordu. 14 Aralık 1937′de bir kararla Çingeneler, “iflah olmaz suçlular” olarak ilan edildi ve Alman toplumundan temizlenmeleri karar altına alındı. 1938’den başlayarak, Naziler tarafından avlanıp toplama kamplarına gönderildiler.
‘BİZ SÖZLERİMİZLE SAVAŞTIK’
Sophie, yükselen faşizme, ırkçı ve Almanlaşmış devlet anlayışına karşı susmadı, susamadı…
Beyaz Gül Hareketi ile birlikte kardeşi Hans ve arkadaşları ile Münih Üniversitesi’nde dağıttıkları bildiriler nedeniyle tutuklandı.
Sözlerinin yanına bir beyaz gül bırakan bu gencecik insan sorgulara yanıt olarak:
‘Biz, sözlerimizle savaştık ‘ dedi.
22 Şubat 1943’te asıldılar.
Sadece bildiri dağıttıkları için… Alman olmalarına rağmen; ırkçılığa, her türlü ayırımcılığa karşı çıktıkları; bireyleri tek tek kendileri ile hesaplaşmaya çağırdıkları için…
Savaşa ve Nazizm’e karşı düşüncelerini yazıp, dağıttıkları için, vatan haini damgasıyla Nazi İktidarı tarafından katledildiler.
Nazizim sadece Alman halkının değil bütün dünyanın ayıbıdır, yüz karasıdır. Bu vahşete seyirci kalan, anlaşmalarla uzlaşan ve uzak duran; ırkçılığa, faşizme, anti demokratik uygulamalara ve savaşa, milyonlarca insanın toplu katlimanına, toplama kamplarına HAYIR demeyen her birey, her halk sorumludur insanlığın bu büyük utancından.
YARIN SİZ DE OLACAKSINIZ
Sophie : ‘ Bugün burada yargılandığımız yerde yarın siz olacaksınız’ diyor…
Son söz olarak… Doğru diyor!
Sophie’nin sesini duymayan o asılırken susan dünyanın utanç belgelerinden biri de Fransa’daki Natzweiler-Struthof Toplama Kampı.
Yaşamım boyunca acının pek çok deneyiminden geçtim. Ama bir toplama ve imha kampıyla yüzleşmenin anlamını, ağırlığını bilmiyordum.
Çok film izledim, pek çok fotoğraf gördüm İkinci Dünya Savaşı’nı ve başka savaşları anlatan, ama hiç biri Natzweiller’deki barakalar, krematoryum’un fırını, ölüm koşusunun çimenleri, hücreler ve revir denen buzlu beyaz karolar gibi bağırmamıştı yüreğime. Ben fotoğraf çekemedim. Oraya, o vahşete, o sessiz ölümün sesine nasıl dayandığımı bilemeden gezdim.
Bilet alarak girdik bu Ölüm Dünyası’na… Oysa ayak bastığımız yer bir müze değildi bir utanç toprağıydı. Acıların bedelinin hiçbir sözle ifade edilemediği bir gerçeküstü yerdi orası.
Pek çok isim, pek çok belge. Belge ismini veremeyeceğiniz, gözlerinizin bakış olduğu için kalbinizden utandığı yazılar, tutanaklar, fotoğraflar…
NAZİ KOMUTANI: VİCDANEN RAHATSIZLIK DUYMADIM
Kampın ünlü katil komutanlarından Josef Kramer yargılanırken: Hiç bir vicdani rahatsızlık duymuyorum, ben askeri emirleri ( 80 inci madde) yerine getirdim diyor… Ona sorulacak sorum yok ama size sormak isterim. Her birimize, Hepimize: Kimiz biz! Yazar mı, politikacı mı, asker mi, kardeş mi, anne mi baba mı… Kimiz sahi. İnsanın birbirini aşağıladığı, herhangi bir nedenle, herhangi bir bahaneyle, birbirini bilinçle yoketmeyi görev saydığı bu dünyada kimiz, neyiz…
Bir yanıt gibi geldi Tadeusz Borowski’nin sesi. Becerebildiğim kadar onun yaşamı ve şiirinin peşine düştüm ve yine becerebildiğim kadar bir şiirini çevirdim.
Neden bu dünyada kalamadığını anlıyorum, biliyorum o beyaz gül gibi yüreklerin…
Ve biliyorum ki, Sophie, Tadeusz gibi insanlar, her türlü ezbere karşı yaşayacaklar.
Bir beyaz gül olarak!
Birkenau Üstünde Gece
Yine gece. Çöker yine gaddar gök
ölü sessizliğinde dönen akbaba
siner kampın üstüne hayvancasına
ay batar, ceset tonlarında.
Ve savaşın sahipsiz kalkanı,
mavi Orion – ortasında kayıp yıldızlar.
Karanlığın içinde esirler homurdanır
ve alev saçar krematoryumun gözleri.
O dumanlı, boğucu. Taştır ölüm.
Gırtlağımda hırıldayan nefes.
Göğüs kafesimi sıkan bu kurşun ayak
üç milyon ölünün sükutu.
Gece, ebedi gece. Hiç sabah yok.
Zehirlenmiş gözlerim uykudan.
Tanrı’nın hükmüyle yeryüzünün leşine,
Çöker sis Birkenau üstüne.
Tadeusz Borowski
Türkçe’ye yazan: Yelda Karataş
Night over Birkenau
Night again. Again the grim sky closes
circling like a vulture over the dead silence.
Like a crouching beast over the camp
the moon sets, pale as a corpse.
And like a shield abandoned in battle,
blue Orion – lost among the stars.
The transports growl in darkness
and the eyes of the crematorium blaze.
It’s steamy, stifling. Sleep is a stone.
Breath rattles in my throat.
This lead foot crushing my chest
is the silence of three million dead.
Night, night without end. No dawn comes.
My eyes are poisoned from sleep.
Like God’s judgement on the corpse of the earth,
fog descends over Birkenau.
Tadeusz Borowski
Translated by Tadeusz Piòro
Tadeusz Borowski *
Polonya’lı şair ve yazar. Auschwitz ve Dachau Nazi toplama kamplarında soykırım mağduru.
Hayatı ve Çalışmaları
Yazar, 1922 yılında SSCB’ye bağlı Zhytomir Ukrayna’da bulunan Polonyalılar komününde doğdu. 1932 yılında Borowski ve erkek kardeşi Varşova Polonya’ya döndü. 1940 yılında Nazi işgali altındaki Polonya’da faaliyetlerini gizli yürüten liseyi bitirdi. Aynı yıl yeraltından faaliyet gösteren Varşova Üniversitesi’nde Leh Dili ve Edebiyatı eğitimine başladı. Öyküleri ve şiirleri el altından dağıtılan gazetelerde ve aylık yayınlanan Droga dergisinde yayınlandı. 1943 yılında Alman Nazi makamlarınca tutuklanarak önce Auschwitz, sonra Natzweiler-Struthof ve nihayetinde Dachau Nazi toplama kampına gönderildi. 1945 yılında Polonya Kızılordu tarafından Nazilerden kurtarılınca Almanya Münih’e gitti. Münih’te bir şiir kitabı yayınlayıp 1946′da ülkesine geri döndü. Kısa hikayeleri “This Way for the Gas, Ladies and Gentlemen ve Ladies and Gentlemen, to the Gas Chamber” adıyla basıldı. (Orijinal adı; Pożegnanie z Marią – Farewell to Maria) Türkçe’ye 1997′de Mete Tunçay tarafından “Böyle Buyurun Gaza Bayanlar Baylar” adıyla çevrildi. 1950 yılında Ulusal Edebiyat Ödülü’nü aldı. 1951 yılında gaz sobasından, gaz solumak suretiyle, 28 yaşında intihar ederek yaşamına son verdi.
Yelda Karataş.