Yazmak İçin Çırpınmayın | Ertuğrul Erdoğan
Herkes yazıyor… Kimisi elle, kimisi daktilo ile kimisi de şimdilerde olduğu gibi bilgisayarla. Yazıyoruz, kimi zamanda kızlara… Yazmak güzel şey, insanın içini ferahlatır. İnsanda ne dert bırakır ne tasa… Bir nevi Freud’un felsefesini yakalayıveririz bir anda. Platonik bir aşkın ardından şiirler döktürürüz sevgililere hem de akrostiş yaparak. Çoğu zamanlar sevdiğimizin etrafında dolanır sonra ona ayışığının o romantikliğinde bir pencere kenarında serenat yaparak okuruz, usul usul gitarın nameleriyle birlikte…
Yazmak güzel bir eylem… Gerçekleri dile getirmek için yazacaksın. Gözünü budaktan sakınmayacaksın. Önüne geleni yazacaksın! Durun durun, öyle gaza gelip hızlı gitmeyin. Adama her şeyi yazdırmazlar. Tarihin serüvenine bir yolculuk yapın. Sokrates’inden tutunda Nazım’ına, kadar niceleri o soğuk demir parmaklıklar ardında ömürlerini tükettiler. İnsanlık rahat uykusundayken onlar hapislerde bile gerçekleri yazmaya devam ettiler. Gözünü budaktan sakınmadan yazarken her şeyi göze alacaksınız. Sermaye babalarının ardındaki güçler seni öyle rahat bırakmazlar. Onların kovanlarına çomak soktuğunda, bir anda Uğur Mumcu, Bahriye Üçok, Necip Hablemitoğlu, Muammer Aksoy veya birçokları gibi kalemin ucu bir gün yetim kalabilir.
Sen yine de yaz kardeşim yaz! Damarlarına gir kötülüğün. Aydınlat uykusunda olanları! Ölüm zaten üstümüze geçirilmiş bir unvan değil mi? Sen yaz! Çekinme ve korkma! Zaten gerçekleri yazmazsan yazar olamazsın ki? O zaman zalimlerin ve kralların soytarısından başka ne olursun ki? Hani klasik bir söz vardır ama o söz iyidir iyi, “Sen yazmazsan ben yazmazsam, nasıl çıkarız aydınlığa?”
Yazarlar niçin yazar? İşte zımba gibi bir soru! Kaç yazar, ideallerini gerçekleştirmek için yazar? Hangi konulara değinir? Absürt yazılarla oyalanıp meşhur olmanın yolunu nasıl bulurlar ve kaç yazar toplumsal olaylar ile gerçeklere parmak basar? Hangi yazar iktidarların kayığına binip zevki sefa içindedir? Yazar; kendini tatmin etmek, para kazanmak için mi, yoksa meşhur olmak için mi yazar? Veya öylesine başlayıp, birkaç karalamadan sonra, ‘Aaaa bayağı yazıyormuşum ya, ben bunu kullanıp meşhur olmanın yollarını arayım.’ mı der? Sorular bu konuda çoktur çok…
Yazarlığa ilk adımını atanlar, yazdıklarının okunması için ufak ufak meşhur yazarların peşinde koşarlar. Ona eserlerini okutturabilmenin heyecanını ve mücadelesini verirlerken ilk fırsatta tanışmanın yollarını ararlar. Sonları ‘danlı… dunlu…’ biten şiirleri toplayıp, ücretini yayınevine verip bir kitap çıkardıysa görmeyin hallerini! Yürüyüşü bile değişip, bir anda şair oluvermiştir! Bir de kurumları kullanan yazanlar vardır. (yazan diyorum çünkü bu unvanı sıkı okur kitlesi zamanı gelince verir.) Onlar bu alemde en ballısından meşhurlarla yol alırlar. Yol alırken yazdıklarını pazarlamanın yollarını ararlar. Amaçlarına ulaşmak için iyi basamaktır günümüzde bu kurumlarla yol almak! Ne masrafa gerek vardır ne de aşırı bir mücadeleye!
Medya günümüzde öyle güç olmuştur ki, ister birkaç satır yaz, ister bir şiir kitabını çıkar, yeter ki medyada bir tanıdığın olmasın, sizi öylesine allayıp pullar ki, sen de şaşırırsın nasıl meşhur olduğunu. Eleştirmen filan dinlemezsin, artık kültürü noksan toplum tarafından el üstünde tutulursun. Ne yazsan onlar yerler. Kitabın öyle satılır ki, fuarlarda okurların kuyruk olur, seni görünce artistlere yaptıkları gibi çığlık atarlar. Fotoğraf çektirirken, kendini bir anda Oscar sahnesinde zannedip havalara girersin. Pozlarını da jöleli saçlarla verirsin! Merak etme yüklü para kazanıp bir süre sonra senden vazgeçtiklerinde edebiyatta nerede olduğunu anlar, sonra da bunalıma girersin bir anda!
Yayınevleri, editörler, edebiyat dünyasının arka bahçesinin magazini derken, daha çok sorunlar var… Neyse bu konuları fazla uzatmayalım. Ben yazarlığı sonuçta şöyle değerlendiriyorum. Edebiyat dünyasındaki yazanlar sırat köprüsünden geçer gibi bir eleğin üstüne mutlak geçerler. Elek sallandıkça bazıları sapır sapır döküleceklerdir. Ve elek üstünde kalan değerler, edebiyat dünyasındaki yerini alacaklardır. Onlar güçlü eserleriyle her daim iyi anılacaklardır. Tıpkı Yaşar Kemal, Pablo Neruda, Nazım Hikmet, Dostoyevski, Tolstoy vb. gibiler… Ne yaparsanız yapın, yazar gün gelir güçlü yazısı ile gerçek değerini bulacaktır. Bu belki yıllarını alır, yaşarken de göremeyebilir.
Dünyada öyle çok yazar var ki, okurlar hangi birini akıllarında tutacaklar. Okudukları kitabın yazarını bile unutanlar var. Geçenlerde elime bir kitap geçti. Cumhuriyet Gazetesi’nin 1999 yılı baskılı Alman Yazar Heinrich Von KLEİST’in “Michael Kohlhaas” adlı yapıtı. İlk sayfalarına baktım. Yazar hakkında bilgi vardı. İlgimi çekti. Sizlere yazar hakkında kısa bir bilgi vermek istiyorum. Sonu tıpkı ünlü yazar Stefan Zweig ve eşinin yaptığı o vahim sona benziyordu. Yazarların birçoğu intiharı neden seçerdi? Bu da incelenmesi gereken ayrı bir konuydu. Bu dramatikliği bir kenara bırakalım.
Yazar Kleist, 18 Kasım 1777’de doğdu. 11 yaşlarında anne ve babasını kaybediyor. Berlin’de Vaiz Carl’ın korumasına veriliyor. Babası gibi subay oluyor. Canlıydı, müziği de çok seviyordu. Ren Savaşı’na katıldı. Karşılık görmediği derin bir aşka kapıldı. 1799 da askerliği bırakıp Frankfurt’a geri döndü. Yükseköğrenime başladı. İleri gelenlerin zeki bir kızıyla nişanlanınca mutlu oldu. Bir süre sonra işleri ve sağlığı aksayınca, yeni umutlar için ülke ülke dolaştı ve Kardeşi Ulrike ile Paris’e yerleşti. Orada gördüğü yaşam ona itici gelince İsviçre’de toprak alarak oraya yerleşti. Burada ünlü şair Wieland’ın oğlu ile tanıştı. Şiire başladı. Kant Felsefesiyle ilgilendi. Oyunlar yazdı. Kardeşi ile birlikte Almanya’ya geri döndü. Goethe ve Schiller ile tanıştı. Avrupa, Almanya arasında mekik dokurken ‘Kırık Testi’ adlı eserini tamamladı. Moliere’in Amphitryon’u üzerinde çalıştı. Bu esnada Napoleon orduları zafer üzerine zafer kazınıyordu. Berlin’in Fransızlar işgali sırasında tutuklanıp Fransa’ya gönderildi. Bir hafta sonra özgür kaldı. Almanya’nın yenilmiş hali onda Fransızlara karşı bir kin ve nefret uyandırdı. Napoleon’a karşı nefretini 1808’de yazdığı Hermann Savaşı oyununda sergilemiş ve ona karşı direniş devinimi uyandırmak istemişti. Dergi ve gazete de çıkaran Kleist, 1810’da oyunlarından en ünlü olan Prens Friedrich Von Hamburg’u yazdı. Bu eserinden çok şeyler bekliyordu ki, yaşamına garip bir şekilde son verdi.
Meşhur Sofist Adam Müller, ona Henriette Vogel adında bir kadın tanıştırmıştı. Bu kadın çaresi bulunmayan bir hastalığa yakalandığını düşünüp hayatına son vermeyi düşünüyordu. Kleist’ten de bir gün kendisini öldürmesi yönünde söz almıştı. Bir süre birlikte yaşadıktan sonra bir gün Berlin yakınlarındaki Vansee Gölü kıyısına gittiler. Mektup yazıp Berlin’e haberci gönderip gölde gezintiye çıktılar. Kleist, önce sevgilisini, sonra da kendisini tabanca ile öldürdü. Cesetleri aynı yere gömüldü. Kleist öldüğünde yaşı henüz 34 idi. Tıpkı Stefan Zweig’in Hitler’in ömür boyu iktidarda kalacağını düşünerek Brezilya’ya gidip orada bir yatakta zehir içtiği karısıyla birlikte ölmeleri gibi bir ölüm şekliydi. Virgina Woolf da romanlarında anlattığı evinin önündeki nehire kendini atarak intihar etmişti…
Siz onlara aldırış etmeyin, yazmaya devam edin. Meşhur olacağım diye de sakın çırpınmayın. Su yolunu bulur. Bakın yazma yolunda büyük mücadeleler veren Kleist’i kaç kişi hatırlar ki edebiyat dünyasında?
İyi yazınlar diliyorum…