Yasak meyve için kovulan değilsin / Mehmet Hameş
Ey sevgili, sevgisizliğe sürüklendin. kalbimin ince sesini dinlemedin, kulak vermedin derinden gelen imgeye… eros’un müridi, yasak meyveyi koparan ve aşk için kovulan havva değilsin sen… kırımın kıyısında gezindin bilerek; isteyerek koştun ayrılığa, aşk adına ah çekerek… en ağdalı küfürleri haykırdın, edeplilikten yakınarak… maskeli dolaştın. sevgi türküleri söylerken sevgisizlik gizleniyordu derininde.
yağmur damı basarken
masal manasında gidecek
başak kendini ele verdi
keskin orakla biçilecek
yaşlı yaşamın avuntusu
kuyuda biriken yağmur
yeşil dediğin ey terelelli
gülün uğuru, çölün suskusu
mevsim sonbahar şimdi. çiçekleri içe dürer bulut, odanın renksizliğine tutsak eder renkleri. bahçe çitlerine uzanan sarmaşıkların solgun devinimi. gözlerimi kamaştıran liman yürüyüşleri; deniz seyri, balıkları avlarken martılar.
dalgalar soyunurken kumsalda
yorgunluğu banka oturtuyor
geçmişten konuşuyor
bizden kalan şeylerden
bir yerlerden tanıdığımız
ıssızlık aramızdaki mesafe
azgın yılan sığmaz deliğine
kırık kalbe hedef alıyor
bize dair şeylerden
gelmeyeceğimizden konuşuyor
geçmiş zaman kendini bir kez daha doğurur. akşamlar çabuk iner akdeniz’e. rüzgarın azizliğine uğrar bir balıkçı kayığı. rıhtımı boşaltır oltalar. sokakların sonyaz yaprakları çöpçülerin küreklerine dolar, boşalır şafağa kadar… sıska güneş öpücük yollarken varoşların unutulmuş odalarına, balıklara caka satar martı topluluğu ve akdeniz’in bolluğu yoksulluğuna ağlar.
aşklar, bir kez daha kırılır sonyazda. ah, ne de çok yenik düşer aşklar ayrılıklara. zaman sütten yeni kesilmiş ceylanlar gibi koşar yalnızlığa. e-postalara, telefonlara umut bağlar umutsuzluk; bir coğrafyadan bir coğrafyaya haykırır ezikliği. hatıra defterleri, mutluluk resimleri zaferlerimizi taşıyamaz bizim. yenilgiler doldurur mesaj kutularının içini.
kalemin hüneri yenilgiler için midir her mevsim? ‘bu gün dersim, insan insana tutunmalı, şehirler ayaklanmalı sevgiye’ der balıkçı barınağının unutulmuş masasında.
iki mektup arasında
sür sulara susuzluğunu
uzak buluşmalarda
toprağına küsmüş dal
ormanda av arayan
avcının görüş alanında
omzunda bir avuç uğultu
iki kere vurulduğunda
çocukluğunda yüzme korku-
su sardı havuzda
sallanıyor aslan kuyruğu
gibi bir o yana bir bu yana
örsele ikindi sessizliğini
gir de ter ırmağıma
durula kalbini, acı-
bir gülüş sunma, donma
aşk yokluğu, yoksulluğu hayatın. onu yaşamadan, o zehri tatmadan anlayamazsın ayrılığın hallerini, hayatın griliğini. o iksiri içen bilir ancak; yalnızlık boşluğuna sarkarak öğrenirsin bunu. çünkü her aşkın ağırlığı, ayrılığın acısı kadar.
her şafağın bir başlangıcı
her akşamın bir karanlığı var
-herkesin rüyası kadar hayatı-
şu mesajlar yaralı kanarya
oysa gizli aşkta açılanlar
hazır olmalıymış kırıma
ah dondurulmuş duruşlar
ey sevgili, kendi gerçekliğinden ötesini göremezsin, hiçbir şey göremezsin aslında sen… ağzında biriktirip, bana savurduğun, her mevsim kuşandığın “ben” değil ki: söylediğin bir yaptığın iki… söyle, matematiğin aşk gerçeğini keşfeden olmuş mu?
kayada biriken yağmur
toprağın hasreti
hangi nehrin akranlığı
hangi kadının yorgunluğu
payı var ayrılıkta
kederin payı var
sana sunduğum hayat
aşkın tutkusu kadar
eros’un müridi, yasak meyveyi koparan ve aşk için kovulan havva değilsin sen. âdem.