Dolar 34,2573
Euro 37,3769
Altın 2.919,05
BİST 8.807,50
Adana Adıyaman Afyon Ağrı Aksaray Amasya Ankara Antalya Ardahan Artvin Aydın Balıkesir Bartın Batman Bayburt Bilecik Bingöl Bitlis Bolu Burdur Bursa Çanakkale Çankırı Çorum Denizli Diyarbakır Düzce Edirne Elazığ Erzincan Erzurum Eskişehir Gaziantep Giresun Gümüşhane Hakkari Hatay Iğdır Isparta İstanbul İzmir K.Maraş Karabük Karaman Kars Kastamonu Kayseri Kırıkkale Kırklareli Kırşehir Kilis Kocaeli Konya Kütahya Malatya Manisa Mardin Mersin Muğla Muş Nevşehir Niğde Ordu Osmaniye Rize Sakarya Samsun Siirt Sinop Sivas Şanlıurfa Şırnak Tekirdağ Tokat Trabzon Tunceli Uşak Van Yalova Yozgat Zonguldak
Hatay 30 °C
Parçalı Bulutlu

Yaralı Sınav | Müslüm Kabadayı

06.09.2019
1.496
A+
A-
Yaralı Sınav | Müslüm Kabadayı

“Bunlar sınavlarını vermiş zaten. Biz, onları gerecek bir şey yapmayalım hocalarım!” dedi bina sorumlusu, sakin konuşması ve davudi sesiyle.
“Okullarda sınava girenlere haksızlık olmuyor mu o zaman?” dedi kır saçlı, orta boylu ve kısık gözleriyle bakan Barış Öğretmen.
“Kendinizi zor duruma sokacak şeye izin vermeyin arkadaşlar ama tedavi gören bu insanlara karşı esnek olun lütfen.” dedi Sınav Komisyonu Başkanı.
Rehabilitasyon ve Bakım Merkezi’nin kafeteryasının üç bölümü, on dörder kişilik salonlar biçiminde hazırlanmıştı. Sınav poşetlerini alan öğretmenler, tedirgin yüzlerini gizlemeye çalışarak ilgili bölümlere gittiler. İki nolu salona giren Barış ve Metin Öğretmenler, ormana bakan geniş balkonu gördüklerinde içlerinden “oh” çekerek masa ve sandalyeleri kontrol ettiler. Her şeyin düzenli olduğunu gördükten sonra geniş balkona çıktıklarında, gerginliklerini üzerlerinden tümüyle attılar. Fışkıyeci belediye başkanı döneminde beton yığınları için ağaçları sökülen ve birkaç yerinden yol açılarak tıraşlanan ormanın içindeki iki üniversiteyi izleyerek soluklandılar. Barış Öğretmen, kırk yıl önce ayak bastığı devrimcilerin etkin olduğu üniversitede yaşadığı cıvıl cıvıl günlerin esintisini hissetti beyninde. Ormandan gelen esintiyle de teninin serinlediğini duyumsadı. Metin Öğretmen de sportif giysilerini biçimlendiren çevik bedeniyle balkonda volta atmaktaydı. Birden salondan gelen seslerle içeriye baktıklarında biri tekerlekli sandalyede üç kişinin masalara yöneldiklerini fark ettiler.
“Sen şuraya otur Erol, tekerlekli sandalyeyle balkona çıkabilirsin.” dedi orta uzun boylu ve ayağında hafif aksama olan. Barış Öğretmen, hızla onların yanına giderek kimlik belgelerini kontrol edip oturmaları gereken yerleri işaret etti. Onlar aralarında takışarak ve şakalaşarak yerlerine otururken iki kişi daha girdi salona. Kumral tenli ve orta boylu olan ikili, sanki akrabaymış gibi duruyorlardı. Kimliklerine baktığında, Yomralı olduklarını görünce, aynı yörenin toprak ve ikliminde biçimlenmenin benzerliği, diye düşündü. Göz ucuyla onları izlerken birkaç kişinin daha salona sökün ettiklerini, Metin Öğretmen’in de bunları karşıladığını fark etti.
Salona gelenlerin uzun süredir bir arada oldukları, samimiyetlerinden ve şakalaşmalarından anlaşılıyordu. Fiziksel ve psikolojik tedavi gören açık öğretim öğrencileri, çatışmalarda yaralanmış askerlerdi. Her birinin apayrı öyküleri vardı ve yaşama yeniden tutunma çabası içindeydiler. Farklı işyerlerinde çalışanlar yanında engellilerin katıldığı spor yarışmalarında başarı kazananlar vardı içlerinde. Çatışma öyküleri, bazılarının içine gömülmesine, kabuğuna çekilmesine neden olmuştu. En arkada oturanın omuzları içene gömdüğü başıyla duruşu, hiç kimseyle konuşmaması Barış Öğretmen’in dikkatini çekti. Yanına yaklaşıp, “Bir şeye ihtiyacın var mı?” diye sorduğunda, sadece omzunu silkti. Gözlerini kaçırarak tekerlekli sandalyesini balkon kapısına doğru sürerken bir eliyle de cebindeki sigarayı yağdan kıl çeker gibi alıp ağzına götürdü. Dışarı çıkmasına yardım eden Barış Öğretmen’e gözlerini kısarak baktı ve “Sağ olun hocam!” dedi. Sanki kabuğundan çıkmış midye gibi ağzı genişledi ve gülümsedi.
Görev arkadaşı Metin Öğretmen’in yanına geldiğinde, “İnsanın bin bir durumu var, derler ya, bu Anadolu çocuklarının durumunu yakından gözlemleyince anlıyoruz. Bu insanlara bedenlerinden ve beyinlerinden yaralı yaşamı reva görenlerle diğer gençlerin dağlarda kurda kuşa yem olmalarına neden olanlar, paranın tanrıları değil mi?” diye alçak sesle sordu.
O ortamda hiç beklemediği bir soruyla karşılaşan Metin Öğretmen, irkilir gibi oldu. Hafifçe geriye kayarak yüzüne baktığı görev arkadaşının gözündeki samimiyet ve ciddiyeti okuduktan sonra, “Eskiden bunların sebebi kapitalizm diyordum. Geçen yıl başka bir şey olduğunu öğrenince okumalar, araştırmalar yaptım. Bu yaşadığımız savaşların, acıların nedeni Anunnakiler öğretmenim.” diye yanıtladı.
Metin Öğretmen’in Anunnakilerin kim olduklarıyla ilgili açıklamalarını can kulağıyla dinleyen Barış Öğretmen, bu kez sandalyeye tam yaslanarak kısa cümlesini ok gibi fırlattı ağzından: “Onlar da altınların tanrıları değil mi?”
Müslüm Kabadayı

Müslüm Kabadayı
Ömrün Altmışında | Müslüm Kabadayı 1960 restorasyonunda doğduğumda Hatay Kışlak’ta Köyümüz yurtsever kafalarla koşuyormuş aydınlığa O dönemde bırakmış babam ocak söndüren kumarı Anam derdi, senin gözlerin verdirdi ona bu kararı Elimde kitapla çobanlık yapardım, Keldağlıydı suyum Bir kamyonla ilk kez Amanoslar’ı aştığımda altıydı yaşım Ve Misis tarlalarında çalışırken pamuk çalısı kadardı boyum On birimde Düldül Dağı’ndan sızan kanımdı Sabunçayı Düziçi İlköğretmen Okulu’nda bilgi çiçeklerimi suladı On altımda öğretmenlik hakkım için çıktım boykota MC’nin sürgün okuyla fırlatıldım Çanakkale Boğazı’na Büyük kavga suları dar boğazlardan süzüldüm On sekizimde Ankara’da DTCF’ye yazıldım Yirmi ikimde “Mamak Üniversitesi” zindanına atıldım Kaybettiğimde elli yedisindeydi ayağı kesik babam İğnenin deliğinden Hindistan’ı görürdü, şekere yenildi tamam Elim iş, aklım güç tuttuğundan beri yüklerim hep ağırlaştı 12 Eylül zulmüyle ülkem kararırken, vicdanlar sağırlaştı Gölbaşı’nda başladım teknik işe yirmi beşimde, işim çizim ölçüm Yirmi altımda “Yoğunluk Sanat Kitabı”nda yer aldı ilk öyküm Yirmi yedi yaşımda atandım çok istediğim öğretmenliğe Üç ay sonra gbt’yle atıldım teknik ressamlık mesleğime Acılar ve zordan süzüldü balım, özümü bağladım hilesiz alın terime Ülkemde ilk kez gbt’yi çöpe attırdım, mahkemede bir yaz tatilinde Trabzon’da tiyatroya giderek, şeytanın bacağını kırdık öğrencilerimle O yıl sevdalandım bir Laz kızına, kar teptim saatlerce ona kavuşmak için Meydanlarda keskinleştirdim sınıf bilincimi, karanlıkla savaşmak için Polatlı Tahtaköprü’de, yeni evli küçük kardeşimizi toprakladı elektrik Gök ekinimiz biçildiğinde harlanan acımızla hepimiz şekere kesildik Sürgün yediğimde Maçka deresine, kentli ve dağlı dostlar kazandım Kuzeyhaber, Hamsi ve Kıyı’da kalemi yüreğime batırıp yazandım Hayatın uzun sokaklarında yürüdüm, mücadele estetiğinden aldım haz Otuz ikimde baba oldum, kucağıma verildiğinde çonamız İlkyaz Esmer bakışlı gözünün ışığında, hiç sönmeyecek gibi duruyordu faz Otuz üçümde yerleştik, Asi’nin meltemiyle nefeslenen Antakya’ya Burada savaş açtım, sendika başkanlığımla olağanüstü kuşatmaya Otuz beşimde İnsancıl dergisi temsilciliğiyle şahlandırdık sanatı Eski ve yeni kuşak yoldaşça buluştuk, bozuldu paranın saltanatı Akrepler, ekmek teknemde kuyruk salladılar durmadan Yüreğim daralsa da aştım engelleri, beynimi burmadan Hiç yüksünmedim, eskiyeni yıkıp ileri olanı kurmaktan Otuz sekizimde Subaşılı öğrenci cıvıltısına karıştı sesim Kırkımda eşimden vurdular yüreğime, sandım kesildi nefesim Kırılsam da sardım yaralarımı, kopmadım hiç kızımdan Ne geldiyse başıma, sınıfa sınıf savaşımındaki hızımdan Aynı yıl gördüm emperyalizmin çöplüğünü New York’ta Yedi candık, uygarlıklar beşiği Antakya’yı çoğaltmakta Anamızı verdiğimizde toprağa kırk birimdeydim bahar yeli esiyordu Doğa dışımızda yeşerirken, anasızlık testere olup içimizi kesiyordu Damar damar işleyip toprağımızı, dişe diş dirençle çevirdim çarkımı “Hatay Bibliyografyası”na ekledim “Amik’ten Amanos’a Alkım”ı Kardeşleştik “Karadeniz Karşılaştırmalı Sözlük Denemesi”yle salkımı Amik dergisinde dostlarla harmanladık, yerelle evrenselin biderini Düşünmedik hiçbir zaman, halkamızı çoğaltan emeğin giderini Kırk ikimde komşu halkla sınırları kaldırdım, Şam’a giderek Ortak damarları buldum her adımda, Arvad Adası buna bir örnek Palmira’da onurlandım, Zenobya kafa tutarken Roma’ya Basitburnu’nda selam durdum, kadim dost Cebel-i Akra’ya Kırk bin yıllık aşka kavuştum, Aşkdeniz’den çıktığımda Üçağızlı Mağara’ya Bir kurda zengin Arap dilinin eşiğini adımladım, Besime öğretmenle Beyrut ve Amman ışıklandırdı Adonis’i, yanımdaki çevirmenle Kırk üçümde ikinci kez sevdalandım, Divriğili bir kıza Bir ömür sığdırdık, sönük Ankara’da koşarken bir yaza Kırk altımda “Yoğunluk”ta dirilttim yirmi yıl önceki sanat kitabını Kırk yedimde “Suriye Günlüğü”nde sordum düşmanlıkların hesabını Kırk dokuzumda “Hataylı İki Aşık”ta verdim ozanların imgelerinden Sevdanın harını, ayrılık ve ölümün soğukluğunu dilin belinden Her dönemin devinimi, ivme kattı yürek ve beynime Yıllar sonra onun için döndüm öğrencilik kentime Pişmanlık hiçbir zaman uğramadı gergefli semtime Harlamayı sürdürdüm partide, sendika ve dergilerde üretkenlik ateşimi İlkyaz’ımızla Avrupa’dan döndüğümüzde, burada yitirdim ikinci eşimi En verimli ellili yaşlarımda, sevdalım oldu bir Kürt kızı Çatışmalı ve fışkırmalı diyalektik, oya’ladı bilincimdeki hızı Her taşa vurulduğumda bilendim, hayatı yeniden kurmaya Marifet yüklendik yürekten, başladı Bağlaç dergimiz filize durmaya Hata ve yanlıştan arınmak için başvururum kendimi sorgulamaya Arka arkaya Aşkar abimi, Mustafa canımı, Sabahat ablamı aldı ölüm Elli üçümde “Salkım Saçak Keldağ”la fışkırdı, sularından ilk öyküm Art arda sökün etti kitaplı öykülerim “Közlü Yürekler”, “Dirilten Duyunçlar” “Çölüngelini”nde küllerinden doğdu Zenobya, “Kaplan Ali”yi sevdi dağlılar Elli üçümde Taksim’de Gezi Kitaplığına bağışladım kitaplarımızı Haziran direnişinde embriyolanan Diren’imiz, doldurdu kucaklarımızı Evin’imiz ikiledi kardeşliği, Devrim Stadyumu’nda katıldı İlkyaz’ın mezuniyetine Kuşakların atardamarlarını, ben’lerinde imgeleştirsinler dilerim genişleyen evrene Gezdim, sezdim, eylemledim ve yazdım, mutluyum yaptıklarımdan Altmışımda kronikliğimle koronaya yakalanmadım, umutluyum yarından Sevda’yla yarattık “Avrupa’nın Yüzleri”ni, memnunum can dostlarımdan Ömür bu, çizik-yazık-keşkeyle değil, insanlar yeniden (t)üreterek paylaşsın Bir gün toprağa düştüğümüzde, ışıklı çocuklarımız meşalemizi taşısın…
BİR YORUM YAZIN
ZİYARETÇİ YORUMLARI - 0 YORUM

Henüz yorum yapılmamış.