ALTIN
DOLAR
EURO
BIST
Adana Adıyaman Afyon Ağrı Aksaray Amasya Ankara Antalya Ardahan Artvin Aydın Balıkesir Bartın Batman Bayburt Bilecik Bingöl Bitlis Bolu Burdur Bursa Çanakkale Çankırı Çorum Denizli Diyarbakır Düzce Edirne Elazığ Erzincan Erzurum Eskişehir Gaziantep Giresun Gümüşhane Hakkari Hatay Iğdır Isparta İstanbul İzmir K.Maraş Karabük Karaman Kars Kastamonu Kayseri Kırıkkale Kırklareli Kırşehir Kilis Kocaeli Konya Kütahya Malatya Manisa Mardin Mersin Muğla Muş Nevşehir Niğde Ordu Osmaniye Rize Sakarya Samsun Siirt Sinop Sivas Şanlıurfa Şırnak Tekirdağ Tokat Trabzon Tunceli Uşak Van Yalova Yozgat Zonguldak
Hatay °C

Ütopya / Thomas More

28.11.2018
1.433
A+
A-
Ütopya / Thomas More

“Ütopya’da; her şeyin herkese ait olduğu bu yerde, insanlar, bütün ihtiyaçlarının karşılanacağından eminler. Orada zengin de yoktur fakir de. Kimsenin hiçbir şeyi yoktur, ancak herkes zengindir.”

Eserleri, görüşleri ve yaşam tarzıyla Kral’a ters düşen Thomas More, 6 Temmuz 1535’te “kötü bir amaç uğruna haince ve şeytanca davranmak “ suçuyla idama mahkum edildi , kafası kesildi ve ibreti alem olsun diye Londra Köprüsü’den halka teşhir edildi. İdam edileceği kendine bildirildiğinde her zamanki güler yüzüyle şunları söyleyecekti; “Krala gönlüm borçlu kaldı. Bu berbat dünyanın acılarından beni böyle çabuk kurtarma yüceliği gösterdiği için.” Ardından More bir şölene gider gibi giyindi. Celladı yanına geldiğinde ona bir altın lira hediye verdi. Cellat geleneklere uyarak diz çöküp onu bağışlamasını dileyince celladı ayağa kaldırıp öptü. Başını kütüğün üstüne koydu. Sakalını yana çekti. Son şakasını yaptı; “Ne de olsa sakalım vatana ihanet etmedi. O da ölüm cezasına çarptırılmasın.”
 
Aradan neredeyse 500 yıl geçti; insanlığa, bütün dillerde taht kuran “Yok-ülke ” anlamındaki “ütopya” kavramını armağan eden Thomas More ve eseri Ütopya, hafızalarda silinmeyen bir yer edindi. Thomas More, 1516 yılında, dostu Erasmus’a Ütopya’yı yazarken yüreğinin kabardığını söylüyordu. Ütopya, yalnız onun değil, okuyan herkesin yüreğini kabartıyor.
“Ütopya’da; her şeyin herkese ait olduğu bu yerde, insanlar, bütün ihtiyaçlarının karşılanacağından eminler. Orada zengin de yoktur fakir de. Kimsenin hiçbir şeyi yoktur, ancak herkes zengindir. Bundan daha büyük bir zenginlik olabilir mi? Günlük ekmeğin peşinde koşmadan, oğlunun sefalet içinde yaşayacağını düşünmeden, kızının çeyizi için endişe duymadan, herkesin; kadınların, çocukların, torunların, torunlarının torunlarının ve daha sonraki kuşakların mutlu bir yaşam süreceğinden emin olarak…”
1478 doğumlu Thomas Moore, Kral’a, hayatı pahasına da olsa hayır demesini bilen ve inançlarını hiç bir baskı altında değiştirmeyen bir kişiydi. Farklılıkları daha Üniversite eğitimi sırasında belirmeye başlamıştı. Oxford’da Grekçe ile tanışmış ve Grek düşüncesini yeniden araştıran İtalyan Rönesanssına sempati duymuştu. Bu eğilimi ailesi ve otoritelerin tepkisini çekince, dostu Erasmus’un da etkisiyle hukuku seçti. 1504 ise, parlamentoda – VIII. Henry’nin vergi isteğine karşı çıkan- muhalif bir üyeydi. 1514’de şövalye de oldu.
 
Kral, pek hoşlanmamakla birlikte, giderek popülerleşen, bilgisi ve tavırları ile sivrilen More’la ilişkilerini sıcak tutmaya çalıştı. Önce Adalet Bakanlığına getirildi More. Ancak, mahkemeye işi düşenlerden hediye almayı reddederek teamülleri çiğnedi! Ardından Kral’ın boşanma isteğini reddetti. Böylece sarayla arası açıldı ve 1532’de bakanlıktan istifa etti . Davet edildiği evlilik törenine de katılmadı. 1534’de VIII. Henry’nin parlamentodan geçirdiği. Üstünlük Yasası’nı da inançlarına ve hukuka aykırı bulduğu için kabule yanaşmadı ve kralın papadan üstün olduğuna dair yemin etmeyi reddetti. İpler gerilmiş, kılıçlar çekilmişti artık. Suçu idamı gerektirmiyordu, ancak yalancı tanıklıklarla “vatana ihanet ettiği” saptandı..! Tavrından vazgeçerse affa uğrayacağı söylendiği halde, inançlarını çiğnemedi, vicdanının sesine uydu ve başını cellada vermekten imtina etmedi (1535).
 
Kavram olarak Ütopya
Kuzey ülkelerinde Rönesans, İtalya’dan sonra başladı ve hemen reformla karışmış bir duruma geldi. Bu nedenle dinsel etkilenmişliği vardı, anarşist ve ahlakdışı değildi. Tersine sofuluk ve kamu erdemiyle ilişkiliydi. Bu akımın örnekleri aynı dönemde yaşamış ve arkadaş olan Erasmus ve Sir Thomas More’dur. İkisi de meslekten filozof değillerdi, sistematik her şeye karşı hoşnutsuzluğu temsil ediyorlardı ve Skolastiğe olan tepkiyi belirleyen de bu hoşnutsuzluktu.
 
Konuya balıklama dalmadan önce, sözcüğün sözlüksel bir tanımını vermek istiyorum. Ana Britanica’nın Ütopya maddesi şöyle; yaşayanlarına kusursuz bir düzen içinde var olma olanağı sağladığı kabul edilen ideal ülke… Kelimenin çağrışımı ise, ?olanaksız ölçüde idealist? reformcu görüşlere temel olmuştur (tabii buradaki idealizmi felsefi idealizmden ayırmak gerekiyor). Sözcük ilk olarak Sir Thomas More tarafından 1516 yılında telaffuz edildi. Terimi Yunanca da (değil) ve topos (yer) sözcüklerinden türeten More, olmayan yer anlamına gelen sözcüğü, bütünüyle akıl yoluyla yönetilen ortak mülkiyete dayalı bir kent devleti olarak betimledi.
 
Yani, ütopya üretilmiş bir sözcük, ama kavramsallaşması ile birlikte, beklenmedik bir etki yaratmış. Onun üstüne herkesin farklı anlamlar yükleyişi basit bir dilsel olanaksızlıktan değil, toplumsal tasarımlardaki karşıtlıklardan geliyor. Gündelik konuşmalarımızda hayalcilik gibi kullanıyoruz bu sözcüğü, ama felsefi, siyasi ve ideolojik kuruluşları biraz farklı. Oralarda hayal ve gerçek birbirine karışıveriyor. En büyük ve etkili ütopyalar olarak, çok ya da tek tanrılı, cennet ve cehennem tasarımlı dinleri, bu hayal ve gerçek karışımı için örnek olarak göstermek mümkün. Thomas Moore’un bu kavramı kullanışından önceki tarihsel dönemlerde de adı din ya da felsefe olsa da ütopyacı anlayışları bulup çıkartmak hiç de zor değil. Bu tarih neredeyse yazının/mağara resimlerinin tarihi kadar gerilere uzanıyor.
 
More’un Ütopyası
Thomas More’un “Ütopya”sı, roman sanatının henüz ortaya çıkmadığı o tarihlerde, bir anlatı metni olarak kurgulanmıştır ve Kolomb’un keşiflerinin etkisiyle yazılmış ilk kurgusal metin olması nedeniyle de ilginçtir. Ütopya, Güney yarım küresinde bir adadır. Hikaye, bu adada yaşamış bir gemicinin, ada halkının kurduğu düzeninin mükemmelliğini Avrupa’ya tanıtması biçiminde sürer. Böylece More, hem İngiltere’deki iktidarın mutlak olamayacağını belirtir, hem de olması gerekenleri işaret eder. Siyasi ve ekonomik hayatı yeniden kurgular.
 
“Ütopya”, devletin ilk mimari tasarım olarak da ilgiye değer; Bu ada devletinde, hepsi aynı plana sahip 54 kent var ve sadece başkentin planları değişik. Bütün cadde genişlikleri aynı (10 metre kadar). Herkesin evi aynı stilde. Evlerde bir sokak bir de bahçe kapısı var ve kilit yok. Herkes istediği eve girebilir, damlar da düzdür. Sahiplik duygusu olmasın diye 10 yılda bir ev değiştirilir. Köylerde her biri 40 kişiyi barındıran çiftlikler bulunur ve şimdi More’nun eşitliğinin sınırına geliyoruz, bu 40 kişiden ikisi köle! Her çiftlik yaşlı ve bilge olan bir kadın ve bir erkek tarafından yönetiliyor. Evlerin bile bu denli aynı olduğu adada elbette kılık ve kıyafet de belirlenmiş, herkes daha doğrusu her kategori yaz kış aynı türde giyiniyor. Bir giysi yedi yıl dayanacaktır. Çalışma sonunda giyilen yün harmaniyeler (pelerin) de aynıdır ve doğal yün rengindedir.
 
Tanıtımı More’un cümleleri ile sürdürürsek; “bizim toplumumuzda kadınlar, rahipler, hizmetçiler, dilenciler çoğunluk yararlı bir iş yapmaz. Zenginlerin varlığı dolayısıyla da gereksiz lüksler için çok emek harcanır. Ütopya cumhuriyetinde bunların önüne geçileceğinden çalışma 6 saat olarak belirlenmiştir. Eğer artık değer ortaya çıkarsa, günlük çalışma saati kısıtlanır. Aile ataerkildir. Evlenen oğul babasıyla oturur. Eve sığmazsa yeni bir eve aktarılınır. Kentler büyürse yeni bir kent kurulur. Hayvanların öldürülmesi, özgür yurttaşlar zalimliği öğrenmesin diye kölelere havale edilir. Yemek kamuya ait salonlarda yenir ve buradaki ayak işlerini de köleler görür. Evlenirken hem erkeğin hem kadının bakir olması esastır. Demirin olmadığı adada bunu sağlamak için dış ticaret yapılır. Savaş zaferleri ile övünülmez, ancak zorunluluk halinde savaşa girilir ve mümkünse paralı askerler tutulur. Altın ve gümüş birikimi savaş için yapılır. Gündelik hayatta ise altın ve gümüş oturak ya da hayvan zinciri olarak kullanılır ki nefret edilsinler. Mutluluğu zevkte bulan bir ahlak ve çilecilikten uzak bir dinsel tutum söz konusu. Kadınlar da rahip olabilir, rahipler onurlandırılır ama toplumda güç sahibi de değillerdir. Tanrıya inanmayanlar yurttaş sayılmaz ve siyasal yaşantıya katılmazlar ama hiçbir bakımdan rahatsız edilmezler. Sanki kendi geleceğini okumuşçasına, More, “Ütopya”sına, hırsızlığa ölüm cezası verilmesini eleştiren bir kanıtla başlar.
 
Her ütopya, kendi çağının toplumsal koşullarının bir eleştirisi niteliğini barındırır. Dinsel bir inançla, yaşanan kötülüklerden, Hıristiyanlığın başlangıcındaki eşitlikçi görüşlerle arınılacağı öğretisine inanan Thomas More, siyasi iktidarın tek elde toplanmasına ve sınıfsal imtiyazlara karşı çıkan bir metin yazmıştır. Ne var ki, ilk bakışta eşitlikçi görünen bu ütopyanın da altını kazıyınca, bir çok ütopyada olduğu gibi, bireyi yok sayan ve tek tipleştirici bir toplum mühendisliği ile karşılaşırız. Toplumda farklılığa yer yokmuş gibi görünür, ama yönetimle ilgili kişiler bilgililer arasından seçilir. Yani ütopik de olsa, bilginin topluma yayılacağı düşüncesi öne sürülmez. Buradan, soylu kesimin yoksul halkı ne denli küçümsediği çıkarılabilir. Toplumun en hümanist ve aydın insanları bile, toplum tasarılarında sınıf farklılıklarını bir biçimde ortaya koyuyorlar. Ancak, 1518 yılında yazılmış bu metni kendi dönemindeki düşünceler, yasalar ve inançlar eşliğinde değerlendirmek gerekir. Buradaki tek tipleştirmedeki abartı, dönemin soylularının debdebesi ve toplumun büyük yoksulluğuna bir tepkidir mesela. A. Ömer Türkeş
 
ÜTOPYA VE THOMAS MORE’UN “ÜTOPYA” ADLI ESERİ
Hazırlayan: Rıza Öktem
İÇİNDEKİLER
 
ÜTOPYA
Giriş
Ütopyanın Tanımı ve Ütopya Üzerine Yorumlar
Thomas More’un Ütopia Eserinin Özeti
Thomas More’un Yaşamı
Ütopya’nın İçeriği
Ütopya’nın İkinci Bölümü
Sonuç
Kaynakça
ÜTOPYA
Ütopya gerçekleşmesi mümkün olmayan ya da çok güç olan tasarımlar olarak tanımlanabilir. Ütopya aynı zamanda ütopyayı en iyi tarif eden Thomas More?un eserinin adıdır. Bu çalışmada hem ütopyanın genel tanımları üzerinde durulacak hem de Thomas More?un Ütopia eserinin incelenmesi yapılacaktır.
Ütopya’nın Tanımı ve Ütopya Üzerine Yorumlar
Gerçeklikle ilgisi olmayan siyasal ve toplumsal düzen tasarımı. Gerçekleşmesi olanaksız görünen tasarıma ütopya denir (Timuçin,1994,244). İdeal ya da yetkin toplum. İdeal bir toplum düzeni ya da yönetim biçimi ortaya koyan tasarıma da ütopya denir (Cevizci, 1996,691).
Bilinen ilk ütopya örneği Platon?un Devlet ve Yasaları?dır. Bu eserde olduğu gibi bir çok düşünür uygulamadaki toplum düzenine bakarak, ideal bir toplum düzeni arayışına girmişler ve düşledikleri bu ideal toplum tasarımını ütopya olarak nitelemiştir (Cevizci,1996,691) .
Ütopya tanımları üzerine üç grup tavır vardır.
Bu tavırlar şöyle sıralanmıştır ( Cevizci,1996,691):
1) Bir ütopyanın, ideal bir toplum düzeni ortaya koyduğu için gerçek bir değeri vardır. Tam olarak hayata geçirilmese bile ona bir şekilde yaklaşmak olanaklıdır.
2) Bir ütopyanın ideal bir toplum düzeni oluşturduğu ve varolan toplum düzenlerine değer biçerken kullanılacak bir standart sağladığı için gerçek bir değeri vardır. Bununla birlikte bu ideal düzeni tam olarak hayata geçirmek bir yana, gerçekte ona yaklaşabilmek bile söz konusu olmaz.
3) Ütopyalar gerçekleşme şansı olmayan, gerçekdışı, idealist ve bundan dolayı değersiz şemalardır.
Düşünce tarihinin belli başlı ütopyaları şunlardır ( Cevizci,1996,692):
a) Platon’un İdeal Devlet?i
b) Campanella’nın Güneş Ülkesi
c) Thomas More’un Ütopia’sı
d) Bacon’un Yeni Atlantis’idir.
Bu düşünürlerin ütopya yazmalarının belli başlı sebepleri vardır. Bu sebepler şunlardır ( Cevizci,1996, 692):
1) Filozofun yeni dünya, yeni dünyalar yaratma isteği. Kağıt üstünde bile olsa ütopya oluşturma tanrısal bir faaliyettir.
2) Varolan toplumsal kurumları tümüyle mahkum etme isteği,
3) Toplumsal düzen ve uyumla ilgili tüm doğruların bilindiği, bu bilgilerin, aktarılarak, gerçek ve yetkin bir düzenin kurulacağı iyimserliği.
Başlıca ütopya türleri şöyle sınıflandırılabilir ( Cevizci,1996,692):
1) Siyasi Ütopyalar Ütopia ve Devlet gibi
2) Yetkin ve ideal düzenler Ütoyası: Marx, Spencer Hegel
3) Korku Ütopyaları: Huxley (yeni dünya) Orwell (1984)
4) Dinsel ve marjinal grup ütopyaları.
5) İnsanın potansiyel güçlerinin gerçekleştirmesini amaçladığı ütopyalar (Schiller-Estetik Eğitim üzerine, Marcuse- Enas ve Uyguarlık)
Ütopyaları değersiz ve büsbütün yersiz gösterenler vardır. Ancak ütopyaların sosyolojinin, ahlaki düşüncelerin gelişmesine ve insan doğasının iyi anlaşılmasına çok büyük katkısı vardır. A. France adlı düşünürün dediği gibi; Ütopya her ilerlemenin ilkesidir. Eskinin Ütopyacıları olmasaydı, insanlar bugün de mağaralarda sefil ve çıplak yaşıyor olacaklardı. İlk sitenin çizgilerini ütopyacılar çizdiler, iyiliğe açık gerçeklikler genel düşünürlerden çıkar. (Timuçin,1994,244).
Thomas More’un Ütopya Eserinin Özeti(Yazılış tarihi: 1515 ?1516)
İngilizlerle ? Flemenkler arasındaki ticaret sözleşmesi için Bruges’e giden İngiliz delegelerden biri de Thomes More’dur. Ütopia adlı yapıtı Bruges’te 1515 yılının Mayıs ayında yazılmaya başlanmıştır. İngiltere’ye döndüğünde bu eseri tamamlayarak 1516 da yayımlamıştır. Yapıt iki bölümden oluşur. Birinci bölümde, Avrupa’nın ve özellikle de İngiltere’nin ekonomik ve toplumsal koşulları eleştirilip kınanmaktadır. İkinci bölümdeyse, tam olarak bilinmese de Atlantik’te Amerika açıklarında hayali bir adada en iyi toplum tasarımı sergilenmektedir (Tunçay,1986,2).
Ütopia’da ceza kuramından, iyilik için öldürme korkusuna, iyi doğum biliminden, altın standardına, boşanma ve kadın haklarından din, eğitim ve çevrebilime kadar pek çok sorun tartışılır ve çözümler üretilir (Tunçay,1986,2).
Thomas More’un ütopya adlı eserini değerlendiren tarihçi ve düşünürler farklı dünyaları savunsalar da Ütopya’yı kendi düşüncelerini içeren bir yapıt olarak belirlemişlerdir.Bu görüşlerden bazıları şunlardır (Tunçay,1986,2-3) :
Kaytsky’ninde aralarında bulunduğu birçok sosyalist tarihçi Ütopya’yı ilk komünistçe yapıt olduğu kabul etmişlerdir. Burjuva tarihçileri Ütopya’yı Britanya emperyalizminin bir ön taslağı olarak görmüşlerdir. Edebiyat eleştirmenleri bir aydının iğneleyici denemeleri olduğunu düşünmüşlerdir. Hümanistler ise Ütopya’yı Hıristiyan Rönesanssının Programı ilan etmişlerdir.
Thomas More’un Yaşamı
7 Şubat 1478 tarihinde Thomas More Londra’da doğdu. O doğmadan bir yıl önce Londra’da ilk matbaa kurulmuştu. Denizciler uzak denizlere açılan yolculuklarıyla bilinmedik dünyalar, bilinmedik ülkeler bulmaya başlamışlardı. Coğrafi keşifler denen bu yolculuklar yalnız insanın iç dünyasına değil, içinde bulunduğu evrene de yeni boyutlar kazandırdı. Uzaklara giden bu gemiciler ilerde More’un hayal dünyasını etkileyecek, şekillendirecek kahramanlar olacaktı.
More sekiz yaşındayken dört yıl okuyacağı St. Antony okuluna kaydoldu, sonra İngiliz gelenekleri gereği bilgi ve görgüsünü artırmak için Kardinal Morton?un evine yerleştirildi. More bu evde çağın önde gelenlerin tanıma fırsatı buldu ve değişik konularda bilgi edinme olanağı buldu. İlerde Ütopya?da da anlatıldığı gibi Kardinal Mortan More için övgüye değer bir insandır. Kardinal’e göre More ise hayranlık duyulacak biridir. Hatta Morton bir gün More sofra kurarken yakınlarına çocuğu gösterir. Şu küçük yok mu, eşsiz bir insan olacak günün birinde, göreceksiniz, der. Kardinal Mortan More’u 14 yaşına geldiğinde Oxford’a gönderdi .Oxford’da Latince ve Yunancasın ilerletti. Ünlü hümanist felsefecilerden dersler aldı. O Oxford’da kalıp bu yöndeki çalışmalarını (Yunanca, Felsefe üzerine çalışmaları) sürdürmek isterken yargıç olan babasının ısrarlı baskıları nedeniyle hukuk öğrenimine başladı. 23 yaşında Baro’ya girdi. More tam bu yıllarda rahip olmayı da düşünmüştü. (1501-1505) Bu yıllarda bunu sadece düşünmemiş Charter House adlı manastıra kapanıp dört yıl boyunca bir keşiş gibi yaşamıştı. O her rahip adayı gibi sadece dua etmiyordu. Sürekli okuma ve yoğun bir çalışmada yapıyordu. Oruç tutarak, geceleri uyumayarak rahipliğe hazırlanıyordu. More rahip olmadı, ancak dine aşırı tutkusu yüzünden sıkı perhizler tuttu, kuru toprağın ya da kuru tahtanın üstünde yattı. Yastık olarak başının altında odun parçası koydu, geçenin 2?sinde kalktı, kamçılarla ve düğümlü iplerle zaman zaman bedenini cezalandırdı. Bedeninin isteklerini sıkı bir denetim altına almak için çıplak tenine sert bir kıldan yapılmış gömlek giymiş ve bu gömlek bedenini arasıra kanlar içinde bırakmıştı. Bütün bu olanlara rağmen More rahip olmadı. Kimilerine göre çağının din adamları, ahlak açısından gevşek davrandıkları, dinsel coşkularını yitirdikleri için caymıştı bu işten More. Büyük dostu Erasmu’a göreyse More, sevdalandığı için bu işten vazgeçmişti. İffetsiz bir rahip olmaktansa, iffetli bir koca olmayı yeğlemişti?. Kimilerine göre de More kiliseye çekilmemekle topluma ve yurduna, dolayısıyla tanrıya karşı görevini daha iyi yapacağı kanısındaydı (Urgan,2000,16-17).
Thomas More 1505’te evlendi. Evlendiği kızın adı Jane Colt idi. Aslında More üç kız kardeşle tanışmış, ortanca kıza aşık olmuştu. Lakin ortanca kızın ablasından önce evlenmesinin doğru olmayacağını, büyük kızın üzüleceğini düşünerek hoşlandığı kızdan vazgeçer ve ablasıyla evlenir. Jane Colt okuma yazma bilmeyen bir köylü kızıydı. More ona istediği kişiliği verdi. Kitaplardan hoşlanmayı, çalgı çalmayı öğretti O’na. Kendi yaşantısına uygun bir eş haline getirdi. Dört çocukları oldu. Kısa süre sonra Colt öldü. More yeniden bir dulla evlendi (Urgan,2000,18).
Erasmus’un anlattığına göre, More, Ailesini kolayca yönetir, felaketler kavgalar yoktur evinde. Bir anlaşmazlık çıkarsa dakikasında uzlaştırır. Ne o kimseye düşman olur, ne de kimse O’na. Tüm ev halkı mutludur. Çocuklarının üstüne fazla düşerek keyfini kaçırmaz; ama hiçbir görevini de aksattığı görülmemiştir? (Urgan, 2000,19).
Erasmus ayrıca doğa, Thomas More’dan daha tatlı, daha ölçülü ve daha mutlu bir dahi yaratmış mıdır acaba? diye sorarak ona hayranlığını belirtir (Urgan, 2000,23).
Hem Erasmus hem de More Hümanist akımın içinde yoğrulmuş aynı değerlere inanmış insanlardı. Thomas More 25 yaşındayken Parlemento’ya girdi. Siyasal yaşamında hiçbir ödün vermeye yanaşmayacağı daha o sıralar anlaşıldı. Kralın haksız vergi toplamasına karşı çıkınca kralın hışmına uğradı. Saklanmak zorunda kaldı (Urgan,2000,24).
1509 yılında 32 yaşındayken yargıçlığa atandı. Dürüstlüğü ve yoksullara gösterdiği anlayış ve iyilik sayesinde ün saldı. Hiçbir yargıç o kadar çok sayıda davayı karara bağlamamış, More’unkiler kadar doğru yargılar vermemişti. Yargıçlığı sırasında yaptığı en güzel işlerden biri 1517 yılındaki kötü Mayıs günündeki, tavrıydı. 1 Mayıs günü İngilizlerin geleneksel bayram günüydü. Yoksul halk o bayramda çektiği sıkıntıları ileri sürerek ayaklandı. Bu ayaklanmadan az kan dökülerek bastırılmasında en büyük etken More’un söyledikleri olmuştur. More’un bu rolünü halktan bir kadın şöyle açıklar: Onların silahlarıyla yapamadıklarını sen güzel sözlerinle fazlasıyla başardın? (Urgan,2000,24-25)
Thomes More 1529 yılında başbakanlığa eşit olan, Kralın vicdan bekçiliği sayılan, devlet mührünü elinde bulunduran Lordlar Kamarasının başkanlığına getirildi. O artık Lord Chancellor’du. Bu görevi yaklaşık iki buçuk yıl sürdü. Kralın yetkilerini kötü kullanmasını hazmetmeyerek ayrıldı. Ayrılırken yanında çalışan adamlara, Aman ne güzel! Artık güneşe günaydın diyorum,devlete iyi geceler? diyerek ağır bir sorumluluktan kurtulduğunu anlatmaya çalışıyordu (Urgan, 2000,27).
More bu görevden ayrıldıktan sonra kendi dünyasına çekildi. Son yıllarını dünya kaygılarından uzak, ruhunun ölümsüzlüğünü düşünerek geçirmek istiyordu. Ne yazık ki bu gerçekleşmedi. Ömrünün son yılları en acı yılları oldu. İstediği üç şey vardı (Urgan,2000,29):
1) Hristiyan hükümdarlar arasında barış sağlanması.
2) Hz. İsa’nın kilisesinin sapıklıklardan arınıp birlik içinde yaşaması,
3) Kralın evlilik sorununun hayırlı bir sonuca bağlanması
Oysa o sıralar bu isteklerin tam tersi oluyorlardı. Hz. İsa’nın kilisesi ikiye bölünmüştü. Kral 1533’te gizlice Anne Boleyn’le evlenmişti. Kral 8. Henry kendinden önce tahtta bulunan abisinin ani ölümü üzerine O’nun eşi Catherina ile evlenmişti. Catherina Almanya ve İspanya’yı egemenliği altında tutan Şarken’in yeğeniydi. Ancak bir süre sonra Anne Boleyn’e tutulan 8. Henry yengesiyle evlenmesinin yasalara aykırı olduğunu bahane edip boşanmayı istiyordu. Ancak Katoliklerde Papa nikahı bozmadan boşanma gerçekleşemiyordu. Buna çok sinirlenen 8. Henry önce Oxford, Cambiridge gibi Üniversitelerin de aralarında bulunduğu Üniversitelerden boşanmasının dinsel yasalara sözde uygun olduğunu belirten bir ferman kopardı. Sonra da bir yasa çıkararak kendini İngiliz Kilisesinin başı ilan etti. Parlamentoya baskı yaparak bu kanunu çıkaran 8. Henry ayrıca ülkenin ileri gelenlerinin bu yasaya boyun eğeceklerine dair and içmeleri istemişti (Urgan,2000,29-30). İleri gelenlerden biri de Thomes More’du. Bu andı içmek Katolik olan ve Papayı Hristiyanlığın başı sayan Thomes More’un vicdanına aykırıydı. Ancak More olanlara sessiz kalmayı yeğledi. Ünü dünyayı sarmış bu adamın sessizliği Avrupa’nın her yanında çınlıyordu. More’un desteğini almanın kendini çok güçlendireceğini bilen Kral 8. Henry O’nun konuşmasını ve herkesin önünde Kralı İngiliz kilisesinin başı saydığını yemin ederek bildirmesini istiyordu. Ama More, Kralı İngiliz Kilisesinin başı saymaya yanaşmadı ve 1534 yılının Mart ayında yakın birkaç arkadaşıyla 15 ay boyunca, yani ölünceye kadar Londra kulesine kapatılarak hapsedildi (Urgan, 2000,30).
More?un eşi ve kızları her ziyaretlerinde Kralın isteğini yerine getirip serbest kalmasını istediler. O bu isteklere hep direndi. Her dürüst yurttaş, her şeyden önce kendi ruhuna kendi vicdanına saygı göstermelidir. Anlayın bunu.? diyerek bu istekleri reddediyordu (Urgan,2000,31).
Bütün bunlara rağmen More ikna olmayınca mahkemeye çıkarılmaya karar verildi. Eğer mahkemede inat etmez tutumunu değiştirirse affedileceği de bildirildi. Mahkeme savcısı; Kralın savcısı olarak ünlenen Riclithi Rich ile More arasında şöyle bir diyalog geçekti (Urgan,2000,33):
– Siz akıllı bir adamsınız. Ülkenin yasalarını da biliyorsunuz. Eğer parlamento beni kral ilan ederse, siz beni kral kabul eder misiniz?More; Evet, dedi.
Richi
– Peki ya parlamento beni Papa ilan ederse, siz beni papa olarak kabul etmez misiniz?
More bu soruya soruyla karşılık verir.
– Tutalım ki, Parlamento bir yasa çıkardı Tanrı Tanrı değildir diye… Siz Mr. Rich tanrıyı yok mu sayacaksınız o zaman?
Rice bu soruya şu yanıtı verir.
– Böyle bir yasa hiçbir parlamentodan geçmez,
– Tanrı tanrı değildir diyemeyen parlamento, Kralı da Hristiyan kilisesinin başı yapamaz.
More’un yargılanması bu konuşma üzerine 15 dakika sürdü. More, kötü bir amaç uğruna haince ve şeytanca davranmak suçuyla idama mahkum edildi (Urgan, 2000,34).
6 Temmuz 1535 sabahı idam edileceği kendine bildirilince her zamanki güler yüzüyle şunları söyleyecekti; Krala gönlüm borçlu kaldı. Bu berbat dünyanın acılarından beni böyle çabuk kurtarma yüceliği gösterdiği için. O?na her iki dünyada da dua edeceğim. Ardından More bir şölene gider gibi giyindi. Celladı yanına geldiğinde ona bir altın lira hediye verdi. Cellat geleneklere uyarak diz çöküp onu bağışlamasını dileyince celladı ayağa kaldırıp öptü. Başını kütüğün üstüne koydu. Sakalını yana çekti. Son şakasını yaptı; ”Ne de olsa sakalım vatana ihanet etmedi. O da ölüm cezasına çarptırılmasın? Ölmeden önceki son sözleri,?Krala hizmet eden, ama kraldan önce Tanrıya hizmet eden bir insan olarak ölüyorum, oldu (Urgan, 2000,34-35).
More’un ölümünü sonradan birçok aydın kendi penceresinden şu şekilde yorumladı (Urgan,2000,37):
Sidney Lee’ye göre More, papalık kavramına inançla, Rönesans’a inancı uzlaştırmak istemiş, bu umutsuz dava uğruna hem dehasına, hem de yaşamına kıymıştır. Paul Turner; More söz ve düşünce özgürlüğünün olmadığı İngiltere’de, düşüncenin suç sayılmayacağına inandığı için ölümü göze aldı? der. Chambers, O Yalnız Katolik Kilisesinin birliği için değil, insanların inanmadıkları şeylere yalan yemin etmeleri uğuruna, yani vicdan özgürlüğü uğruna öldü. Katusyk’e göre ise More bir kralın aklına esti diye inançlarından vazgeçmeye yanaşmayıp idam sehpasına çıkmakla, kişiliğinin yüceliğini kanıtladı.
 
Başlıca Eserleri
Kral III Richard’ın Tarihi (1513-1518)
Ütopya (1516)
Tyndals’ın Yanıtlarına Tekzip (1532)
Savunma (1533)
Fatih (1533)
Acıya Karşı Bir Yatıştırma Diyaloğu (1534)
 
Ütopya’nın İçeriği
Ütopya’nın Birinci Bölümü
More’un unutulup gitmesini engelleyen en büyük eseri 1915-16 yıllarında yazdığı ütopya adlı eseridir.
Ütopya iki bölümden oluşmuştur. Latince yazılmış olan ütopya iki yılda tamamlanmıştır. More önce Ütopya’nın ikinci bölümünü sonra birinci bölümünü yazmıştır. More düşlediği kusursuz düzeni ikinci bölümde anlattıktan sonra kendi ülkesindeki ve tüm Avrupa’daki durumu Ütopya’daki düzenle karıştırıp ne kadar berbat olduğunu da birinci bölümde anlatmıştır. More okuyucularına adeta bir şu Ütopia’ların, bir de bizim şu halimize bakın? mesajını vermek istemiştir (Urgan,2000,39).
Ütopia’nın anlamı hiçbir yerdir. Bu herkes tarafından bilinmesine rağmen More öyle bir yer varmış gibi anlatır. Ütopia’nın baş kahramanlarından Ropheal Hythloday gevezelik eden anlamına gelir. Bir gemici olduğu, sanki gerçekten yaşadığı ve More’un onunla konuştuğu gibi gösterilmeye çalışılır. Ütopia bir adaydı ve bu adanın nerde olduğu tam bilinmiyordu. Ayrıca adanın Anyder adlı bir nehri vardı. Anyder ise suyu olmayan anlamına geliyordu (Urgan,2000,40).
More Anters kentine gittiğinde orada Peter Giles ile tanışır. Daha sonra Notre Dame da Peter Giles More’u bir gemiciyle tanıştırır. Bu gemici, Portekizli, Latince ve Yunanca’yı çok iyi bilen gençliğinde varını yoğunu kardeşine bırakıp dünyayı dolaşma sevdasına kapılan, America Vespuci gibi Amerika kıtasını keşfeden bir denizciyle kader birliği yapan Rapheal Hythoday’dır (Urgan,2000,40).
Raphael, Thomas More’un düşlerini dile getiren onun yerine onun gibi konuşan hayali bir kahramandı. Rapheal dünyayı gezerek birçok yer görecek gördüğü yerlerin kötülüklerini ve acımasızlıklını anlatacak ve en sonunda bu olumsuzlukların dışında ideal ve adil bir düzen sunan Ütopia adasına demirleyecekti. Yani Rapheal bütün dünyayı gezmiştir ancak Ütopia adasında kusursuz bir devlet görmüştür. Bu kusursuz düzeni ikinci bölümde anlatacağı için birinci bölümde başka konulardan konuşulur.
Rapheal’in anlatımıyla More’un krallara bakışı şöyledir. Barış Avrupa Krallarının umurunda değildir. Onlar kan dökerek ülkeleri ele geçirirler sadece. Kralların danışmanlarına gelince onlar daha yüksek mevki kapmaktan, keselerini altınla doldurmaktan başka bir şey düşünmeyen metelik etmez dalkavuklardır. (Urgan,2000,42).
More ülkedeki yoksulluğun nedeninin soylular olduğun belirtir. Soyluları bal vermez arılara benzetir. Onların başkalarının alın teriyle geçinen, topraklarında yaşayanların derilerini yüzen caniler olduğun belirtir. İngiliz zenginlerinin bencilliğinin yasalarla önlenmesi gerektiğin belirtikten sonra, toplum her insana eşit bir güvenlik sağlamalıdır. Bir insan para çaldı diye öldürülmemelidir. Çünkü tanrı bir insanın değil bir başka insanın öldürmesini, kendisini bile öldürmesini yasaklamıştır. Oysa biz yasaların gölgesine sığınarak bir birimizi boğazlıyoruz (Urgan,2000,43).
More’un yaşadığı dönemde Kral tanrının yeryüzündeki temsilcisi sayılırdı. Ulu bir varlık olan kral için her şey feda edilebilirdi. Kral, canı isterse ülkenin tüm varlığına el koyar, özel vergilerle halktan para toplayabilir, sıkıntı çekmemek için her şeyi yapabilirdi. Onun baskı ve haksızlığa uğrama hakkı yoktur, olmamalıdır. Ama Rapheal daha doğrusu More böyle düşünmemektedir. Kralın en kutsal görevi kendinden önce halkın mutluluğunu düşünmektir. Zorba kralın tahtta oturmaya hakkı yoktur. Halkın acıları, iniltileri ortasında keyif sürmek, krallık değil, zindan bekçiliği demektir (Urgan, 2000,44).
Thomas More Ütopia’nın birinci bölümünde mülk sahipliğinden de yakınır. Memleketin zenginliğinin eşit dağıtılması gerektiği, mülkiyet hakkı toplumun temeli oldukça en kalabalık ve yararlı sınıfın yoksulluk açlık, umutsuzluk içinde yaşayacağını ısrarla belirtir. Ütopia’nın birinci bölümü özetle; İngiltere?deki akılsızlık ve bağnazlığı vurgular. Baskılarını zorbaca sürdüren kraldan, kargaşa içinde yaşayan bir toplum, vicdan özgürlüğünün ve dinsel hoşgörünün olmadığı bir ortam, sadece üst tabakanın yaralandığı eğitim hakkı, küçük bir azınlığın zengin ve varlıklı olduğu, çoğunluğun yoksul ve çaresiz olduğu bir düzen bu bölümün ana fikrini oluşturur. Ayrıca bu düzenin tam karşıtı bir düzenin ipuçlarına da bu bölümde verilir.
More birinci bölümü Rapheal’den Ütopia adasını en ince ayrıntılarına kadar anlatmasını isteyerek bitirir. Rapheal- More arasındaki sohbete yemek yemek için ara verilir. Yemeğin ardından bahçeye çıkılır ve ikinci bölümün içeriğini oluşturacak sohbet başlar (Urgan,2000,45).
Ütoya’nın İkinci Bölümü
İkinci bölümde Rapheal daha doğrusu More sanki gerçek bir yermiş gibi, sanki kendisi orayı gözleriyle görmüş gibi Ütopia’yı ayrıntılı olarak anlatır.
Ütopia eskiden ada değilmiş. Burayı akıllı ve erdemli Kral Utopus kurmuştur. Bu adada biri diğerinden 24 mil uzakta olan 54 tane güzel kent vardır. Başkent, adanın tam ortasında bulunan Amaraute’dir. Amaraute herkesin rahatça ulaşacağı temiz ve düzenli bir kenttir. Ütopia’da evler taş ve tuğladan üç katlı olarak yapılmıştır. Her evin büyük bahçeleri vardır. Bu bahçelerde çeşit çeşit ağaçlar, yararlı bitkiler ve çiçekler vardır. Bahçeler ve evler arasında duvarlar yoktur. Kapıların kilidi de yoktur. Hiç kimsenin özel bir malı yoktur. Ne varsa herkesin malı olduğu için isteyen başkasının evine, bahçelerine girebilir. Ayrıca her on yılda bir kurayla evler değiştirilir. Başka eve taşınırlar (Urgan,2000,47,48).
Ütopia’da kent dört parçaya bölünmüştür. Her bölgede bir çarşı vardır. bütün ihtiyaç maddeleri bu çarşıda depolanır. Besin maddeleri çarşıya gelmeden pisliği ve bulaşıcı hastalığı önlemek için kentin dışındaki akarsuda yıkanırdı. Ütopia’lılar acıma duygularının kan döke döke körleşmemesi için yenilecek hayvanları kendi vatandaşlarına kestirmezlerdi. Her evin başı çarşıya gidip istediği kadar besin alabilirdi. Hiç kimsenin gerektiğinden fazla eşya ve yiyecek alması aklından geçmezdi. Yöneticiler bölgeleri dolaşır maddelerin kıt olduğu yerlere diğer yerlerden aktarım yaptırırlardı (Urgan, 2000,48).
Ütopia’da sofralarda yalnız kız çocukları değil erkek çocuklarda hizmet görürdü. Sofrada taşkınlık yapılmasın diye her gencin yanına bir yaşlı oturtulurdu. Gençlerin düşüncelerini çekinmeden açıklamaları serbestti. Gerçek bir demokrasinin olduğu Ütopia’da herkes aynı giyinir, ancak bekarlarla, kadın erkek ve evlilerin giyimleri arasında çok küçük farklılıklar olabilirdi (Urgan,2000,49).
Ütopia’lılar güzelliğe önem verirler ancak yüzlerini gözlerini boyamayı, altınlar, inciler, elmaslar takmayı pek gülünç bulurlar. Ütopia’lılar inci ve elmaslara aldırmaz, altına da öneme vermezler. Onlara göre bunlar az bulundukları için değerlidirler. Oysa sevgi dolu bir ana olan doğa, hava, su, bitkiler gibi yararlı ne varsa yeryüzüne bırakılmış, bu yararsız nesneler ise toprağın derinliklerine gömülmüştür. Altını rezil etmek için, fırsat kollayan ütopyalılar onları suç işleyenlerin boynuna zincir, parmaklarına yüzük, kulaklarına küpe olarak takarlardı. Ada halkının gözlerini kamaştırmak için, altın takan elçiler Ütopyalıların maskarası olur alaya alınırdı (Urgan,2000,49-50).
Ütopya’da yönetim demokratikti. Her kentte otuzar aile yılda bir, gizli oyla bir yönetici seçer. Bu yöneticiler de halkın gösterdiği 4 aday arasından gene gizli oyla kent başkanını seçerler. Halk kent başkanını beğenirse değiştirmek zorunda değildir. Başarılı olmayan yönetici bir dahaki yıl seçilmezdi. Kent başkanları bir araya gelir kurultay oluşturur, bu kurultay 3 günde ve gerektiği zaman toplanarak ülkenin durumunu gözden geçirip gerekli kararları alırdı. Bu kurultayın kararlarını denetleyen bir kurultay daha vardı. Yılda bir toplanan bu kurultay 54 kentten seçilen gün görmüş üç yaşlı kişiden oluşturuluyordu (Urgan,2000,50)
Ütopya’da fazla yasa yoktur. Zaten yasaya da ihtiyaç yoktur. Varolan yasalara karşı koymak kimsenin aklından geçmez. Çünkü bu yasaların doğruluğunu herkes kabul eder. Yargıçlar Ütopya’da baba gibi görülür. Herkesin kendini savunması daha doğru sayıldığından avukata ihtiyaç yoktur. Eğer avukatlar olursa yasalara karşı hile yolları da oluşur (Urgan,2000,50).
Ütopya’da suçu düpedüz işlemekle, tasarlamak arasında fark yoktur. İkisinin cezası aynıdır. Kötülük yapmak isteyenler sadece karşısına bir engel çıktığı için bu kötülüğü yapmamışlarsa niçin suçlu sayılmasınlar diye düşünür Ütopya’lılar. Her şeye rağmen suç işleyen olursa o suçluların boynuna utanç simgesi olan altın takılır, köle muamelesi yapılırdı. Köleler yenilecek hayvanları kesen, zahmetli ve ağır işleri görürlerdi. Ütopia’da köle olanlara daha ağır şartlar uygulanırdı. Ütopya’da ölüm cezası da yoktu. Köle olarak cezalandırılıp doğruya iyiye yönlendirilip yeniden topluma kazandırma amaçlanırdı (Urgan,2000,51).
16. yy İngiltere?sinde Avrupalıların çoğu aylak aylak gezerken Ütopia’da hiçbir ayrım yapılmadan herkes çalışmak zorundaydı. Sadece sağlık engeli olanlar çalıştırılmazdı. Herkes her işte çalışırdı. Hem erkek hem kadın, tarımla uğraşır, zanaatkarlık yapar, askere gider ve okur yazardı (Urgan, 2000,51).
Ütopia bir tarım ülkesidir. Her kentin yakınlarında tarıma ayrılmış büyük alanlar vardır. Ütopia’lılar bu çiftliklerde dönüşümlü olarak çalışırlar. Böylece köye yerleşmiş bir köylü sınıfı ve şehirde yaşayan şehirli sınıfı yoktu. Ütopya’da herkes çalışmak zorundadır. Ancak hayvan gibi çalışmak yoktur. Üç saat sabah, üç saat öğleden sonra olmak üzere günde 6 saat çalışılır. Öğlen iki saat dinlenilir. Yöneticiler çalışmaları denetler. Aylaklığa izin vermezler. Herkesin çalıştığı bir toplumda çalışma saatleri az olacak ve böylece insanlar kafalarını geliştirmeye zaman bulacaklardır (Urgan,2000,52).
Ütopya’da yaşlılara ve hastalara özenle bakılır. Her kentin dışında dört tane hastane vardır ve ihtiyacı karşılayacak büyüklük ve düzendedir. Hastanede bakım çok iyidir. Burada hastalara karşı en önemli tutumlardan biri de iyileşmesi mümkün olmayacak hastaların fazla acı çekmelerini önlemek için ölmelerini doğru bulmaktadır. Ruhun ölümsüzlüğüne inanıldığı için kişiye telkinde bulunulur, eğer kişi ölmek isterse bir uyuşturucuyla hayatına son verilirdi. İstemeyen kişinin ölümüne izin verilmez. İntihar eden kişilere ise iyi gözle bakılmaz cesedi pis bir bataklığa atılır (Urgan, 2000,53-54).
Ütopia’da kızlar 18, erkekler 22 yaşından önce evlenemezlerdi. Evlenmeden önce cinsel ilişki yasaktı. Bu yasağa uymayanlar olursa ömür boyu bekarlık cezasına çarptırılırlardı. Ütopia?da kadın-erkek eşittir. Evlenmeye niyetlenen çiftler yaşlı bir kadın ve erkeğin denetiminde çırılçıplak birbirlerine gösterilirlerdi. Ütopya?da boşanmada sınırlıydı. Sadece eşleri tarafından aldatılanlara yeniden evlenme hakkı tanınırdı. Aldatma suçu yinelenirse cezası ölümdü (Urgan,2000,55-55).
Ütopia’da öğretmenler çocuklara sadece bilgi vermezler. Onlara önce doğru dürüst düşünmesini öğretirler. Doğru ahlakın ancak doğru düşünceden doğabileceğini bildikleri için sadece yönetici ve bilimle uğraşanların değil, tüm yurttaşların gerçek anlamda aydın kafalı olmalarını sağlamak gerekli görülürdü (Urgan,2000,56).
Ütopya’lılar çalışma saatlerinden sonra istediğini yapabilirler. Orada meyhane, kumarhane bulunmadığı için kötü işlerle boşuna zaman harcamanın imkanı yoktur. Herkes doğuştan ölüme kadar eğitimin gerekli olduğuna inanır. Bilim sanat toplumun ortak malıdır. Ütopya’lılar Roma ve Mısır bilimi sanatı üzerine her şeyi bilirler. Hristiyanlık dininin gereklerini yerine getirirler (Urgan,2000,56-57).
Savaş onlar için hayvanca bir iştir ve tiksindiricidir. İnsanların kanını dökerek elde edilen zaferlerle övünülmez, utanç verici bulunur. Ütopya’lılar ülkelerini savunmak zorunda kalırsa akıllarıyla savunma yaparlar. Ütopia’lılar dış ticarette kazanıp ülkelerinde dokunmadıkları para ve altınları savaşın pis işlerinde kullanırlar. Savaş başlar başlamaz düşman ülkenin en kalabalık yerlerine ve savaş meydanlarına ilanlar asılır, onların krallarını öldürenlere büyük paralar, öldürmeyip getirenlere ödülün iki katı, kendileri teslim olanlara ise bütün ödüllerin verileceği ve canının bağışlanacağı bildirilir. Ütopia’lılar sadece kendilerinin değil düşmanlarının da acı çekmesini istemezler. Eğer bütün bunlara rağmen savaş kaçınılmaz olursa kendileri savaşmaz paralı askerler tutarlar. Buna rağmen de ülkeleri tehlikeye düşerse gönüllü olan herkes kadın-erkek fark etmeden savaşılır. Onlar savaşı öç almak için yapmazlar. Şehirleri yakıp yıkmazlar. Eğer savaşı kazanırlarsa sadece karşı devlete savaş masraflarını ödetirler (Urgan,2000,57-59).
Ütopya’da hiçbiri hor görülmeyen bir çok din vardır. Kimi güneşe, kimi aya, kimi bir gezegene veya kişiye tapabilir. Ama Ütopia’lıların çoğu tek tanrıya inanır. Bu tanrı dünyaya egemendir. Akılla dini hiçbir zaman bir birbirinden ayırmazlar. Falcılığa ve yıldızlara inanmaya pirim verilmez. Her şeyin başı doğadır. Doğada aklın çözemeyeceği şey yoktur. Aslolan akla göre yaşamak ve düşünmektir. Adanın en eski yasası olan kimse dininden dolayı kötülenemez? maddesi en ciddi uygulanan maddedir. Herkes inandığı dinin propagandasını yapabilir ama başka dini kötüleyemez. Din adamları sadece dua etmez, hastalara bakar, bataklıkları kuruturlar. O çağda Avrupa’da boş inançlar aşılayan sayısız din adamları varken Ütopia’da sadece 13 rahip ve bir baş rahip vardır. Rahipler gizli oyla halk tarafından seçilir. Rahipler evlenebilir de. Hatta dul ve yaşlı kadınlar da rahip olabilirler. Rahipler kesinlikle devlet işlerine karışmazlar. Ütopia’lılar dinsel törenlerde kurban kesmezler, Ütopia’lılar dinin ayırıcı yönlerini kullanmazlar, birleştirici yönleriyle tapınaklarda ibadet ederler. Tapınaktaki ibadet ortak bir duayla sona erer. Ruhlarının yaşayacağını bildikleri için ölümden korkmazlar. Bir yakını ölen asla ağlamaz. Ölünün cenazesi şölen havasında neşeli şarkılarla kaldırılır (Urgan,2000,59-63).
Hem toplumsal, hem kişisel mutluluğa varmak isteyen Ütopya’lılar için hoş yaşamak, dünyanın tadını çıkarmak iyi bir şeydir. Hem kendileri hem de başkaları için diye düşünürler. Bütün insanlar yaşamın sevinçli sofrasına ortakça oturmalı ve dünyanın tadına varmalıdır. Ütopya’da kasaplık yasaktır. Avcılık da yoktur (Urgan,2000,63).
Thomas More eserini övgüyle bitirir.Ütopya’dan başka yeryüzünün hiçbir yerinde böyle erdemli insanlar ve kusursuz toplum yoktur. Ütopya’da hiç kimsenin parası, mülkü yoktur ama; geçim derdi de yoktur. Kendisinin ve gelecek nesillerinin kaygısını duymadan mutludur insanlar. Avrupa’da devlet denilen şey bu değildir. Avrupa’da devlet zenginlerin yoksulları öldüresiye sömürmek için düzenledikleri suikastten başka bir şey değildir (Urgan,2000,64).
More Ütopyasını bir özlemini dile getirerek noktalar:Şunu da saklamayacağım ki, Ütopia devletinin birçok özelliklerini bizim kentlerimizde görmeyi isterdim. Bir umuttan çok bir dilektir bu (Urgan,2000,65).
 
Sonuç
Ütopia’da acılar ve haksızlıklar ortadan kaldırılmıştır. İnsanlar eşit ve özgür yaşıyorlardır. Kralın baskıları da yoktur, soyluların lüks tutkusu da… Görevlileri parayla satın almak da mümkün değildir. Savaş naraları atan, dinsel baskılar yapan yöneticiler de yoktur. Kısacası ütopya; bir düş ülkesi, bir mutluluk diyarıdır (Dündar, 1996).
Bütün bu belirlemeler sonucunda Thomas More’un Ütopya’sında bir tasarım vardır. Bu tasarım bir adada kurulmuştur. Bu adada adaletli düzen düşleri vardır. Özel mülkiyet her türlü kötülüğün kaynağıdır. Adada özel mülkiyet de parada yoktur. orada herkes emeğiyle yaşama katılır. Ütopyalılar ürettiklerini ortak depoda biriktirir ve gerektiğinde kullanırlar. Bu adada tam anlamıyla demokratik bir düzen vardır.
 
Kaynakça
 
Cevizci, A. (1994). Felsefe Sözlüğü. BDS Yayınları.
Timuçin, A. (1996). Felsefe Sözlüğü. Ankara: Ekin Yayınları.
Tunçay, M.(1986). Batıda Siyasal Düşünceler Tarihi. Ankara: Teori Yayınları.
Urgan, M. (2000). Ütopia Ankara: İş Bankası Yayınları.
Dündar, C. (1996). Devler Ülkesindeki Ada (m): Milliyet. 26 Mart.

Administrator
Administrator
Editörden Yazı Atölyesi, Çağdaş Türk ve Dünya Edebiyatı’nı merkezine alan bir Websitesidir. Yazı Atölyesi’ni kurarken, okurlarımızı günümüzün nitelikli edebi eserleriyle tanıtmayı ve tanıştırmayı hedefledik. Yazarlarımız, Yazı Atölyesi’nde, edebiyat, sanat, tarih, resim, müzik vb. pek çok farklı alandan bizlere değer katacağını düşünüyoruz. Bu amaçla, sizlerden gelen, öykü, hikaye, şiir, makale, kitap değerlendirmeleri, tanıtımı ve film tanıtım yazıları, anı ve edebiyata ilişkin eleştiri yazılarla, eserlerinize yer veriyoruz. Böylelikle kitaplarınızla eserlerinizin yer aldığı Yazı Atölyesi’nde, dünya çağdaş edebiyatı ile sanatın pek çok farklı alanında değer katacağına inanıyoruz. Yazı Atölyesi kültür sanatın, hayatın pek çok alanını kapsayan nitelikli edebiyat içerikli haber sunar. Bu nedenle başka kaynaklardan alınan, toplanan, bir araya getirilen bilgileri ve içerikleri kaynak belirtilmeksizin yayına sunmaz. Türkçenin saygınlığını korumak amacıyla ayrıca Türk Dil Kurumu Sözlüğünde önerilen yazım kuralları doğrultusunda, yayınladığı yazılarda özellikle yazım ve imla kurallarına önem verilmektedir. Yazı Atölyesi, üyeleri ve kullanıcılarıyla birlikte interaktif bir ortamda haticepekoz@hotmail.com + yaziatolyesi2015@gmail.com mail üzerinden iletişim içinde olan, bu amaç doğrultusunda belirli yayın ilkesini benimsemiş, sosyal, bağımsız, edebiyat ağırlıklı bir dijital içerik platformudur. Katkılarınızdan dolayı teşekkür ederiz. http://yaziatolyesi.com/ Editör: Hatice Elveren Peköz Katkılarınızdan dolayı teşekkür ederiz. http://yaziatolyesi.com/ Editör: Hatice Elveren Peköz Email: yaziatolyesi2016@gmail.com haticepekoz@hotmail.com GSM: 0535 311 3782 -------*****-------
YAZARA AİT TÜM YAZILAR
BİR YORUM YAZIN
ZİYARETÇİ YORUMLARI - 0 YORUM

Henüz yorum yapılmamış.