Titreyen Kelimeler | Hacer Heybeli
Geçmişten intikam almak istercesine haykırdım!
Nazlı, bize bunu nasıl yapar?
Zaman geçip giderken, sormuyor bana derdimi. Çocuğun elinden şekerini alır gibi alıyor umutlarımı.
Kayboluyor hayallerim, koşuyorum zamanı yakalamak için, yorgun düşüyor bedenim. Bilmediğim bu zaman yolculuğunda. Geriye bakmak, anıları iade etmek zor geliyor.
Kendi kendime soruyorum ne işim var bu yağmurun altında. Etrafta bakındım koca çarşı yalnızlığı oynuyordu.
Sokaklar, dükkânların saçaklarından akan yağmur suyunun seyretmeye bırakılmıştı. Kendi kendime gülümsedim.
“Herkes benim gibi deli mi? Bu yağmurda sıcak evinden çıksın, belamı arıyorum bu ayazda sanırım!”
Çarşıyı boydan boya gezdim, marifetmiş gibi üstüne üstlük aradığımda bulmadım. Durağa yönelmekten başka çarem yoktu. Botlarımın içi su dolmuş, dizlerime kadar ıslanmıştım. Şemsiyem bile sırtını bükmüş. Biraz sonra durakta, bekleyenler arasındaydım.
Bütün bekleyenler rüzgârın şiddetinden nasiplerini alıyorlardı. Benimse dişlerim birbirini dövüyor, kemiklerim titremeye başlamıştı.
Saate baktım, arabanın gelmesine daha vardı. İki bayan dikkatimi çekti, durmaksızın konuşuyorlardı.
Çevredeki herkes, onlara kulak misafiri olmak zorunda kalıyordu.
Kıvırcık siyah saçlı olanı, iş bulduğunu daha önce hiç çalışmadığını, ama çalışmanın evden çıkmanın ne kadar güzel olduğunu anlatıyordu. Saçlar mısır püskülüne benzeyen beyazımsı bir tene sahip olansa;
Deri kursuna gittiğini maskotlar, kemerler yaptıklarını söyledi. Daha öncede taş oymacılığa gittiğinde ekledi.
Bir an bende konuşmalarına kulak misafiri oldum. Aniden gözlerimin dikkatini, az ötede duran uzun boylu adam çekti. İkide bir bana bakıyor, merakını gidermek ister gibi sessizce bakıyordu.
Gözleri gözlerime takılınca, kendimi mavi gökyüzünde gezdiğimi hissettim. İkimizde tokat yemiş gibi yüzümüzü çevirdik. Bana hiç yapancı gelmemişti, hatta çok tanıdıktı. Tekrar bir mavi bakış aldım.
İşte o zaman çevremdeki her şey durdu. Sesler sustu, bu yağmur fırtına ne ki hissetmiyordum artık.
Kaldırımlar dans etmeye, bellerini kıvırmaya başlamıştı gözümde. Duyduğum tek ses artık kalbimin sesiydi. Avazı çıktığı kadar bakma o tarafa diye haykırıyordu.
“Şimdi nerden çıktın karşıma!” Kendi kendime kısık bir sesle konuştum. Beni tanımadığını ümit ederek, yağmurun çiselemesine aldırmadan, durağın saçakları altından birkaç adım uzaklaştım. Atkımla güzelce başımı sardım, sadece gözlerim açıkta bıraktım.
Ne kadar uzaklaşsam da ona bakmaktan kendimi almıyordum. İki kadın hala konuşuyor, ama ben konuşmalardan bir şey anlamıyordum artık.
Mavi gözlerini bana dikti, iki üç adımla yanıma geldi. Şimdi yağmur mavi yağıyordu, kaldırımlar mavi gülümsüyordu. Neden böyle oldu, bende anlamıyorum? Bütün yaşanmışları birkaç satıra sığdırıp çekip giden o değil miydi?
“Merhaba beni tanımadın sanırım!” Ruhuma kadar işleyen bu ses, düşünce denizinden çekip aldı beni.
Sanki sıcak bir çayı bütün bardağı bir yudumda içmiş, boğazım, ciğerlerim bile yanıyordu. Kaçacak bir delik arıyordum. Gözlerine bakınca mavi kıvılcımlar bir ok gibi yüreğimi deliyordu.
Öfke ve nefretle bana fırlatıyordu.
“Haklısın tanımadım!”
“Sanırım hayatında önemli bir iz bırakmamışım.”
Sesindeki alay oradan bir an önce kaçmam gerektiğini haykırıyordu.
“İz mi?”
Sessizce fısıldadım, bu beş dakika bile içimde uyuttuğum ne kadar duygu varsa sevdadan yana, uyandı. Yüreğim söz dinlemez bana karşı asileşti. Hâlbuki ben yıllar önce bu mavi denizde boğulmayı dilemiştim. Nasıl tanımam, içimdeki yara hala mavi damlıyor. Cevabımı beklemeden kolumdan yakalayıp peşinden sürüklemeye başladı. Durakta bekleyenlerin şaşkın bakışları altında…
“Hadi yürü, biraz konuşacağız!” Kolum dirseğime kadar yanıyordu, hissetmiyordum artık.
Biraz sonra iki yapancı gibi karşı karşıya bir kafede oturduk. Konuşmaya başladı. Söylediği hiçbir şeyi anlamıyordum.
O konuştukça ben kendimi, mavi sularına bıraktım. Beni boğmak için oluşan dalgalara aldırmadan, bu mavi denizden sonra ben gülümsemenin rengini, arkadaşlarımı unuttum. Elimde kalan tek şey yalnızlığımın soğuk nefesi, kanaya özlem yarası.
İçimden geçeni anlar diye aniden gözlerimi kaçırdım. Bunu fark etti, gözlerindeki siyah fırtınayı hissettim.
Nefretini kusuyor, şimşekleri bana fırlatıyordu. Yıldırımlar, gözlerimi delip yüreğimi yaralıyordu.
“Hiç zaman seni değiştirmemiş. Zora gelince gene kaçıyorsun, hileli oynuyorsun.”
“Ben mi, bütün bunları yaptım? Ya sana ne demeli? Yaşanan her şeyi bir kaça satıra sığdırıp kaçmak mı sence, dürüstlük bu mu?”
Oturduğu yerden bir ok gibi ayağa fırladı! Altındaki sandalye çığlık atarak yere yığıldı.
Elini arka cebine götürdü. Cüzdanın çıkarıp açtı. İçinde okunmaktan yorgun düşmüş bir kâğıt çıkardı.
Masanın üstüne, önüme attı. Çekinerek sessizce kâğıdı alıp açtım. Bana gelen mektubun aynısıydı.
Gözlerine bakmaktan çekiniyordum artık. Kolayca inandım diye yavaşça çantamı açtım. İçinden aynı satırlarla süslü kâğıdı çıkardım.
Bir bana şaşkınlıkla bakan mavi gözlere baktım, bir elimdeki kâğıtlara…