Tezer Özlü Canımın İçi / İnci Gürbüzatik

Tezer Özlü, (Doğum, 10 Eylül 1943 – Ölüm 18 Şubat 1986)
Kitap açlığı çekip çıkan ya da çıkacak olan kitapların peşinde koştuğumuz ama henüz ‘Yüreğimizde yeni bir dünya taşıyoruz, şimdi şu anda bu dünya büyümekte’ diyen İspanyol anarşist, devrimci, BuonaventuraDuritti’den de Ernest Hamingway’in‘Çanlar Kimin İçin Çalıyor’ undan da habersiz olduğumuz zamanlardı. Daha başka devrimci yazarlardan da haberimiz yoktu. Gerçekleri görenlerin ‘Komünist’ damgası yediği günlerde her kitap bulunmuyor, yeni çıkan kitaplar da tarafımızdan merak ediliyordu. Artık üniversitedeydik birbirimizle yarışırcasına kitap okuyarak kafamızı daha da karıştırıyorduk. Tezer Özlünün genç bir kadın yazar olduğunu,kitabının çıktığını duymuş, soluğu Sakarya’daki Bilgi Kitapevinde almıştım. Kitap daha ilk anda ‘Çocukluğun Soğuk Geceleri’ adıyla etkilemişti beni. Yazar, yaşayan bir yazardı, kadındı, gençti, benim gibi tiyatro ile ilgileniyordu, hem de AST’ da. Üstelik Güner Sümer’in karısı, Demir Özlü’ nün kız kardeşi, Sevgi Soysal’ın komşusu, arkadaşı,Leyla Erbil’in,Ferit Edgü’ nün mektup sırdaşıydı. Ferit Edgü abisinin okul arkadaşıydı. Merakım katmerliydi. Bir solukta okuduklarım, yaşadığımız gerçekleri, gizlediklerimizi, suskunluğumu yüzüme çarpıp çok canımı yakmış, kasvetiyle karartmıştı içimi. Kitap, yanlışlara, yasaklara kalıplaşmış düşüncelere, bastırılmış özgürlük tutkularına, yalansız bir Dünya’ya benim gibi pek çok okurun, düşünen kadının, kızın, insanın Tezer Özlünün sesinden bir isyandı. Yenilikçiydi, öncüydü, sözcüydü, cesur, açık yürekli, dilinin kemiği olmayan, bedel ödemeyi göze almış, korkusuz, devrimci en önemlisi özgün genç bir kadınındı.
Sevgisi hissedilmeyen ana babalarla öfke içinde büyümek, saçlarını göstermeyen rahibelerin saçlarını merak etmeler, yazarın taşra özlemi, Yeni Sinemalarda Grece Kelly seyrettiği zamanlardaki naylon çoraplarımız, akıl hastanelerinin korkunç atmosferi, tedavi yöntemleri, gerçekten deli olup olmadığını bilemediğimiz zavallı hastalar, deli kim? Delilik ne? Saçma sorular. Sorulara verilen akıllı cevaplar, kuzu kuzu elektroşoka gitmeler, ‘Guguk Kuşu’ filminin o ünlü kaçış sahnesi, havuzlu Saraçhane Parkında kesilecek ağaçlar, o günkü Taksim, ev halimiz, erkek kardeşlerimiz, okullarımız, öğretmenlerimiz, eğitim sistemimiz, üzerimizdeki hem yakın çevresel hem toplumsal baskılarımız hep aynıydı yazılmıştı işte.Okullarımızı çekilmez kılan yöneticiler, beni de Tezer Özlü gibi okuldan soğutan öğretmenlerimiz hep aynıydı.‘Üzüntülerinden kaçmak için kendi ağıtları arasında uyuyakalan çocuklar’ olmak, babalarımızın benzerliği hem de benzersizliği ilginçti. Çelişkili yakınlıklar, uzaklıklar. Sahte kent yaşamının insanı kalıba sokan cenderesi. Eylemler, eylemsizlikler. Nihilist düşünceler. Hep makarna yiyen sarı benizli Doğulu gencin denize atlayarak intiharı. Kolalı kabarık jüpon’ lu eteklerimizle danslı çaylara gitmelerimiz, Almanya’ya giden işçi trenleri, Leo Ferne’nin saçları, protest, şiirsel sesiyle söylediği anarşist şarkıları, ‘insan ölümünü kendi kendine ölüyor’ sözü, daha sayayım mı? Beni benden almıştı kitap. Soluksuz,sarsılarak okumuş. Sonra da satır satır çizmiştim sayfaları.
Özgünlük, yabancılaşma İroni, gerçek, protest, antimilitarist,değişim, erkek eğemen toplumda özel erkek çocuklar, Sisler Bulvarında Attilâ İlhan,Zübük,Kazan Töreni, Güzel Türkçemiz,yalnızlık, sevgisizlik-aşk, intihar, gitme, ölüm, din, kasvet,Zola,Turgenyev,Cehov,Simmel,Pelit Pastanesi,Arjantin tangoları, esriklik, intiharlarıyla da ItaloSvevo, Zeno, Stephan Zweig, Pavese, Nilgün Marmara çarpıp atmıştı beni. Ben kitapta adı geçen pek çok yazarı daha tanımıyordum. Merakım bilgisizliğimi ortaya çıkarttı elbette. Demek ki daha tanımam gereken çok yazar, okumam gereken çok kitap vardı.
‘Çocukluğun Soğuk Geceleri’beni Tezer Özlü ile tanıştıran okuyunca beni kendime getiren benim için de bir yüzleşmeydi.Kendisinden hareketle, toplumun, istediği kalıba sokmak için sıkıştırıp bastırdığı genç insanların çıkmazını, bizleri, beni yazmıştı çünkü. Bunaltımızı, çaresizliğimizi, tutunamayışımızı yazmıştı. Yaşamın özüne girip sarsıp silkelemişti benim gibi bütün genç okurlarını. Öğretilmiş kadınlığa, din sınırlı kadın erkek ilişkilerine, dayatılmış düşünce kalıplarına, değer yargılarına, bastırılan kadınlık arzularına, tabulara, korkusuzca eleştiri getirmek pek kolay olmasa gerek. Hem de 1960’lı 70’li yıllarda.Kitapta okuyucuyu hipnoz gibi çeken bir güç, müthiş bir tempo vardı. Önce anlatacaklarının atmosferini oluşturuyor, mekânları çok başarılı ve neredeyse belgesel niteliğinde betimliyordu. Atmosferi değerli kılan sözcükleri öyle yerli yerinde kullanmıştı ki dil ustalığına şaşıp kalmıştım. İlk okuduğumda anlattıklarını kendimle kıyaslayıp korkmuştum da.Zihninin kapılarını bilinç akışıyla açıp beni buyur ediyordu dünyasına. Baştan çıkartıcıydı, etkilenmiştim. O, burjuva olmanın sıkıntısı içinde bunalırken ben, alt orta sınıf bir ailenin ekonomik çıkmazlarıyla boğuşuyor her şeye öfkeyle karşı çıkıyordum.‘Senin dilin çok uzadı?’ diyenler bunun onu okuduğumdan olduğunu bilmiyordu. Aileyi, çevreyi algılayışımız, Dünya’yı değiştirmek düşüncemiz aynıydı. 18 Kasım 1980 tarihinde ‘Çocukluğun Soğuk Geceleri’ kitabını anne babasına imzalarken yazdıkları kitabın yazılış felsefesini, amacını, önemini yeterince anlatıyordu. ‘Anneciğim, babacığım. Yazdıklarımı kimse üstüne alınmasın. Dünya’yı biraz olsun değiştirmek istiyoruz.Tezer Özlü Kral.’ Başka söze ne gerek. Dünya’yı değiştirme hayalleri 68 kuşağının hayalleri değil miydi? Başaramadığımız halde hala aynı hayalin peşinde değil miyiz?
Haber Kaynağı: Zorba TV