Telefon | Gökhan Akçura
Telefonun serbest bırakılacağı haberi basında yer alır almaz mizah dergileri de konuya el atıp yazılar üretmeye başladılar. 1909 yılında Davul dergisinde, İstanbul’a telefon gelince nasıl konuşulacağı mizahi bir dille şöyle anlatılıyordu:
Telefon bir kulağı çağıracak mı, ilkin elektrik zili çalınır. Kulak bunu duyar duymaz, okşanmayı özlemiş bir çocuk gibi makineye koşar ve bir çekici kuvvet onları birbirine yapıştırır. O zaman kulağın ilk işiteceği söz Frengistanda “Alo!”dur.
Telefon için çapkın bir alet olduğu söylenir. Öyle ya, bir genç kızı uyandırarak, henüz sabah tuvaletini bile yapmasına imkân vermeden onun saçlarını aralayıp kulağına kadar sokulmak başka nasıl izah edilebilir.
Aslında, Davul dergisindeki yazıda ele alınan temel konu, Frenk dilindeki “alo” sözcüğünün Türk dilindeki karşılığının ne olacağıdır. Dergi fantezi dozunu iyice artırır ve bu konuda encümen, konferans ve kongreler düzenlendiğini söyler. Bu tür bir toplantıda tartışan üyelerden biri, Türkçede “alo” karşılığı “hu!” denmesini önerir. Hep bir ağızdan karşı çıkan üyeler “tek heceli” bir sözcüğün kullanılamayacağını belirtirler. Yeniden düşünmeye başlanır. Bir başka üye birden “Yahu, desek nasıl olur?” diye sorar. Hepsi sevinçle bu teklifin üzerine atlarlar. Yazı şöyle devam ediyor:
“Yaşa!” diye her taraftan çırpındılar. Hep birden Boğaz vapurlarının düdükleri gibi inceli kalınlı “Yahu!” diye bağrıştılar. Bu deyim o kadar hoşa gitmişti ki birisi dayanamadı, yanındakinin kulağına yaklaştı. Avazı çıktığı kadar “Yahu!” diye haykırıyordu. Herkes gülmekten katılıyordu. Biri yüzü koyun yerlere yatmış, sinirli kahkahalarla tepiniyor, öteki pandülü gibi bel kıvırarak hareketler yapıyordu.
Davul dergisinde yayımlanan bu yazıya birkaç hafta sonra bir okuyucudan gelen mektupta ise, Türkiye’de telefon konuşmasına başlarken “alo” yerine “kim o?” denilmesi teklif ediliyordu.
(“Telefonun İstanbul’a ilk geldiği günler”, “Ayna”, Eylül 1975)
(GÖKHAN AKÇURA)