Tanrıların Mektubudur Şiir | Bedros Dağlıyan
Mektup yazmayı severdim. Hatta çok severdim demek daha
doğru olacak galiba… Annem de çok mektup yazardı. Üstelik kendisine gelen
mektupları da son nefesini verene dek sakladığını biliyorum. Ona gelen
mektupları kaç kez bir anı ya da öykü gibi okudum bilemezsiniz. Galiba çok
gerçekçi ve yüreğe dokunan satırlar olmasıydı,
beni cezbeden… Annem, arkadaşlarına, komşularına hatta bütün akrabalarına
hasbıhal edercesine mektuplar kaleme alırdı. Ki onun öğretmenlerine yazdığı
mektuplara gelen cevapları da biliyorum. Bazen bir romandan ya da şiirden
alınan alıntılarla süslenirdi o mektuplar… Ne kadar doğal, yalın ve içtendi…
Tüm geride bıraktıkları, annemin onlara yazdığı mektupları itinayla saklardı.
“Abla, mutlaka bize yaz” derlerdi. Annemse yüksünmez aksine zevkle yazardı.
Şimdilerde kimsenin mektup yazdığı yok. Hoş,
okudukları da pek söylenemez ya; neyse… Öyle iki kişi hatta daha fazla kişinin
katıldığı sohbet mealinde yazardı. Mahalleden, şehirden haberler olurdu
mutlaka… Bazen şiirle süslerdi satırlarını; okuyana hora bile geçerdi.
Ben de çok sevdim her fırsatta mektup yazmayı.
Şimdiyse yazmak istediğim halde uzun bir mektubu kimsenin okumadığından bahisle
yazmıyorum. Keşke yazabileceğim birileri olsaydı. Annem yatılı okulda okurken
ona yazdığım mektupları, kartları bile saklamıştı.” Senin yokluğunu koynuma
sakladığım mektuplarla unutmaya çalışırdım”, derdi.
Ortaokulda okurken bir laboratuvarda çalışıyordum.
Orada bizimle birlikte çalışan bir Hanım ablamız vardı. Okuma yazması yoktu,
ama üç dili konuşurdu usulünce… Zeki ve çalışkandı, lâkin. Çalışan onca çocuğu,
genci, yaşlıyı idare eder; işleri de aksatmadan çabucak hallederdi.
Onun için mektup yazmamı isterdi çoğu zaman… “Sen
mektupları, benim anlatmamdan daha güzel yazıyorsun” derdi. Bütün
tanıdıklarının isimlerini tek tek yazardım. Birini yazmasam ‘hatırı kalır’ diye
de ilave ettirirdi. Sırtı kambur, boyu kısacıktı. Çirkin sayılacak denli esmer
bir yüzü vardı. Hiç farkına varmadım, yüreğindeki güzellikten… Yüzü öylesine
güleç ve cana yakındı ki… Biz kendi eksikliklerimize yanardık.
Benim yazdığım mektupları severdi sevmesine ya, Hanım
Abla. Mektupları hep şöyle başlasın isterdi.
”Nasılsın? iyi misin? İyi olmanı Cenabı haktan
dilerim. Eğer sende beni soracak olursan hamdolsun iyiyim. Orada havalar nasıl?
Burada havalar ılık süt kıvamında” gibi… Gülerdim. O da güler sonra da herkese
selam ederdi. Sarı öküze bile…
Tanrı da peygamberleri aracılığıyla mektup yazmaz
mı insanlığa… Eski ve yeni Ahit’in çoğu mektuplardan oluşmaz mı? Tanrı İsa’nın
aracılığıyla bu evrenleri yaratmadı mı? Yaratmak diye çevrilen sözcük yapmak ya
da kurmak anlamındaki “poieo” sözcüğüdür ki; İngilizce ‘de şiir
anlamını taşıyan “poem” sözcüğü bundan gelmedir. Anlamlı ve uyumlu
bir yapıtı belirtir (Efesoslular 2:10′
Edebiyatın şair ve yazarları da çokça mektup yazmış
ve bu mektupların epey kısmı bir edebiyat ürünü olarak basılmıştır. Birkaç
yazarın mektuplarını bende zevkle okudum diyebilirim. Nazım’ın, Sabahattin
Ali’nin, Ahmet Arif’in hatta Ahmet Hamdi Tanpınar’ın yazdığı mektuplar nasıl da
özeldir.
Şimdi bir mektup yazmalıyım oğullarıma; sonradan
sevgiyle okuyacakları… Şöyle başlamalıyım belki de mektubuma son nasihat
mealinde…
Oğullarım; dostların sofrasındayız ve
özgürlüğümüzün bilincindeyiz. Mucizevi kurtuluşların son temsilcilerindeniz
belki de… Yanımda başka omuzların omzuma yaptığı dokunuşu hissedebiliyorum,
ama… Her yazılan şiirde, her yazılan makalede ve özgürlük için alınan her
nefeste bende varım diyebiliyorum.
Biz insanız üstelik özgürce düşünebiliyoruz
halen… Az yiyebilir, azla yetinebilir hatta az kazanabiliriz. Kazandığımız
alın terimizdir sadece bunu biliriz… Ne hırsızlık, ne sömürü bizim düşünen
zengin beynimizi yok edemez. Düşündüğümüz sürece; kuşlar öttüğü, ırmaklar
aktığı, güneş ısıttığı sürece; güzel bir filmi izleyip, güzel bir müziğin bizde
bıraktığı yalın güzellikle hemhal olduğumuz sürece insan olmaya da devam
edeceğiz…
Hep üreteceğiz, yeniden yeni baştan başlayacağız.
Bunu bizden öncekilerde başardı ben de başardım; elbette sizler de
başaracaksınız. Toprak her Anadolulunun zenginliği olduğu gibi bizim de
zenginliğimiz. Önce ağaçlarımızı dikeceğiz, sonra da evimizi… Onu kutsayacak
mutlaka din adamlarımız… Yeniden zenginleşeceğiz ve çoğalacağız… Bir gün
elimizden bunu zorla alanlar çıkabilirmiş; ne gam! Yeniden başlayacak
yeteneğimiz ve gücümüz hep olacak. Bizler haramilerin de, kendi gücümüzün de
farkındayız.
Bizi insan eden zenginliğimiz dostlarımız,
okuduğumuz kitaplar, ezberlediğimiz şiirler değil midir? Kimilerinin taptığı
para ve güçse bir gün ezilecek kâğıttan dev sadece nazarımda…
Ben insanım. Zayıflıklarımın, eksikliklerimin hatta
zaaflarımın farkındayım. Elimde yazabileceğim bir kâğıt düşünebileceğim bir
beyin olduğu sürece hayata yeniden başlayabilirim. Üstelik öldükten sonra da bu
yazdıklarım sonsuza dek kalabilir.
Size bırakabileceğim kitaplardan ve iyi bir isimden
başka bir şey olmayacak… Lâkin bana yettiği gibi size de yeteceğini biliyorum
sahip olduklarımın… Sevgiyle, onurla yaşayın oğullarım. Kucaklanmak
istediğinizde kollarınızı açın yeter; çokça kol, çokça omuz sizi saracaktır;
eminim.