TANPINAR’A MEKTUP / Sibel Unur Özdemir
25.01.2018/Ankara
Merhabalar efendim,
Siz beni henüz tanımasanız da ben sizi -bir okurunuz olarak- yakından tanıyorum.
Sizinle oturup edebiyat hakkında uzun uzun sohbet edebilmeyi çok ama çok isterdim. Ne yazık ki ben doğmadan altı yıl önce ebediyete intikal etmişsiniz. Bu nedenle sizi görme, tanıma, sohbet etme fırsatım olmadı lakin sizi şiirlerinizden, romanlarınızdan, öykülerinizden, denemelerinizden tanıdım, sevdim. Edebiyatın işte böyle de büyülü bir gücü var. Sizden önce yaşamış yazarların, şairlerin, ediplerin eserleri ile bütünleştiğinizde onları yakından tanıyormuş hissine kapılmanız, ailenizden biri gibi hissetmeniz bu yüzden.
Siz, edebiyatın birçok dalında eser veren sanatçılarımızdan birisisiniz. Belli ki edebiyata gönül vermişsiniz. Ben de… Ben de sizin yolunuzda ilerlemeye çalışıyorum. Diyorum ki ‘Edebiyat bir sevgiliyse eğer ben onun yoluna revan olmuş bir aşığım.’
Şükürler olsun ki edebiyatın pek çok dalında eser verebilen kıvrak bir kalem bahşetmiş bana Yaradan. Bu yüzden kendimi oldukça şanslı addediyorum. İnşallah benim edebiyat yolculuğum da sizinkine benzer. Sözümün ve gönlümün gördüklerini, kulağımın duyduklarını, yüreğimin hissettiklerini, kalbimin yazdıklarını aktarmaya çalıştığım eserlerimin edebiyat dünyasında kalıcı olmasını arzulamam kalemimin sonsuzlukta baki olup hoş bir seda bırakabilmesi içindir. Edebiyata dair hislerimi anlayabilecek ender insanlardan biri de sizsiniz.
Yazmak öylesine büyülü bir eylem ki…
Harflerle keşfedilen cümlelerin duygularla buluşarak paragraflara dönüşmesi ve başka yüreklere dokunmasıdır belki de yazmak.
Yazmak bir rüyadır çoğu zaman. Sizin bir şiirinizde dile getirdiğiniz duygularınız gibi büyülü, sıcak, sade ve güzeldir. Kalemle kâğıtla baş başa kalmak olsa da yazmak, kalabalıklar arasında pek çok mekânda gezmektir aslında. Biraz kendi kendinle konuşmak, konuşmalarını kâğıda aktarmaktır.
‘Başımızın üstünde bir bulutun/Güneşe asılmış gölgesi’dir yazmak.
‘Yarınsız insanların gecesi’dir yazmak.
‘İki bakış arasında/Sabahların aynasında/beni çıldırtan hüzün’dür yazmak.
‘Mavi, masmavi bir ışık/Ortasında yüzmek’tir yazmak.
Huzur’dur yazmak, Beş Şehir’dir, Saatleri Ayarlama Enstitüsü’dür.
Nasıl bir yetenektir yazabilmek? Doğuştan mı bahşedilmiştir insana yoksa sonradan kazanılabilir mi? Mutlaka günümüzde de sizin edebiyat alanında yetiştirdiğiniz öğrencilerinizin eserlerini okuyoruzdur. Sizin zamanınızda da var mıydı bilmem ama günümüzde edebiyat atölyeleri var. Edebiyata gönül verenler katılıyor bu atölyelere ve nasıl daha iyi yazabileceklerini öğreniyorlar. Edebiyat mekân gerektirir. Kendisine sevdalı yürekleri bir arada, yan yana görmek ister. Yazarların toplandığı bir mekânınız var mıydı o zamanlar. Şiir dinletileri yapılır mıydı şimdilerde olduğu gibi?
Bazen yazacak çok fazla konunun olduğunu düşünüyorum ve diyorum ki kendi kendime ‘Aklımdaki konuları yazabilmek için acaba yeterince zamanım olabilecek mi?’ Bunu elbette Allah bilir. Ben de elimden geleni yapmaya çalışıyorum henüz vaktim varken. Ne kadarını hayata geçirebilirim bilemiyorum ama hiç değilse dörtte üçünü yazabilmeyi, yazdıklarımı okuru ile buluşturabilmeyi arzu ediyorum. Bana bu yeteneği bahşeden, yüreğime yazma ateşini düşüren, yazacak ilhamı veren, birbirinden değerli kitaplara imza atmamı sağlayan Yaradan değil mi? Bu yüzden yazmak istediklerimi yazacak ömrü de bahşedeceğini düşünmekte haksız mıyım? Peki ya siz, Sayın Tanpınar istediğiniz her eserinizi yazacak zamanı buldunuz mu? Yarım kalan çalışmalarınız ya da hiç başlayamadıklarınız oldu mu?
Birkaç gün önce sizi rüyamda gördüm. Heyecandan dizlerim titredi tir tir. Sizin gibi büyük bir üstadın karşısında olup yazdığım bir şiiri okumaya çalışmak hiç de kolay değildi benim için. Sadece dizlerim değil sesim de bir yaprak gibi titriyordu inanın. Ses olduğum şiirim hakkındaki yorumunuzu hem duymak hem de işitmek istemiyordum. Söyleyeceğiniz tek bir olumsuz söz beni bedbaht edecekti biliyordum fakat öte yandan beğeninizi işitmek kanat taktırıp uçuracaktı beni mavi göklerde. Ne var ki hiçbir şey söyleyemediniz uyanmadan hemen önce. Hâlâ merak içindeyim; dilinizden ne dökülecekti diye.
Zaman, bazen olduğu yerde mıhlanmış gibi görünüyor. Bazen de dörtnala koşan bir at misali hızla ilerliyor. Sizin, bizi bırakıp gitmenizin üzerinden yaklaşık elli altı yıl geçmiş. Şimdi iki binli yılları yaşıyoruz. O günlerden bugünlere çok ama çok şey değişti. Değişti diyorum çünkü zaman teknoloji çağı. Hemen her şey internet üzerinden yapılabiliyor. Bilgiye daha çabuk ulaşabiliyor, pek çok şeyi okuyup değerlendirebiliyoruz. Birbirimizle iletişimimiz de kolaylaştı. Belki yakında artık kitap basılmayacak ve e-kitap olarak erişebileceğiz okumak istediğimiz eserlere. Bu şüphesiz ki büyük bir kolaylık olacak. Ancak ben kitaba dokunmalı, mürekkep kokusunu içime çekmeli, sayfaları tek tek çevirerek belki bir deftere notlar alarak okumalıyım seçtiğim eseri.
Benim de internet ortamında pek çok yazım yayınladı, yayınlanmaya devam ediyor lakin fiziki olarak “Kadın Olmak Böyle Bir Şey İşte” isimli çalışmam 06.10.2008 tarihinde Foça Haber Gazetesi’nde neşredildi. Edebiyat dergisi olarak düşünecek olursak ilk öyküm “Herhangi Bir Masaldan Biri” 2009 yılında Öykü Teknesi Edebiyat Dergisi’nin Mart-Nisan sayısında yine aynı yıl hatta aynı ay “Ne Dersiniz Ankara ile Flört Etmeye?” isimli denemem Sincan İstasyonu’nun eki olan Fidayda’da yayınlandı
Edebiyat Dergilerinde yer alabilmek ne güzel bir duygu. Bildiğim kadarıyla sizin de adınız ilk kez “Altın Kitap” dergisinde yayınlanan “Musul Akşamları” şiiriyle duyulmuştu. Sonrasında ise pek çok dergide şiirleriniz yer almıştı. Bir eserinizin herhangi bir dergide yayınlanması tarifi imkânsız bir duygu. Sanki yolda yürürken ayaklarınız yerden kesilmiş de uçuyormuşsunuz hissi gelip yerleşiyor yüreğinize. Yoldan geçen herkes bu tatlı olayı biliyor ve size bakarak hatta parmakları ile göstererek “İşte, eseri dergide yayınlanan kişi bu.” diyorlar. Onlar bu eylemde bulunmasa bile siz gücünüzün yettiğince haykırıp “Biliyor musunuz bir yazım falanca dergide yayınladı.” demek istiyorsunuz. Nasıl da zordur çağıl çağıl coşan yüreğinizin mutluluğunu içinizde yaşamak.
Konu, yazmak olunca ve karşımda bu kadar değerli bir üstat varken içimden hep konuşmak gelse de Mevlana’nın dediği gibi “Söz az, öz gerektirir.”
Bu yüzden ki satırlarıma burada son verirken edebiyat dünyasına birbirinden kıymetli, paha biçilemez eserler, değişik yazarlarla ilgili biyografiler, mektuplar bırakan size -siz ki döneminizin yeri doldurulamaz bir sanatçısısınız-buradan da olsa ulaşabildiğim için kendimi mutlu addediyor ve edebiyatın tılsımlı dünyasına sizin eserleriniz gibi kalıcı ve önemli eserler bırakabilmeyi diliyorum Yaradan’dan.
Vuslat Çetin