ALTIN
DOLAR
EURO
BIST
Adana Adıyaman Afyon Ağrı Aksaray Amasya Ankara Antalya Ardahan Artvin Aydın Balıkesir Bartın Batman Bayburt Bilecik Bingöl Bitlis Bolu Burdur Bursa Çanakkale Çankırı Çorum Denizli Diyarbakır Düzce Edirne Elazığ Erzincan Erzurum Eskişehir Gaziantep Giresun Gümüşhane Hakkari Hatay Iğdır Isparta İstanbul İzmir K.Maraş Karabük Karaman Kars Kastamonu Kayseri Kırıkkale Kırklareli Kırşehir Kilis Kocaeli Konya Kütahya Malatya Manisa Mardin Mersin Muğla Muş Nevşehir Niğde Ordu Osmaniye Rize Sakarya Samsun Siirt Sinop Sivas Şanlıurfa Şırnak Tekirdağ Tokat Trabzon Tunceli Uşak Van Yalova Yozgat Zonguldak
Hatay °C

SOHBET | Josef Hasek Kılçıksız

28.01.2020
1.837
A+
A-
SOHBET | Josef Hasek Kılçıksız

Ortalık aydınlanıyor Azra. Neredeyse güneş doğacak. Pembe, buğular içinde bir ışık iniyor dağlardan.

Mevsimin bu vakti köyümüzde üzümler iyice olmuştur. Salkımlar omacalardan sarkıyordur şimdi. Ağaç dalları da öyle, sen gibi hep yemiş yüklü. Ah bir mucize olabilse şu anda! Sen olsan yanımda. Kucağında meme emen yavrumuz! Ve öpülesi ayakları, sahi hangi yollarda şişti? Hangi yollarda vurdu ayakkabılar? Hangi yollar tüketti umutlarımızı?

Bakıyorum da bence bu dünyanın insanı irkilten yanı korkunçluğu değil, olağan görünüşüdür. Hayatın bağrına sapladığımız kaç tane saçmalık var Azra? Tanrı’nın us dışılığını kabul etmek için uğrunda işlenen daha kaç tane cinayete katlanmamız gerekecek?

Hayat bize cehennemi yaratma gücümüz olduğunu gösteren bir şey mi? Her gün hakikati öldürmek için kusursuz cinayetler kurgulanıyor. Sen aramızdan ayrıldıktan sonra da çocuklar ve kadınlar tanrının varlığını sorgulatacak bir zalimlik ve vahşette öldürülüyorlar.

O zavallı çocuklar ve kadınlar can verirken, bilmem hangi ülkenin ormanlarında celladın işaretlediği ağaçlar yetişmekte. Bir gün gelip kesilecekler. Tahtaya dönüşecekler. Darağacı olacaklar ya da eskiden olduğu gibi içlerine yerleştirilen bıçak onları tarihte eşi benzeri bulunmayan korkunç bir nesneye çevirecek.

Gördüğün gibi, cellat her yerde işinin başında, sözüm ona herkese adalet dağıtmakta.

Bizse hâlâ medeniyetle ilgili zihnimize olumlu, güzel çağrışımlar vurdurup bize geri yansıyanın fotoğrafını çekiyoruz. Ama o kadrajın içine daha çok kemik kalıntıları, barut ve yanık et kokusu düşüyor.

İnsanın gerçek doğasının bu dünyada değil, cennette olduğuna inanmak istiyorum. İnsanın dünya üzerindeki tezahürünün cennetteki arketipinin kötü bir yansıması olduğuna bütün kalbimle inanmak istiyorum.

Dünyayı barbarlıktan şiire dair ruhsal incelik ve derinlikler kurtaracak. Şiir Adorno’ya rağmen, asıl Auschwitz’lerden sonra ısrarla yazılmalıdır.

İnanıyorum ki sevgilim, insanın yaptığı iyi ve güzel olan ne varsa kalbi sayesindedir, aklı sayesinde değil ve bu güzelliklerin hepsi aklına rağmen vardır.

Dünyanın hümanizm, aşk ve bağışlamak gibi sağaltıcı ve direngen güçlere ihtiyacı var. Bu coğrafyaların utanmayı yeniden keşfetmeye ihtiyacı var. Belki de dünyayı utanç duygusu kurtaracak.

“Ölüler Günü” (Jour des morts) denen günde babamın mezarını ziyaret ettim. Nice sonbaharlar geçti üzerinden. Üzerinde yaprağın üst üste yığıldığı bir güz tepeciği oluşmuş. Turuncu yaprakların arasından doğrulan solucanı izliyorum, toprağın derin hafızasını taşıyor kuyruğunda.

Ölüler dünyası derin bir sükunete bürünmüş. Ölüler anlamı gürültüde değil sükunette arıyor olmalılar. Babamla söyleştim biraz. Özlemi saymazsak, cehennemin yeryüzünde olduğunu anladığından beri buraya göçmüş olmaktan hiç pişman değilmiş gibi gördüm onu. Bunlar benim izlenimlerim tabii.

En çok bizi ve yol arkadaşlarını özlediğini söyledi. Babamın yol arkadaşları, kamucu bir mutluluğun olanaklı olduğuna inanmış insanlardı. Kötülük problemini bir sistem sorunu olarak görüp onunla dipsiz bir hesaplaşma içine girenler kulübünün üyeleriydiler. Babam ve yoldaşlarının önümüze diktikleri büyük anlatının ana fikri, daha âdil, daha insanî başka bir dünyanın mümkün olduğu gerçeğiydi.

Onlar yaşamı ve insanı yücelten akışın içinde bir su damlasıydılar.  Hayat nehrini kovalayıp büyük denizine akmayı başardılar.

O güzel insanlar, ama her unutuluşun sonunda yeniden ölüyorlar.

Bütün yenilgilerin gerçek yeridir ölüm. Toprağın kapattığı karanlık yaradır.

İnsan varoluş boşluğunu, kıyılar, köprüler, acılar ve gülücüklerle, şehirlerle, krallıklarla, denizlerle, gemilerle, yıldızlarla, atlarla, gökkuşağıyla, amaç ve tasarımlarla, kavuşma umuduyla, ütopyalar ve yüce hedeflerle ve en önemlisi insanlarla doldurmaya çalışır. Ne kadar uzun ve karmaşık olursa olsun, her yazgı gerçekte bir tek an içerir Azra. O da, bu dünyadaki kısa misafirliğin bittiğini anladığımız ândır.

Başkası ölür, onunla birlikte ‘Ben’in ebediyeti de ölür. Fakat hayatın dönel akışı içinde başka bir varlığa yer açmak için varlık evreninden çekilen bir sonsuz, tanrısal olarak var olmayı sürdürür.

Hep kendine dönen bir geri çağırmanın devinimi olmak ne onur verici bir şey. Ölümü neredeyse yücelten ne büyük kelimeler değil mi ?

Ölümlerin en acı vereni bir ‘son’u olmayanıdır Azra. Bir şeyin mutlu ya da kötü bir sonun olup olmaması değil, hiçbir sonunun olmamasıdır. Bu biteviye kötücül sürükleniştir. Gidişini her anımsadığımda, kaçınılmaz sonda yeniden ve sil baştan yeni bir yaşamsallığa kavuşan bir sürükleniş somutluk kazanır.

Hayatı, aşk ve ölüm olmadan hoyratlığının ve boşunalığının ruhumuzu yıprattığı, isteklerini bir hayvanın yumuşak başlılığıyla yerine getirdiğimiz, kıytırık eğlentilerden oluşan bir uğraşı olarak düşündüm.

Aşk, hayatın hiçliğine, anlamsızlığına, boşunalığına ile dünyanın soysuzluğuna karşı en büyük itirazdır Azra. Yeniden akışı sağlamak için hayatın cephe gerisine yığınak yapan dönüştürücü bir enerji, devrimci bir duygulanımdır.

Benlikten ıskat edilmiş kendilik parçalarını tekrar benliğe geri çağırmak istiyorum. Hiçbir dilsel tanıklığın kapatamayacağı bir yaşantı yarığı var içimde. Bu yarığı kapatmak için şiir yazıyorum ama kapanmıyor, kapanmayacak da biliyorum.

Uzun ve zorlu bir yolculuğun ardından varılan yer ve kavuşmalar heyecanlandırır beni. Fakat yolculuğun kendisinin bitmiş olması aynı derece dehşete düşürür.

Ben de yolun sonuna geldim Azra. Gölgelerinle senelerdir oyalanıp durdum. Onlara seslendim ama yanıt vermediler. Sensiz bir sahra yatağıydı zaman. Sert, merhameti ve bağışlamayı bilmez.

Ne hatalar işlediysek hepsi unutmak yüzünden Azra. Hepsi kalbin bellekle sonsuz boğuşması yüzünden. Unutmadan ama her defasında bağışlayarak.

Unutkanlık toplumlar için de ölümcüldür. İnsanlık, büyük trajedilere dair kolektif hafızayı başka kuşaklara aktarabilseydi belki o vakit faşizm gibi sosyal felaketler tekrarlanmazdı.

Yaradılışımızda bir boşluk var. Kendi hakkımızda olanaksız bir köken düşüncesine dalarak kendimize kalıcı bir yuva arıyoruz. Kökenimiz oysa, gayenin temsil ettiği, düşlerimizin ürettiği bir sahnededir. Tinin derisinin dışına taşan metafizik genişleme, ‘Ben’i ihlal ederek ötekinde vücut bulur. Başkası dışarısı olur ve biz ona doğru saçılırız. Yuva ve sığınak arayışındaki kodlanma bence budur Azra.

Aşk da yaralı bilincin avunduğu yerdir. Seviyi, dünyada evsiz olduğumuz düşüncesinden yola çıkarak, dünyayı birlikte yaşayabileceğimiz ortak bir alanın yaratımı olarak düşün. İnsanın yaşamla olan sallantılı bağlarını güçlendirmesi sevmekle mümkündür. Sen beni unutup yeniden sevebilirsin.

Yeni doğmuş bir bebeğin ilk hatası müdafaadır. Annenin yumuşak ve korunaklı evreninden bambaşka bir dünyaya geçiş yapan bu küçük canlı için ağlamak bir savunma biçimidir. Belki de bizim en büyük yanılgımız, bir yeni doğan itkisiyle hayata karşı hep savunma pozisyonlarında olmaktı. Değişen evrenlere sert geçişler yaparken kenarlı olmak yüzünden kırılmaktı Azra.

Utku ve yenilgi demişken, sen ve ben hem batış ve yenilgi hem kurtuluş ve utku deneyimini yaşayan bir kültürden geliyoruz. Biz sanki umutla hem mahvolmaya hem de yüzeye çıkmaya yazgılıydık. İnanmayı, ümit etmeyi ve bağışlamayı yitirmediğimiz sürece yenilmiş sayılmayız sevgilim. Yaşamı horlayıp ondan vazgeçmek yerine ona tutunmaya çalış. ‘Bugün’ü, geçmiş ve gelecek arasında bir yırtılma ânı, yepyeni bir başlangıç vaadi olarak düşün.

Tanrıların tutuşturduğu yangında yakıp yok edilmiş güzellik adına ne varsa küllerini deş. O küllerin içinde küçük bir kıvılcım hâlâ mutlaka vardır.

Hatırlar mısın, seninle uzun uzun deliliği konuşmuştuk. Dünyayla barışmışların orta sınıf burjuva cehennemini, konforu, sağlamcı aklın öldürdüğü masumiyet ve kendilindenliği, küçük kız çocuklarının üstüne basan hayatı, sanılar karşısında Faust’a ruhunu satanları konuşmuştuk.

“Faust bütünlüklü bir bilgi karşılığında, Mephistopheles’e ruhunu satmıştı” demiştin. Ben de, “Mephistopheles bütünün bilgisine sahip değildi, sadece öyle bir bilginin erişilebilir olduğu sanısını satmıştı Faust’a” diye eklemiştim.

Birçok kimse sarsak ruhlarını, demonlara, Mefistolara, Faustlara küçük yanılsama ve sanılara karşılık çekincesiz satmıyor mu? Kim bilir belki deli dedikleri, Faust’a direnen tek kişilik bir azınlıktır Azra.

Ruhunu unutuşa hazırlayan düşünsel zemini kurmaya çalış. Senden tanrısal davranmanı bekleyemem. Unutmaya direnip geçmişe sığınmak bence ‘Olan’a ve Olacak olana’ sürekli bir meydan okumadır ve ‘Şimdi’ye hakarettir sevgilim.

Sonra hayatı sisli bir olasılıklar bulutu olarak düşündüm. Birini seçersem, bir başkasından vazgeçecektim, biri beni seçerse, o bir başkasından. Bir yere gitmeyi seçersem, bir başka yerden olacaktım, gitmezsem o yerden. Bir şeyi yaşamayı seçersem diğerlerinden vazgeçecektim, seçmezsem diğerleri benden.

Söyle Azra, hayat seçerken vazgeçmeye dair yasayla yönlendirilen bir şey mi?

Sence de, doğumdan ölüme, varoluşumuzun her santimi tezgâh başında bu yazgı ile pazarlık değil midir?

Umutsuzluk bir geri çekilmedir Azra.  Kalbin dalgalarının en alçak cezridir. Ama unutma ki, her derin kışın yüreğinde bir bahar, her gecenin örtüsü altında gülümseyen bir şafak yatar.

Yeni bir dünya kurulacak ve orada soysuzluk ve zulmün yok edemediği, yeni bir dil geliştirebilmeyi başarmış insanlardan oluşan bir ırk olacak. Ben orada seninle birlikte o ırkın bir ferdi olmaktan kıvanç duyacağım.

İzin ver, Dante’nin ‘Cehennem’e atfettiği bir veciz lafı tersine çevirerek sevgi ve dostluk evreni için kullanayım: Buraya giren herkes, bütün ıssızlığını dışarıda bırakır.

İkiz fotonların her biri evrenin öteki ucundaki diğerinden haberlidir. Bizi bir an için ikiz fotonlar olarak düşün.

Seni seviyorum cümlesindeki vaadi deşifre et bana. Daima senin.

Josef Hasek Kılçıksız
Josef Hasek Kılçıksız
Antakya’da Hıristiyan bir ailenin çocuğu olarak dünyaya geldi. • Hacettepe'de Felsefe (Lisans Diploması) • İstanbul üniversitesinde Sosyal antropoloji • Ege üniversitesinde Sanat Tarihi öğrenimi gördü. Yüksek Öğrenim serüveni yurt dışında da sürdü. • Roma Pontificia üniversitesinde Felsefe ve Katolik Teolojisi • Tampere (Finlandiya) üniversitesinde Beşeri bilimler, Felsefe ve Alman Filolojisi eğitimi aldı. Halen aynı üniversitede yardımcı asistan, doktora öğrencisi olarak görev yapıyor. • Aynı üniversitenin Pedagojik Bilimler Fakültesinde lisans eğitimi gördü. Uzun yıllar devlet ve özel eğitim kurumlarında öğretmen olarak da çalıştı. • Doktora çalışması nedeniyle Ernst-Moritz Arndt(Almanya/Greifswald) üniversitesinde yazar Wolfgang Koeppen’in üçlemesi üzerine araştırmalar yaptı. (Temmuz/2011) Edebi yayınlarının yanı sıra şiir çalışmaları,bir Fin yayın evi aracılığıyla "Hedelmät jotka eivät tuoksu ruudille" (Dilin Barut Kokan Kekremsi Meyveleri ) adı altında daha önce yayınlandı (2006/Eylül) Bahar Kapımda şiir kitabı, Etki yayın evi, İzmir, 2014 Buzdan Kuşlar Ormanı (Şiir) Zamana Adanmış Yüzlerimiz (Anlatı, Öykü) • Felsefi ve sosyal içerikli yazıları, Aamulehti, Helsingin Sanomat ve Tamperelainen gibi değişik Fin gazetelerinde yayınlandı.  Türk, Fransız ve Fin dergi ve gazetelerinde yayınlanmış ve hâlâ yayınlanmakta olan, Türkiye’deki siyasal-sosyal gelişmelerle ilgili analizler içeren sayısız makalesi de bulunuyor. • Josef Hasek Kılçıksız, iyi ve çok iyi derecede Almanca, Arapça, Türkçe, İngilizce, Fransızca, Fince ve İtalyanca biliyor.
YAZARA AİT TÜM YAZILAR
BİR YORUM YAZIN
ZİYARETÇİ YORUMLARI - 0 YORUM

Henüz yorum yapılmamış.