Sevda Yüklü Kervanlar | İbrahim Uysal
İnsanlar canlı varlıklardır, yerler, içerler, işte o işleri yaparlar yaşar giderler değil mi?
Peki, bu yaşamak mıdır?
Çoğu kişinin bildiğini sanıyorum; TOLSTOY’UN bu sözünü gerçekten çok seviyorum. Bana yaşamayı anımsatır, sevmeyi, acı duymayı, düşünmeyi anımsatır.
“Bir insan acı duyarsa canlıdır.”
“Başkasının acısını duyarsa insandır.”
Ömrümüz, hep başkalarının acıları duymakla, o acıları paylaşmaktan tutun da herkesin duyması gerekenlere duyurmak ve çareler aramaya kadar varan çabalar ile geçti.
Pişman mısın derseniz, değilim.
Belki de benim şansımdan, yaşamımda hiç aç kalmak gibi bir kaygım olmadı. Aç kalmadım, ama açlar, toklar ve yoksullar için ne yarılmadık kaşım kaldı Jandarma dipçiğinden, ne de sırtımda morarmadık yerim kaldı polis copundan.
Aç kalanlar için yaptıklarım için pişman değilim. Olsa aynı direngenlikle bugün de yaparım. Açlık, kişisel bir sorun değil, bir insanlık sorundur.
Belki çok güleceksiniz ama kaşımı yaracak komutu veren Beytepe’nin Sadettin Yüzbaşısını, asla affetmiyorum da tüfeğinin dipçiğini vuran askerlerin copunu yiyip sırtımı morartan polisleri vicdanımda affediyorum.
Onlar sadece “aç kalmamak için”, görevlerini yapıyorlardı.
Peki, aç kalmasın diye adına mücadele ettiklerimiz çok şeyin farkında mı? O konu çok karışık.
Onların arasında hem acıyan, hem de halimize gülenler, bön bön bakanlar çok oldu. Anlayacağınız olanlar oldu ve geçti.
Peki, sonuç?
Şunu anladım ki bazı sorunlar, bazı yaralar gibi öyle pansuman yaparak çözülecek sorunlar değil.
“Askıda ekmek, askıda fatura” gibi günlük geçiştirilecek çözümler ile soruları çözmenin olanağı yok.
Geçen kış birçok ailenin, evine gitsin diye askıda ekmek astık, elektrik faturalarını ödedik. Öteki akşam da eve ekmek götürmek gerekti, bir sonra ki ay da elektrik faturası gelecekti, hem de bir kısır döngü ile dolar bazlı zamlı olarak. O yüzden, bu tür popüler olaylar, sadece sorunu öteliyor.
Askıya ekmek asan emekli, güvence olsun diye aldığı ya da miras kalan ikinci evinin kiracısından ne zamlar istendiği öyküsünü duymayan kalmamıştır.
Belki de onlar da haklı. Anadolu’da bir söz vardır;
“Acıma, acınacak hale düşersin.”
Bu sözün aslı, her konuşmada muhterem hale getirilen Arap “alimlerinin” boş lafları. Çoğu kişinin unuttuğu, unutturulan DEDE KORKUT’UN sözüdür bu.
“Kötülere acımak, iyilere zulümdür. Zalimleri affetmek, mazlumlara zulmettirir!..”
Çocukluk yıllarında okuldan eve giderken kahvelerde, plaklarda çalardı. Müslüm Gürses’in ünlendirdiği, söz ve müziği Bebili Mehmet/ Mehmet Genç’in olan Sevda Yüklü Kervanlar şarkısını.
“Sevda yüklü kervanlar/ Senin kapından geçer.”
Gün görmemiş söylemler…
Dostoyevski o ünlü sözünde, “İlk yapılan yanlışa kaza, İkincisine hata, Üçüncüsüne ise tercih denir.” der.
Bizler kişiler olarak, toplum olarak da kaç üçüncü hatamızı yaptık ve hala yapılmakta…
Yönetim, bilgi, deneyim ve kişilik gerektiren bir süreçtir. Seçtiklerinizin eğitimi, sosyolojik olarak bilgi birikimi, insancıl olanın taraftarını seçiyorsunuz. Ya da tam tersini seçeceksiniz?
Bu düşünüşle, Pir Sultan Abdal’ın yüzlerce yıl öncesinden sesi geldi aklıma:
“Gönül Niçin Ahvalımı Bilmezsin/ Bende ki Yaralar da Türlü Türlüdür/ Öğüt Versem Öğüdüm Dinlemezsin/ Bendeki Yaralar Türlü Türlüdür
Açma Zülüflerin yellere Karşı/ Bülbül Figan Eder Güller Karşı/ Gel Ağlatma Beni Ellere Karşı/ Bendeki Yaralar Türlü Türlüdür”!..
…