Yaşadığımız dünya doğal ve yapay felaketlerin eşiğinde, hatta içinde!
Ortadoğu yangın yeri!
Gün geçmiyor ki yakın çevremizden veya uzak bölgelerden ölüm haberleri gelmesin. Patlamalar, kıyımlar, bomba sesleriyle irkiliyor yüreğim. Birilerinin ağzından çıkan/çıkacak bir sözle, her şeyin tarumar olduğunu gördükçe uykularım kaçıyor. Bazen hiçbir şey yokmuş gibi, dış dünyaya gözlerimi kapatıp, fildişi bir kulenin ardından rüya alemine dalmak istiyorum. Ama ne mümkün! Duyarlı her insan gibi, haksızlıklara karşı gelmek, yaşama nedenlerimizden biri olmalı diye düşünüyorum.
Yılmaz Güney’in “Sevgiliye” yazdığı dizeler, geliyor aklıma sonra. Şöyle diyordu o şiirinde:
“Hayat bize mutlu olma şansı vermedi sevgili
biz kendimizden başka herkesin üzüntüsünü üzüntümüz, acısını
acımız yaptık çünkü.
Dünyanın öbür ucunda hiç tanımadığımız bir insanın gözyaşı bile
içimizi parçaladı.
Ne güzeldir bilmediğin birinin derdine üzülebilmek ve çare aramak.
Ben bütün hayatımda hep üzüldüm, hep yandım.
Yaşamak ne güzeldir be sevgili…
Sevinerek, severek, sevilerek, düşünerek…
Ve o vazgeçilmez sancılarını duyarak hayatın…”
Bu şiiri, dünyayı yönetenlere ve onları onaylayanlara okutmak ne kadar anlamlı! Sahi, onlar savaş, kötülük, ölüm dışında herhangi bir duygudan anlar mı? Sevmek, sevilmek, sevinmek, birilerinin üzüntüsüne ortak olmak, çare aramak gibi. Yaşamları boyunca güzel, etkili bir şiiri, yüreklerinde hissederek okumuşlar mıdır acaba? Hiç sanmıyorum. Yaşanılası bir dünyayı cehenneme çevirme konusunda pek maharetli olanlar, şiirin insancıl dünyasından mutlaka çok uzaktadırlar çünkü, kan ve barut kokusuyla beslenir onlar! Kârları arttıkça, insanlara zulmettikçe mutludurlar. Kıs kıs gülerler; cepleri para doldukça.
Bu duygularla savaş üzerine yazılmış kitapları anımsıyorum. Öyle çok ki! Türk edebiyatından: Ateşten Gömlek, Yaban, Sodom ve Gomore, Yalnız Efe, Yorgun Savaşçı; dünya edebiyatından: Savaş ve Barış, Ve Çeliğe Su Verildi, Durgun Don, Batı Cephesinde Yeni Bir Şey Yok ilk aklıma gelenler. Şaheser niteliğinde pek çok roman. Okurken insanın beynini alt üst eden gerçekçi sahneler, muhteşem kurgular, olağanüstü dil ve insanı alıp sürükleyen, tadına doyulmaz binlerce sayfa…
Ama içlerinden biri; savaşın kirli, kanlı, çirkin yüzünü öyle güzel anlatır ki, okuduğum yıllarda uzun süre etkisinden kurtulamamış, anti-militarist duygularımın gelişmesinde etkili olmuştu. Batı Cephesinde Yeni Bir Şey Yok (Im Westen nichts Neues) Erich Maria Remarque’nın yazdığı, savaşın korkunçluğunu ve anlamsızlığını ele alan bir romandır.
İlk kez 1929 yılında Almanya’da yayımlandı. Nazi döneminde 1933 yılında gerçekleşen “Kitap yakılması” eylemlerinde bu roman da yakıldı. Savaşı, üstelik bunu yaşamış bir insan olarak anlatan, savaş karşıtı yazarların en önemlilerindendir Remarque. Savaşın bitişini, 1918 Alman Devrimini, karşı-devrimin üstün gelmesini ve geri dönen askerlerin korkunç bir travma yaşayıp topluma uyum sağlayamamasını etkileyici bir dille anlatır.
“Yazar, Birinci Emperyalist Savaşa Alman ordusunda katıldığında, daha 17 yaşında bir lise öğrencisidir. Alman burjuvazisi, emekçi yığınlarını kendi emelleri doğrultusunda kullanmak amacıyla hiç aralıksız, Alman halkının ne kadar üstün bir millet olduğunun propagandasını yapar. Topluma militarist bir kültür egemen kılınır; daha savaş başlamadan çok önce, tüm ortaokul ve lise öğrencileri, birer asker gibi yetiştirilmeye başlanır.
Ancak savaş hiç de bir aşk değildir; daha bunu trenlere binip cephelere yollanırken anlar askerler. Onların hiç de hesap etmediği korkunç olaylar başlamıştır. Henüz cepheye ulaşmadan, ölenlerin, sakat kalanların haddi hesabı olmadığını görürler. Hastaneler, yaralılarla dolup taşarken, morglar ölü yığınına dönmüştür. Ama ne zaman ki kendilerini cephede bulurlar ve karşı siperlerden atılan toplarla yanı başlarına düşen paramparça cesetleri görürler, işte o zaman, savaşın bir oyun olmadığını tüm çıplaklığıyla yaşayarak anlarlar.”
Savaşın yıllarca sürmesi, ölüm ve yaşam çizgisindeki askerlerin, kendilerine başka bir dünya yaratmasına neden olur. Savaşın içinde çocukluklarından kurtulan askerler, kan ve barutun havasına alışırlar; bir taraftan duyuları körelir, bir taraftan da umutsuzluğa düşerler. Artık hiçbir şeyin anlamı kalmamıştır onlar için. Şimdi artık ölümler normal sayılmakta ve mümkünse acısız bir ölümü tercih etmektedirler.
Nitekim kitabın ismi, değişen pek bir şeyin olmadığını, savaşın devam ettiğini anlatmaktadır. Yazar kitabının sonunu şöyle bağlar: “Garp cephesinde yeni bir şey yok.” der ve devam eder: “Yüzükoyun düşmüştü ve yerde uyur gibi yatıyordu. Sırt üstü döndürdükleri zaman fazla ıstırap çekmemiş olduğunu gördüler. Yüzünde öyle sakin bir ifade vardı ki, bu sonuçtan sanki memnun kaldığı sanılır.”
Anlatılanlar ne kadar tanıdık! Aktörlerin adı değişiyor sadece. Bir farkla; çarpışmak yerine, gökten yağdırılan bombalar, insansız savaş uçakları, teknolojinin üstün marifetiyle üretilen ve denenmeyi bekleyen silahlar, kaderlerine ölüm düşen masum insanlar…
Öte yandan savaş karşıtı duruşlarıyla bu duruma “dur!” diyen binlerce, hatta milyonlarca sevgi dolu yürek. İnancım odur ki, sevgi kurtaracak bizi kinden, öfkeden, hırstan, açgözlülükten. Sevgi tohumları yeşerdikçe ve çoğaldıkça, savaş çığırtkanlığı da son bulacak.
Selma Sayar
selmatas99@yahoo.com