Sanatçılara Çağrı | Adil Okay
“Hakikati bulamadıysan neden kalkıp aramıyorsun. Yok eğer bulduysan neden bağırıp çağırmıyorsun.”
Sanatçı biriktirdikleriyle – gözlemleriyle eser meydana getirir. Bu birikim uzaydan gelmiyor. Önce doğup büyüdüğümüz coğrafyanın, sonra da uzak diyarların sesleri, bizim sanat edimimize etki ediyor. Bu girift ilişkilerin – seslerin arasından “imdat çığlıkları”na, her dilden yakılan ağıtlara kulak tıkamak mümkün elbette. Sadece deniz dalgalarını, ispinoz seslerini veya aşk namelerini işitmek üzere kendimizi kodlayabiliriz. O da siyasi bir tercihtir. Bu durumda sanatçı, üç maymunları oynayarak (bazen de farkında olmayarak) siyasi iktidara destek sunar. Yani yine dolaylı olarak “siyaset” yapmış olur. Zira Ranciére‘in dediği gibi “Sanatın dışında kalacak bir gerçek dünya yoktur. Duyumsanabilir ortak kumaşın üzerindeki estetik politikası ile politika estetiğinin birleşip ayrıldıkları tek ve ikili kıvrımlar vardır. ‘Kendine gerçek’ diye bir şey yoktur; algılarımızın, düşüncelerimizin ve müdahalelerimizin nesnesi olarak, gerçeğimiz olarak bize sunulmuş olanın yapılandırılması vardır.”[iii]
Ranciére’e ek yapayım. Şimdilerde “çoklu gerçekçilik” tartışmaları yapılıyor. Yani söz konusu olan “gerçeğin-bilginin” gizlenmesi değil bulanıklaştırılmasıdır, neoliberal “toplum mühendisleri” tarafından gerekli – gereksiz milyonlarca bilginin pompalanması sonucu hakikatin arada kaybolmasıdır. Gerçeğin bilince ulaşmadan hakikate dönüşemeden savrulmasıdır. Dolayısıyla gündelik dilin dışına çıkmasını beklediğimiz sanatçılarda bugünü anlama ve geleceği tasavvur edimi zayıflıyor. Gidimli dilin dışına çıkanların bazıları da hakikatin ya üstünde ya altında gezinip duruyor. Demem o ki; duyargaları daha açık olduğu varsayılan sanatçılar da bu gelişmelerden nasibini alıyor. Onlara “gerçeğin dolayında” gezinmeye ya da iş işten geçtikten, atı (para ve iktidarı) alan Üsküdar’ı geçtikten sonra “gibi yapma”ya, “muhalif görünme”ye izin veriliyor.
Halepçe, Roboski, Soma gibi katliamlar yaşandığında, gözyaşımızı içimize akıtmak, gizlemek de bir tercihti, şair Ahmet Ada, Metin Kaya veya Süleyman Okay gibi gözyaşlarını mısralara akıtmak, Tülin Şahin Okay gibi taşla, Sennur Sezer gibi metinle itiraz etmek de bir tercihti. Ya da Y. Özdil adlı gazetecinin yaptığı gibi, “katliamda ölen çocuklara iyi oldu” anlamına gelecek bir “makale” yazmak da siyasi tercihti.
Bakınız Diyarbakır zindanında yaşanan katliam hakkında ne kadar çok belgesel yapıldı. Şairler ve edebiyatçılar da duyarsız kalamadılar bu trajedi karşısında. Adnan Yücel, “Dörtlerin Gecesi”ni yazdı, ben de bu destanı ekler yaparak tiyatro oyununa dönüştürdüm.[iv] Burada sözünü ettiğim “kanlı siyaset”, Adnan Yücel’in şiirlerine, benim oyunlarıma sirayet etti. Zira bu trajedileri yaratan doğa veya Tanrı değildi. Siyasete egemen olan zebanilerdi.
Ve ne yazık ki bizim tarihimiz Adana’dan, Van’a, Sivas’tan Diyarbakır’a, İstanbul’dan Roboski’ye, Ankara’dan Suruç’a, Soma’dan Sur’a katliamlar tarihidir. Sanatçılar bu trajedilerin birini görmeyebilir, ikincisini ise görmezden gelebilir ama ya üçüncü, beşinci, yüzüncü…
“Hacı Bektaş’ı Veli’nin, hallerini duyup kaygılandığı Mevlana’ya bir elçi gönderip şöyle sual ettiği rivayet olunur: ‘Hakikati hâlâ bulamadıysan, niçin kalkıp aramıyorsun. Yok eğer bulduysan, niçin bağırıp, çağırmıyorsun.’ Mevlana’nın, Hacı Bektaş-ı Veli’ye iletmesi için elçiye teslim ettiği karşı suali ise şöyledir: ‘Hakikati hâlâ bulamadıysan niçin kalkıp aramıyorsun. Yok eğer onu bulduysan niçin susup oturuyorsun.’”[v]
Kıssadan Hisse: Günlük sohbetlerimizde şikâyetleri – eleştirileri – yaptıkları durum “analizleri” bu satırları yazandan fazla olan ama “sözün uçup yazının kaldığını” unutan yani bu trajediler hakkında yazmayan-çizmeyen sanatçılara da seslenmek, onları -hâlâ umudumuz olduğu için- sarsmak gerekiyor:
“Tarihi bir yana bırakalım” deseniz dahi sizin çağda yaşanan olayları yok sayamazsınız. Pencereleri, kapıları sıkı sıkı kapatsanız bile imdat çığlıkları çalışma odanıza kadar sızar. Kaçamazsınız. Artık tanıksınız. Vereceğiniz karar da yapacağınız yorum da siyasi olacaktır: Susmak, yok saymak veya “eli kanlı devlet” diliyle konuşmak ya da itiraz etmek. Bu seçeneklerin eseriniz üzerinde (biçimlendirme – indirgeme esnasında) açık, kapalı, dolaylı ya da dolaysız etkisi olmaz mı?
Bu korku imparatorluğunun sınırları içinde yaşayan sanatçılardan “susanları” suçlama hakkımız yok belki ama “eli kanlı devlet” diliyle konuşanları, zalimin kılıcını kuşananları teşhir etmek ve onlara (biz affetsek bile) tarihin affetmeyeceğini, alınlarına yapışan kara lekeyi zamanın da silemeyeceğini hatırlatmak gerekiyor.
(…)
Adil Okay
Güney Dergisinden alıntı
Filistinde çocuklar erken büyüyorlar. Onlara bu dünyada cehennemi yaşatan siyonizme ve emperyalizme karşı Filistin halkının yanındayız. Adil OKAY’ın dizelerini besteledik. Tüm ezilen dünya halklarına… https://www.facebook.com/1200465529995092/videos/1991124217595882/UzpfSTIxODYyODA2NDk3Nzk0MToxMTU5OTkxMzAwODQxNjA4/