ALTIN
DOLAR
EURO
BIST
Adana Adıyaman Afyon Ağrı Aksaray Amasya Ankara Antalya Ardahan Artvin Aydın Balıkesir Bartın Batman Bayburt Bilecik Bingöl Bitlis Bolu Burdur Bursa Çanakkale Çankırı Çorum Denizli Diyarbakır Düzce Edirne Elazığ Erzincan Erzurum Eskişehir Gaziantep Giresun Gümüşhane Hakkari Hatay Iğdır Isparta İstanbul İzmir K.Maraş Karabük Karaman Kars Kastamonu Kayseri Kırıkkale Kırklareli Kırşehir Kilis Kocaeli Konya Kütahya Malatya Manisa Mardin Mersin Muğla Muş Nevşehir Niğde Ordu Osmaniye Rize Sakarya Samsun Siirt Sinop Sivas Şanlıurfa Şırnak Tekirdağ Tokat Trabzon Tunceli Uşak Van Yalova Yozgat Zonguldak
Hatay °C

Sanat Dağının Rüzgarı: Tuncel Kurtiz | Müslüm Kabadayı

23.11.2021
601
A+
A-
Sanat Dağının Rüzgarı: Tuncel Kurtiz | Müslüm Kabadayı

            Tiyatro ve sinemada tam bir karakter oyuncusu olarak belleklerimize kazınan Tuncel Kurtiz’in bakışıyla sesinin bu denli uyumlu olması, onun adının geçtiği her oyunu, filmi ve diziyi izlemeye yönlendirmiştir beni. Bu bakımdan, benim için Anthony Quinn’le benzer etkiye sahiptir. Hangi rolde olurlarsa olsunlar, oyunculukları için o filmi izlemişimdir.

            Tuncel Kurtiz’le Anthony Quinn’in başka ortak özellikleri var mı, diye düşünmedim değil. Quinn’in ressamlığı ve yazarlığı biliniyor. Tuncel Kurtiz’in “Gül Hasan” başta olmak üzere senaryo, “Sayıklamalar” adlı anlatı, “Bölük Pörçük” adlı yaşamöyküsü kitaplarının olduğunu biliyoruz. Hatta, Birol Öztürk’ün “Herkes Kendini Öldürür Tuncel Kurtiz” kitabındaki anlatımından çıkardığımıza göre, babasının bürokrat olması nedeniyle Edremit’te yaşadıkları 1950’li yıllarda ortaokul öğrencisiyken hikayeler yazdığını öğreniyoruz. Aslında böylesine etkileyici karakter canlandırmaları yapan bir oyuncunun, aynı zamanda büyük anlatıların karakterlerini yaratacak romanlar yazması da beklenir. Ancak, elimizde böyle yayımlanmış bir yapıtı yok. Resimleri var mı peki? Onu da bilmiyoruz. Şunu biliyoruz yalnız, doğayla iç içe yaşamayı seven ve insan-toplum gözlemleri güçlü olan bir sanatçının taşa, ağaca, kuşa, köpeğe yaptığı çizimler olmalı…

            Kurtiz’i ilk kez 12 yaşımdayken, 1972’de, Umut filmini izlerken gördüm. Düziçi İlköğretmen Okulumuzun bulunduğu Haruniye’deki Haydar Algan’ın sinemasında izlediğim bu filmden çok etkilenmiştim. Yanılmıyorsam Cemal adındaki bir hamalı oynuyordu. At arabacısı Cabbar’ı oynayan Yılmaz Güney’le çok başarılı bir film yapmışlardı; yıllarca gündemden düşmedi. Sanıyorum toplumsal konuları işleyen filmler çizgisinde bir sıçramaydı bu film ve 1970 Altınkoza Film Festivali’nde “en iyi film” ödülünü almıştı. 12 Mart faşizmince yasaklanan bu filmi, Yılmaz Güney’in yurtdışına çıkması yasaklandığından, yurtdışına götürerek film festivalinde tanıttığı ve ödül aldırdığı için Tuncel Kurtiz uzun süre ülkesine dönememiş. Bu vesileyle de Alman, İsveç, İtalyan, Fransız yapımı filmlerde, hatta dizilerde oynamasının yolu açılmıştı. Onun bu dillerde rolünü ezberlemesinin zor olmadığını, 2001’de Antakya’da çekimi yapılan “Şellale” filmindeki gözlemlerimden söyleyebilirim. Komünist sinemacımız sevgili Semir Aslanyürek’in yönetmenliğini yaptığı bu filmde berber Kel Selim’i canlandıran Tuncel Kurtiz’in, kaldığı otelde, geceleri nasıl rolünün seslendirme temrinlerini yaptığına tanık olmuştum. Aynı filmde komünist Ayhan Öğretmen’i canlandırmıştım ve oyunculuk kadar ses eğitiminin ne denli önemli olduğunu orada fark etmiştim.

            Usta oyuncuyla çekimlere ara verildiğinde sohbet ediyorduk. Bazen çay kahve molasında senaryo ve oyunculuk üzerine, bazen yemeklerde sinema tarihinden kareler hakkında, bazen de ülkenin politik gündemiyle ilgili bu sohbetlerde, dile getirdiği çarpıcı örnekleriyle ve anılarıyla çevresindekileri etkiliyordu. Bazen de oyunculuk, yönetmenlik ve senaryoyla ilgili itirazları oluyordu. Hiç unutmuyorum, Kurşunlu Han’daki bir berber dükkanındaki Stalin diyalogu üzerinden sohbet etmiştik. Gün görmüş, farklı ülkeleri ve sinemalarını tanımış biri olarak, taşı gediğine nasıl koymak gerektiği konusundaki yaratıcılığıyla rolünü oynamıştı. Belgeselci ve “Yeni Sinema” dergisinin emektarlarından Çağrı Kınıkoğlu’yla çekimlerde birlikteydik. Bu deneyimlerimizi değerlendirdiğimizde, “Bu deneyim ve birikimlerin, yeni kuşak devrimci, sosyalist sanatçılara önce birinci elden, sonra nehir söyleşiler ve araştırma-inceleme yazılarıyla tanıtılması gerektiğinde hemfikir olmuştuk. Bunun yeterince ve hak ettiği biçimde yapılmamış olduğunu görmekten üzüntü duyduğumu belirtmeliyim.

            Kendisiyle 2001’de yaptığımız söyleşilerde, beraber olduğumuz ortamlarda dile getirdiklerinden çok önemsediğim birkaç noktaya değinmek istiyorum. Kendisine de sorulduğunu, hakkındaki kimi yazılarda ya da sohbetlerde hemen kimliğinin merak edildiğini belirterek, bu yaklaşımı yanlış gördüğünün altını çizmişti. Özellikle oynadığı filmlerden hareketle hemen “Kürt” olup olmadığının gündeme getirildiğini, oysa kendisinin kişiliğe ve oyunculuğa değer verdiğini vurgulamıştı. “Ben, kendini var etme mücadelesi veren her karakteri önemserim. Mücadeleci, kendine özgü yol yordam geliştiren her karakteri de hangi halktan olursa olsun oynamak isterim.” demişti. Yıllar sonra onunla yapılan söyleşide, kendisi için birinci uğraşının oyunculuk olduğunu, kahramanlık hiç yapmadığını dile getirdiğinde, bize anlattığıyla tutarlı bir çizgi izlediğini görmüştüm.

            Selanik kökenli bir bürokrat baba, Boşnak kökenli öğretmen bir annenin çocuğu olarak, erken Cumhuriyet Döneminin olanaklarını çok farklı biçimde kullanabilecek iken, hukuktan sosyolojiye birçok alanda eğitim denemeleri yapmakla birlikte önce ışıkçı, sonra oyuncu olarak kendini en iyi gerçekleştirebileceği tiyatro ve sinemaya yaşamını adayan Tuncel Tayanç Kurtiz’i iyi anlamak gerekiyor. Her insan gibi onunda zaafları, eksikleri vardır. Burada önemli olan kendisiyle barışık ama yaşamın akışında dinamik, mücadeleci ve emek düşmanlarına karşı kavgacı olmaktır. Kurtiz’in bunu başardığını söyleyebiliriz. Onun ikinci adının “Tayanç” olduğunu da ben yeni öğrendim. Bizim köylüler “Dayanç” derler, “dayanma gücü, sabır” anlamına gelen bu adın, Kurtiz’e yakıştığını belirtmeliyim. Neden bu adın gölgede kaldığını bilemiyorum.    

            Onunla, filmin çekimlerinin sürdüğü bir hafta sonu, İskenderun İHD Şubesi’nin düzenlediği Harbiye’de bulunan Hidro Restoran’daki yemekli geceye katılımını sağlamak için görüşmüştüm. Çünkü, Türkiye’deki insan hakları mücadelesine doğru bir noktadan bakan İHD İskenderun Şubesi Başkanı Sadullah Çağlar Ağabey’e sürpriz yapmak istemiştik. Sağ olsun, Semir dostumuzun desteğiyle katıldığı gecede özlü bir konuşma da yapmıştı. İnsanlaşma sürecinin emekle ilişkisini kurmuş ve emeğin kurtuluşunda sanatın işlevine vurgu yaparak, bu mücadelede sanatçılara çok iş düştüğünü belirtmişti. Gecenin video kaydını yaptığım için kendisinin konuşması arşivimde duruyor, benim için güzel anılardan biri olarak.

            Böyle bir insanla, komünist sanatçıyla yolumuz kesiştiği ve bir filmde birlikte oynadığımız için kendimi bahtiyar sayıyorum. Onu, sevgi ve özlemle anıyorum. Sanat anlayışının ve mirasının yeni kuşaklar tarafından sürdürülmesini ve zenginleştirilmesini diliyorum.

Müslüm Kabadayı
Müslüm Kabadayı
Ömrün Altmışında | Müslüm Kabadayı 1960 restorasyonunda doğduğumda Hatay Kışlak’ta Köyümüz yurtsever kafalarla koşuyormuş aydınlığa O dönemde bırakmış babam ocak söndüren kumarı Anam derdi, senin gözlerin verdirdi ona bu kararı Elimde kitapla çobanlık yapardım, Keldağlıydı suyum Bir kamyonla ilk kez Amanoslar’ı aştığımda altıydı yaşım Ve Misis tarlalarında çalışırken pamuk çalısı kadardı boyum On birimde Düldül Dağı’ndan sızan kanımdı Sabunçayı Düziçi İlköğretmen Okulu’nda bilgi çiçeklerimi suladı On altımda öğretmenlik hakkım için çıktım boykota MC’nin sürgün okuyla fırlatıldım Çanakkale Boğazı’na Büyük kavga suları dar boğazlardan süzüldüm On sekizimde Ankara’da DTCF’ye yazıldım Yirmi ikimde “Mamak Üniversitesi” zindanına atıldım Kaybettiğimde elli yedisindeydi ayağı kesik babam İğnenin deliğinden Hindistan’ı görürdü, şekere yenildi tamam Elim iş, aklım güç tuttuğundan beri yüklerim hep ağırlaştı 12 Eylül zulmüyle ülkem kararırken, vicdanlar sağırlaştı Gölbaşı’nda başladım teknik işe yirmi beşimde, işim çizim ölçüm Yirmi altımda “Yoğunluk Sanat Kitabı”nda yer aldı ilk öyküm Yirmi yedi yaşımda atandım çok istediğim öğretmenliğe Üç ay sonra gbt’yle atıldım teknik ressamlık mesleğime Acılar ve zordan süzüldü balım, özümü bağladım hilesiz alın terime Ülkemde ilk kez gbt’yi çöpe attırdım, mahkemede bir yaz tatilinde Trabzon’da tiyatroya giderek, şeytanın bacağını kırdık öğrencilerimle O yıl sevdalandım bir Laz kızına, kar teptim saatlerce ona kavuşmak için Meydanlarda keskinleştirdim sınıf bilincimi, karanlıkla savaşmak için Polatlı Tahtaköprü’de, yeni evli küçük kardeşimizi toprakladı elektrik Gök ekinimiz biçildiğinde harlanan acımızla hepimiz şekere kesildik Sürgün yediğimde Maçka deresine, kentli ve dağlı dostlar kazandım Kuzeyhaber, Hamsi ve Kıyı’da kalemi yüreğime batırıp yazandım Hayatın uzun sokaklarında yürüdüm, mücadele estetiğinden aldım haz Otuz ikimde baba oldum, kucağıma verildiğinde çonamız İlkyaz Esmer bakışlı gözünün ışığında, hiç sönmeyecek gibi duruyordu faz Otuz üçümde yerleştik, Asi’nin meltemiyle nefeslenen Antakya’ya Burada savaş açtım, sendika başkanlığımla olağanüstü kuşatmaya Otuz beşimde İnsancıl dergisi temsilciliğiyle şahlandırdık sanatı Eski ve yeni kuşak yoldaşça buluştuk, bozuldu paranın saltanatı Akrepler, ekmek teknemde kuyruk salladılar durmadan Yüreğim daralsa da aştım engelleri, beynimi burmadan Hiç yüksünmedim, eskiyeni yıkıp ileri olanı kurmaktan Otuz sekizimde Subaşılı öğrenci cıvıltısına karıştı sesim Kırkımda eşimden vurdular yüreğime, sandım kesildi nefesim Kırılsam da sardım yaralarımı, kopmadım hiç kızımdan Ne geldiyse başıma, sınıfa sınıf savaşımındaki hızımdan Aynı yıl gördüm emperyalizmin çöplüğünü New York’ta Yedi candık, uygarlıklar beşiği Antakya’yı çoğaltmakta Anamızı verdiğimizde toprağa kırk birimdeydim bahar yeli esiyordu Doğa dışımızda yeşerirken, anasızlık testere olup içimizi kesiyordu Damar damar işleyip toprağımızı, dişe diş dirençle çevirdim çarkımı “Hatay Bibliyografyası”na ekledim “Amik’ten Amanos’a Alkım”ı Kardeşleştik “Karadeniz Karşılaştırmalı Sözlük Denemesi”yle salkımı Amik dergisinde dostlarla harmanladık, yerelle evrenselin biderini Düşünmedik hiçbir zaman, halkamızı çoğaltan emeğin giderini Kırk ikimde komşu halkla sınırları kaldırdım, Şam’a giderek Ortak damarları buldum her adımda, Arvad Adası buna bir örnek Palmira’da onurlandım, Zenobya kafa tutarken Roma’ya Basitburnu’nda selam durdum, kadim dost Cebel-i Akra’ya Kırk bin yıllık aşka kavuştum, Aşkdeniz’den çıktığımda Üçağızlı Mağara’ya Bir kurda zengin Arap dilinin eşiğini adımladım, Besime öğretmenle Beyrut ve Amman ışıklandırdı Adonis’i, yanımdaki çevirmenle Kırk üçümde ikinci kez sevdalandım, Divriğili bir kıza Bir ömür sığdırdık, sönük Ankara’da koşarken bir yaza Kırk altımda “Yoğunluk”ta dirilttim yirmi yıl önceki sanat kitabını Kırk yedimde “Suriye Günlüğü”nde sordum düşmanlıkların hesabını Kırk dokuzumda “Hataylı İki Aşık”ta verdim ozanların imgelerinden Sevdanın harını, ayrılık ve ölümün soğukluğunu dilin belinden Her dönemin devinimi, ivme kattı yürek ve beynime Yıllar sonra onun için döndüm öğrencilik kentime Pişmanlık hiçbir zaman uğramadı gergefli semtime Harlamayı sürdürdüm partide, sendika ve dergilerde üretkenlik ateşimi İlkyaz’ımızla Avrupa’dan döndüğümüzde, burada yitirdim ikinci eşimi En verimli ellili yaşlarımda, sevdalım oldu bir Kürt kızı Çatışmalı ve fışkırmalı diyalektik, oya’ladı bilincimdeki hızı Her taşa vurulduğumda bilendim, hayatı yeniden kurmaya Marifet yüklendik yürekten, başladı Bağlaç dergimiz filize durmaya Hata ve yanlıştan arınmak için başvururum kendimi sorgulamaya Arka arkaya Aşkar abimi, Mustafa canımı, Sabahat ablamı aldı ölüm Elli üçümde “Salkım Saçak Keldağ”la fışkırdı, sularından ilk öyküm Art arda sökün etti kitaplı öykülerim “Közlü Yürekler”, “Dirilten Duyunçlar” “Çölüngelini”nde küllerinden doğdu Zenobya, “Kaplan Ali”yi sevdi dağlılar Elli üçümde Taksim’de Gezi Kitaplığına bağışladım kitaplarımızı Haziran direnişinde embriyolanan Diren’imiz, doldurdu kucaklarımızı Evin’imiz ikiledi kardeşliği, Devrim Stadyumu’nda katıldı İlkyaz’ın mezuniyetine Kuşakların atardamarlarını, ben’lerinde imgeleştirsinler dilerim genişleyen evrene Gezdim, sezdim, eylemledim ve yazdım, mutluyum yaptıklarımdan Altmışımda kronikliğimle koronaya yakalanmadım, umutluyum yarından Sevda’yla yarattık “Avrupa’nın Yüzleri”ni, memnunum can dostlarımdan Ömür bu, çizik-yazık-keşkeyle değil, insanlar yeniden (t)üreterek paylaşsın Bir gün toprağa düştüğümüzde, ışıklı çocuklarımız meşalemizi taşısın…
YAZARA AİT TÜM YAZILAR
BİR YORUM YAZIN
ZİYARETÇİ YORUMLARI - 0 YORUM

Henüz yorum yapılmamış.