Ra Ra Rasputin | Şükran Uçkaç Yargı
Bizim oranın davul ve zurnacılarının moda deyimle müzik yapmaktaki marifetlerinin ünü yedi düveli aşar. İcra etmek ya da çalgı çalmak mı deseydim bilemedim.
Davulu ve zurnayı konuştururlar vallahi. Düğün bitince zurnayı düğün sahibinin son bahşişini alabilmek için ‘bittiiii’ diye nasıl öttürürler bir bilseniz. Düğünlerin vazgeçilmezidir bu müzik ameleleri bilen bilir.
Bir defasında bu batılı şarkı çok modayken yani herkes sabah akşam yedi kez Ra Ra Rasputini çalıp söyleyip oynayıp dansederken sokaktan bir davul zurna sesi geldi, balkonlara üşüştük.
Muhtemelen Boğazkale Hattuşa’ya gitmek için dolmuş durağının yolundan geçmekte olan kadınlı erkekli, sırt çantalı, oldukça kalabalık bir turist kafilesi yakınlarda bir düğünün davulcu ve zurnacısının çaldığı bu parçayı duyup büyülenmiş, birden bire yollarından olan turisler, yoldan içerlek bahçeye doluşmuş bizim davulcuların notalarıyla kıvır kıvır kıvranarak dans etmeye başlamışlardı.
Epey sürdü bu dans ve müzik ziyafeti, davulcular zurnayı konuşturdu, turistler kurdunu döktü, salkım saçak balkon ahalileri de alkışladı da alkışladı.
Davulcu kardeşlerimiz ilçemizin renk ve müzik cümbüşüdür, koyu esmer renkleri ve adlarıyla anılırlar, mutena semtleriyle
bilinir kısaca onlara ‘Apdallar’ mahallelerine de resmiyette adı Gürpınar Mahallesi olsa da günlük hayatta kimse bunu söylemez ‘Apdal mahallesi’ derlerdi. Bence aptal değil ‘Abdaldırlar’ da bu mahalle ahalisi. Hemen hepsi müzisyendir, bağlama, davul zurna başta olmak üzere her türlü müzik aletini çalarlar.
Bunlardan bir hemşerimizin bir oğlu varmış, baba mesleğine heves etmemiş, çalışmıyor, okumuyormuş da haylaz. Adamcağız üzgün, çünkü çocuk bir baltaya sap olmuyor.
‘Ulan, demiş deli göbel ulan, saz aldım çalmadın, davul aldım çalmadın, zurna aldım çalmadın, ben seni camiye götürüp Kur’an’a veriyim de kurum kurum kurutuyum da gör’ demiş.
Büyükler anlatır gülerdi, biz de dinlerdik.
İşte böyle hayat müzikle iç içeydi bizim ellerde.
Çünkü bizim neslin tek eğlencesi düğünler, misafirlikler, dini ve millî bayramlardı. Pilli radyodan dinlediğimiz ‘Yurttan Sesler Korosu’nun birbirinden güzel türküleriydi.
Kulağınızı pili azalan radyoya dayar arkası yarın başlayana dek radyo tiyatrosunun olmadığı geceler hep türkü dinlerdik.
‘Aman kayalar merdin merdin
Aman da kim bilir kimin derdin’
‘Şu karşı yaylada göç kater kater
Bir güzel sevdası serimde tüter
Bu ayrılık bize ölümden beter
Geçti dost kervanı eyleme beni eyleme beni’
Bu güzel söz ve ezgiler eğliyordu bizi o vakitler, şimdi besliyor.
Radyonun bu türkülerinin bir çocuk ruhuna kattıklarını katıyorum işte bazen şiirlerime ben de.
Niçin türkü var şiirlerinizde? Demiş de bir arkadaşım bugün şiir hakkındaki bir paylaşımıma. İnsan çocukluğundan beslenir.
Sonra siyah beyaz televizyonlar balıklama girdi yaşantımıza. Vakitli vakitsiz komşuya gitmek bir kırmızı çizgi olduğundan rahmetli annem iki üç kez ‘telesafir’ olduğumuzda komşuya, hemen molla dedeme danıştı. Sanırım yetmişli yılların ortası
‘Baba, dedi şimdi radyonun bir değişiği çıkmış, konuşanları görüyormuşsun da adı televizyonmuş. Çocuklar heves ediyor bir iki komşunun var mahallede, bir kaç akşam komşu Çorumlu’nun terzi Melehat’e götürdüm utana sıkıla, eşi rahmetli olduğından rahat gidiyoruz, yoksa yorgun argın işten gelen evin erkeği varken gidilmez komşuya akşam akşam, neyse bir akşam ‘Ezo Gelin’ filmi varmış çocuklar yalvardı gittik, bir de ne görüyüm çocuğunu kapan gelmiş kadıncağızın evi kumkuma yuvası gibi dolmuş kaynıyor. Ama ya kadın dikiş dikecekse ya vaktini alıyorsak vebal işte dört çocukla tek geliri dikiş dikmek zaten.
Şey diyorum biz de alsak mı televizyon, günah diyor komşu Esme bacı ‘bir de hoca kızısın Zekiş, sokma evine o şeytan icadını, diyor, günah mı baba?’
Maviş gözleriyle derin derin bakan benim canım Yusuf dedem ‘kızım bu aletin açma düğmesi kapatmaya da yaramıyor mu? İstemediğin şeyleri gösterirse kapatıverirsiniz, iki de bir akşam akşam çoluk çocuk komşuya gitmekten iyidir’ diyor ve bu cevazla şipşişman bir tüplü televizyon haneye dahil oluveriyorrr.
Bir bayram bir sevinç hanede, sadece akşamları İstiklal Marşı’yla askerlerin nöbet değişimi seramonisiyle yayın yapan TRT televizyonu giriyor düş dünyamıza açılan tek pencere olan radyodan sonra.
Bu sefer de akşamları bize doluyor telesafirler kurtuluş yok kalabalıktan. İlkin rahmetli Ahmet dedem havadisleri dinliyor bize çıt bile çıkarttırmadan, sonra müzik programları, bilgi yarışmaları ve kiminde gülünüp kiminde ağlanan yerli yabancı filmler. Önce sesiz Çarli Çaplin filmleri, sonra dört yapraklı yoncamızın yaprakları Filiz Akın, Hülya Koçyiğit, Türkan Şoray, ille de Fatma Girik filmleri, Malkoçoğlumuz, Kovboy filmleri, revü kızlarının dansları giriyor hayatımıza yavaş yavaş. Cuma ve ramazan programlarının da müdavimimleri rahmetli annem ve babaannem tabi.
Şimdi o yıllar çok gerilerde kaldı, sis perdeleri de var arada unuttuklarımızı örten.
Lakin şuna eminim radyo programları da televizyon programları da çok eğitici, öğretici ve kaliteliydi o vakitler.
Kısa bir radyo reklamının arasında misal ‘Lavasiyer Kanunu’ ‘Pastör ve kuduz aşısı’ anlatılıverir, çiftçilere verimli tarım tüyoları verilirdi mesela. Yani günümüz yayınlarında ki gibi ‘iki eltinin yufkacıya kaçtığı’ da yoktu bunların günler boyunca televizyonlarda Anlı şanlı anlatıldığı da yoktu.
Şimdi neden türkü sevdiğimi ve şiirlerimde kullandığımı çok iyi biliyorum. Bu renk ve müzik cümbüşünün çocuk dimağımdaki klasik müzik konserlerini de hep klasik müziği sevdiren adam Hikmet Şimşek yönetiyor.
Kuru bir disiplinle göstermelik para cezalarının verildiği kişiye hiçbir şey kaymayan televizyon dizilerinden azade bir bahar ve yaz diliyorum herkese.
Güzel günler efendim.
Şükran Uçkaç Yargı Sazsızozan
7 Haziran 2023 Viyana Daha Azını Gör
….