Özgür olmak mı sınırlarını bilmek mi? | İbrahim Uysal
Geçenlerde sevgili Dostum, efsanevi Belediye Başkanı Ahmet Piriştina dönemi İzmir Büyükşehir Belediyesi Genel Sekreteri Hemşehrim Makine Mühendisi Ersu HIZIR, bir anısını anlattı.
–Yıllar önce sevgili Eşi ile birlikte, kafalarına göre takıldıkları, Avrupa şehrini kapsayan bir geziye gitmişler.
–Aslından o şehirde kalmayı planladıkları süre bir gece, iki gündüz.
–Çok da bilinçli bir planlama olmamakla birlikte, perşembe günü geldikleri şehrin, cuma günkü gecesini bir başka görüyorlar. Kadınlı-erkekli herkes sokaklarda, şehrin her yerinin ışıkları yanıyor, kimsenin kimseye aldırdığı ve kimseyle ilgilendiği falan da yok.
–Hatta o kadar ki, hafta sonu gece yarısına doğru kadın erkek fark etmiyor, o güzelim şehrin sokakları çişler, kakalar, kusmuklar, yiyecek içecek artıklarından geçilmiyor.
–Daha önceden de bildikleri bu güzel şehrin yağ döküp yalanacak sokaklarının hafta sonundaki hali, onları baya şaşırtıyor.
–Gece yarısına doğru şaşkınlık ve hayranlık içinde otellerine dönüyorlar ve programlarını hafta başına kadar uzatıyorlar.
–İşin ilginç tarafı, hafta içi gündüz-gece, hafta sonu da gündüzleri pırıl pırıl olan şehrin sokak ve caddeleri, nasıl oluyor da, hafta sonu geceleri bu kadar rahat kirletiliyor; insanlar, nasıl bu kadar çıldırmış gibi kendi hallerinde ve neden eğlendiklerini anlamaya çalışıyorlar.
–Geldikleri gün bir tanıdıkları onları otellerinden arabası ile alıyor ve site içindeki kendi evine, bir kahve içmeye götürüyor.
–Herkes işten gelmiş, arabalarını da sitenin otoparkına ve uygun yol kenarlarına park etmişler.
–Arkadaşları, boş park yeri bulamadığı için sitenin içinde araç park etmek için ikinci turunu atıyor ama girişteki boş iki park yerine park etmiyor, es geçip dolanıyor.
–Arkadaşlarına neden girişteki boş park yerlerine park etmediğini sorunca, arkadaşları, “o park yerlerinin özürlü komşu ve özürlü konuklarına” ayrıldığını söylüyor.
–Geldiklerinde buyana Avrupanın bu güzel, modern ve çağdaş şehirlerinde gördükleri ve yaşadıkları onları baya şaşkına çeviriyor.
–Aslında konuştuğumuz şey o şehir ya da insanları değildi. İnsan, eğitim, kültür, terbiye, etik ve demokrasi gibi yaşamsal şeylerdi.
–Nasıl oluyor da, bir kahve içme zamanı park edilebilecek özürlü otoparkına, bu insanlar park etmemeyi bir sorumluluk sayıyor?
–Nasıl oluyor da, aynı şehrin sokak ve caddelerin de biri birilerini doğrudan rahatsız etmeden kendi başlarına eğlenebiliyor, hatta yiyecek içecek atıkları ve kişisel atıkları ile kirletebiliyordu?
–Bu nasıl bir durum, duygu ve olaydı.
–İşte asıl sorun ve sorulması gereken soru da bu!..
–Oysa sebep gayet basit ve anlaşılırdı.
–Kişiler özgürlüklerine olduğu gibi, birbirlerinin kişilik haklarına da son derece duyarlı ve saygılılar.
–Kişiler, toplumsal konularda da birbirlerine duyarlı ve saygılılar.
–Ancak, insan olmanın, kişi olmanın, birey olmanın da sorumluluğu kadar, sorunları da vardı, elbette ki bunun da aşılması gerekti.
–Buna da kişisel saygı ve hoşgörünün dışında, toplumsal ve kamusal hoşgörü ve saygılarında eklenmesi gerekti.
–Boş bir özürlü otoparkına park etmeyen, olağan zamanda bir çöpünü dahi sokağa atmayan, birbirlerine sokakta, caddede, toplu taşımada saygılı bu insanlara ne oluyor da, hafta sonu çıldırıyorlardı?
–İşte anlaşılması ve sorulması gereken asıl soru ve sorun da buydu!
–Tabi bir medeni ülke insanın böyle bir konuyu sorgulamasını düşünemeyiz. Çünkü onlar için bu durum olağandı. Sorun bizde ve bizim gibi geri kalmış, geri bıraktırılmış, geri, kalmak için de zekasını, aklını yiyen toplum ve milletlerin sorunu idi bu.
–Dinli dinsiz, eğitimli eğitimsiz, okur yazar, alim her kim olursa, insan için ne zaman konuşmaya başlasak, insanının “etten kemikten” yapıldığını kabul eder, gerisini de yukarılara havale ederiz.
–Oysa insan, yiyen için olduğu gibi, öyle ya da böyle düşünen, çalışan, üreten, üzülen, sevinen, kahrolan, mahvolan, çıldıran, sürünen, uçan-havalanan say say bitmeyen bir varlıktı.
–Fiziki organları gibi düşünen, duyan, algılayan ve hisseden organları ve işlemleri de vardı.
–Yol parası olmadığı için saatlerce işine yürüyüp giden, akşam evine gelirken, çocuğunun okulu için isteyeceği parası cebinde olmayan insanların ruh hallerini anlamak için psikolog ya da psikiyatrist olmak da gerekmiyor.
–insan olmak, biraz daha ilerisi ise vicdanlı insan olmak yetiyor.
–Hafta içinde işinin ve toplumsal kişiliğinin sorumluluğu taşıyan, onun altında ezilen bu insanların, deşarj olmalarını sağlamak da, toplum ve kamu yöneticilerinin sorunu ve sorumluluğu olmalıdır.
–Bir özürlü otoparkına park etmeyecek, hafta içinde işini sorumluluk içinde yapacak kişiler ailede, okulda ve toplum içinde eğitilerek yetiştirilir. Bu sorumluluk onlara yüklenir.
–Diğer kişiler ve toplum da, bu sorumluluğu taşıyan kişilere karşı başka bir sorumluluk taşır ve gereğini yapar.
–Hafta içinde çöp bile atmadığı, tükürmediği sokak ve caddelere; hafta sonu yiyecek içecek artıkları atmadan tutun da, kusmuk, dışkı, çişine kadar yapan bu stres küpü insanların, bu kadarcık da kahrını ve yükünü de toplumsal ve kamusal rollerin çekmesi gerekmez mi?
–Bu kamusal açıdan sorun ve sorumluluk.
–Eeee be güzel insanım, senin de bu ve bunlar gibi sorunlarında seni yönetecek yerel-genel yöneticileri seçme yükümlülüğün yok mu?
–İşte, kirlettiğini temizleyen toplum olmak için modern, uygar bir toplum ve insanlar olmak gerekiyor.
–Yoksa, altımızdakini karşımızın yüzünü sürerek bir yere varamayız.
–Heyyyy, eleştirmeden önce siz, önce kendinize bir bakar mısınız?