Ortaçağ Avrupa’sında Düşünce Özgürlüğünün İlk Fedaisi | Giordano Bruno
Ortaçağ Avrupası, Katolik Kilisesi’nin yüzlerce yıl süren yoğun baskı ve katliamlarıyla bilinir. Toplum üzerinde yaratılan bu inanç hegemonyası, Doğu’nun büyük filozoflarının Antik Yunan ve Latin düşünür ve bilim insanlarından yaptıkları çevirilerle ağır ağır dağılırken, Giordano Bruno, Kilise’nin belki de en çok korktuğu eylemi gerçekleştirerek, gerçeklerin üzerine ışık tutmuştu. Bruno gerçeği dillendirirken, yıllar sürecek bir zindan hayatını ve korkunç bir ölümü göze almıştı.
“Veritas filia temporis.” (Gerçekler, zamanın kızıdır.)
Napoli Krallığı’nda dünyaya gelen Giordano Bruno (doğumu 1548–ölümü 17 Şubat 1600), İtalyan bir Dominikan keşiş, filozof, matematikçi ve gökbilimciydi. Gökbilim hakkındaki teorileri, Kopernik modelinin de ötesine geçerek Güneş’in bir yıldız olduğunu önermiş ve dahası, evrenin diğer akıllı varlıklar tarafından doldurulan sonsuz sayıda yaşanabilir dünyalar içerdiği fikrini ileri sürmüştür. Roma (engizisyon) Müfettişliği, panteist (dinleri reddeden, yalnızca evrenle bir tek Tanrı’nın varlığını kabul eden inanış) inancı nedeniyle ‘sapkın’ olduğunu söyleyerek onu suçlu bulmuş ve devlete teslim edildikten sonra 1600 yılında sivil yöneticiler tarafından yakılmıştır. Giordano Bruno, sekiz yıl boyunca işkence gördükten sonra hor görüldü ve acı çekerek öldü. Ölümünün ardından, onu özgür düşünce ve modern bilimsel fikirlerin şehidi olarak gören ve özellikle de astronomik fikirlerine odaklanan 19. ve 20. Yüzyıl düşünürleri arasında büyük bir ün kazandı. İtalyanca yazdığı eserler, İtalyan edebiyat tarihinde kendine bir yer edindi.
DÜŞÜNSEL EVRENİ
Kimi değerlendirmeler, Bruno’nun evren hakkındaki fikirlerinin engizisyon tarafından gerçekleştirilen davalarda, Katolik Kilisesi tarafından kabul gören Tanrı’ya dair yorum ve içerikten farklı olan panteist inançlarından daha önemsiz bir rol oynadığını göstermektedir. Bruno, kozmolojik yazılarına ek olarak, bellek sanatı üzerine geniş çaplı eserler, anıtsal teknikler ve ilkeler dizisi yazdı. Bruno, Arap astrolojisi, Neoplatonizm ve Rönesans Hermetizmi’nden miras kalan evrene ilişkin astronomik gerçeklerden derinden etkilenmişti. Bruno’nun sonraki diğer çalışmaları, matematiğe dair nitel yaklaşıma ve geometrinin mekansal paradigmalarının dil üzerine uygulanmasına odaklanmıştır.
Özgürlük içinde geçen on altı yıl boyunca Bruno, Avrupa’nın yarısından çoğunu dolaştı. Önceleri öğretilerini merak eden topluluklar tarafından memnuniyetle karşılanırken, kiliseyle giriştiği mücadele yıllarında gözden düşürüldü.
Paradoksal olarak, kozmolojik görüşlerini en çok etkileyen iki yazar, Lucretius ve karşıt felsefi kutupları işgal eden Cusalı Nicolaus idi; Lucretius, Nicolaus kozmolojisinde ve hatta fiziksel deneylerinde bile onun teolojisinin bir takviye amacıyla aradığı teolojik ya da metafizik düşüncenin geçerliliğini inkâr etmişti. Bruno astronom veya teolog değildi; fakat çağdaşı olan astronomi yazıları, hayatının tutkulu inancı olan kozmolojiye katkı sağladı ve onun kozmolojisinde yeni bir ahlâki ve felsefi yol açtı.
Bruno’ya karşı yürütülen Papalık Mahkemesi’nin verdiği kararda en ölümcül nokta, ‘tek bir sonsuz evrenin’ coşkulu savunusudur. Acı içinde geçen yılları ve sonsuz evren fikri, takipçilerinin düşüncelerine en çok katkıda bulunan öğelerdir.
KATOLİKLİĞE KARŞI
Bruno, orijinal keşiflerden ziyade fikirsel sentezin insanlığa bir armağanıdır. Platon’un fikirlerini alıp onları Platonik idealizm ve hermetik tekdüzelik fikirleriyle harmanlayarak, şaşırtıcı bir bütüne ulaşmıştı. Ayrıca, kozmosun yapısını mükemmel biçimde düzenlediği hafızasıyla araştırırken, düşüncelerinin onu sonsuzluğa ulaştırdığını ve aynı fikirlerin sürekli olarak kendisini teyit ettiğini fark etti. Katolikliğin, hatta Hıristiyanlığın varoluş gerçeğini tekelinde tutmadığını gördü ve Mısır rahiplerinden şüpheci Yunanlılara kadar herkesin, evrenin birliği meselesini kendi yöntemleriyle ispat ettiklerini anladı. Bruno, İsa’ya olan inancının zayıflığı nedeniyle, dini düzlemi kendi fikirlerini eşleştirmek için aptalca ve dar görüşlü buldu.
Bruno, her şeyin bağlatılandırıldığı ilahi düşüncelerin her insanın içinde olduğunu ve dolayısıyla, ‘değersiz’ dünyamızı değerlendiren orijinal günah veya korkutucu tanrılara ilişkin fikirleri, hakiki felsefenin değil, politik kontrolün bir aracı olarak gördü.
Temel olarak Bruno, kendini, aydınlanmaya yönelik tüm yaklaşımları kabul eden bir dini görüşe yakın görüyordu. Ayrıca, ihtiyaç duyduğu fikirlere ulaşmak için dini önyargıları kullanmaktan imtina ediyordu.
Yaklaşık yirmi yıl boyunca dolaşıp yazı yazdıktan sonra, Bruno engizisyonun gözünde onu yüz kat fazla mahkûm etmelerine yetecek miktarda yazılı eser üretmişti. Aristo felsefesinin Katolik teolojisinin çekirdeğini oluşturduğu bir dönemde, “Aristoteles’in 120 Hatası” konulu bir konferans dizisi düzenlemişti. ‘Karanlık’ Mısır metinlerini ve Sokrates öncesi Yunan filozoflarını, Thomas Aquinas veya Peter Lombard gibi Katolik entelektüellerle aynı önem düzeyinde aktardı. Teorisi, Ptolemeios’un göksel küreleri hâlâ Katolik evren içinde dogmatik olarak kabul gören yapı taşları durumundayken, Dünya ile aynı temel unsurlardan, hepsi de sürekli akış halinde olan bileşik ve hatta hayat üretebilen bir helyosantrik (Güneş merkezli) bir sonsuz evren hipotezi üzerine kuruldu. Felsefi düşüncelerini İtalyan diyalogları ve akademik söylemin ortak dili haline gelen Latincenin şiir formunda yalın bir dille yazdı.
Yıllar süren gezisinin ardından özel öğretmen olarak para kazanabilmek için Venedik’e taşınmasından kısa süre sonra, yazarlık kariyerine devam etmek için yayın dünyasının merkezi olan Frankfurt’a geri dönme ihtiyacı hissetti. Patronu, kendisine söz verdiği üzere bellek sistemini öğretmesi konusunda ısrarcı olduğunu belirtti. Bruno kalmayı reddetti ve bavulunu toplamaya başladı; bir süre sonra, 5-6 gondolcu onu gecenin bir yarısında kaçırıp bir tavan arasına kilitledi. Koruyucusu, Bruno’nun bahsi geçen nedenlerle Hıristiyanlıktan ayrıldığını aktaran bir mektupla yerel bir yöneticiye ihbar etti. Bu olayın ardından Bruno’nun sekiz yıl sürecek olan yargılama süreci, önce Venedik engizisyonunda başlayarak, daha sonra Roma’da devam etti.
Bruno’nun yargılanması, engizisyonun İspanyol topraklarının dışında nasıl çalıştığını anlamak isteyenler için bir ders niteliğindedir. Engizisyonun İtalyan şubelerinin zorlu protokolleri vardı. Bruno bu kuralları iyi biliyordu ve on yıl boyunca onlarla başa çıkmayı başardı. Öte yandan, Engizisyon’un aşırı katı kural ve protokolleri, Bruno’nun deneyimli ve zeki yaklaşımına rağmen, kendisi için büyük bir düşman olarak gördüğü Giordano Bruno’nun 17 Şubat 1600’da yakılmasına hükmetti.
SONSUZ EVREN
Giordano Bruno yanlış bir dönemde yaşıyordu. Ölümü İtalyan Rönesansı’nın son alacakaranlığında gerçekleşmişti. Bir yüz yıl önce, daha hoşgörülü bir kilise, bu rahip gibi yaratıcı düşünürleri bağışlamış ve hatta takdir etmişti. Bir yüzyıl sonra, düşüncesi Avrupalı entelektüellerin takdirini toplayacaktı. Ancak, 1600’ün başlarında Hıristiyanlık daha önceki hümanizmini unutmuş gibiydi; güney Rönesans döneminin büyük sanatsal başyapıtları artık yaratılmıyordu; protestan reformasyonu yaklaşık bir asırdır sürmekteydi ve engizisyon gücünün doruğundaydı.
Bu hoşgörüsüzlük çağında, Avrupa’daki çeşitli mezhepler ve kiliseler acımasızca birbirlerine zulmediyorlardı ve yalnızca ‘döküntü’ insanlar ya da cesaret sahipleri bölgedeki mevcut dini görüşlerden uzak durmaya cüret ediyordu. Kiliselerin üyeleri de aynı hatayı yapmaya meyilliydi: Hz. İsa o dönemin merkezi figürü olduğundan, kendi dünyamız da “Mesih’in ölümünün ve diriliş sahnesinin evrendeki merkez noktası” olmalıydı. Sonuç olarak, kiliseler, büyük ‘putperest’ felsefeci Aristoteles’in öğretilerini kabul etmeyen bilim insanlarına zulmediyorlardı.
“Korkunç fikirleri” yüzünden yakılan Dominikan rahip Bruno, astronomi tarihinde son derece önemli bir yere sahiptir. Kendisi, resmi anlamda bir bilim adamı, hatta astronom bile değildi. O, güney İtalya’da doğmuş, yaşamının çoğunu Avrupa’da dolaşarak geçiren, gezgin bir filozoftu. İngiltere’de birkaç yıl eğitim aldı ve öğretmenlik yaptı; ancak hayatının son yıllarını Roma’da bir kilise zindanında geçirdi. Bruno, Kopernik’in ölümünden beş yıl sonra, Galileo’nun ilk teleskobik keşiflerini bildirdiği ‘Sidereus Nuncius’un yayınlanmasından on yıl önce öldü ancak bu gezgin dominikanın Kopernik veya Galileo’dan daha fazla bilgisi vardı.
Bruno, Tanrı’nın doğada var olduğunu, evrenin ve yaşamın sonsuz olduğunu savundu. Katolik Kilisesi, bugün Roma’da heykelinin bulunduğu yerde onu yaktı. 17 Şubat 1600 tarihinde sekiz yıllık işkence ve zindan hayatının ardından halka açık bir “gösteride”, Katolik Kilisesi’nin cellatları tarafından yakıldı. Bugün heykelinin durduğu Piazza Campo dei Fiori meydanı, özgür düşüncenin bir anıtı haline geldi.
İspanyol fizikçi Beatriz Gato-Rivera’nın yazdığı üzere Bruno “Güneş’in binlerce benzeri arasında yalnızca bir yıldız olduğunu iddia etti ve bu nedenle Güneş gibi bir çok başka yıldızın etrafında gezegenler ve yaşayan varlıklar olduğunu” söylemişti. Gato-Rivera, “Bruno’nun dehasını takdir etmek için, entelektüellerin yüzde 99’undan fazlasının Dünya’nın evrenin merkezi olduğuna inandığı bir zamanda yaşadığının dikkate alınması gerektiğini” not ediyor.
Vatikan Devlet Müsteşarı Kardinal Angelo Sodano, 18 Şubat 2000 tarihinde Katolik Kilisesi’nin “derin pişmanlığını” bir mektupla dile getirdi. Kardinal 400 yıl sonra, Bruno’nun yakılmasını “korkunç bir ölüm”, “Hıristiyan tarihinin üzücü bir bölümü” diyerek nitelendiriyordu.
Kaynaklar:
http://www.ricorso.net/rx/az- data/authors/j/Joyce_JA/apx/ Bruno/Singer_DW.htm
http://freedom.lege.net/ Giordano_Bruno__On_The_ Infinite_Universe_and_Worlds__ 1584/bruno00.htm
https://philosophynow.org/ issues/98/Giordano_Bruno_1548- 1600
http://www.dailygalaxy.com/my_ weblog/2007/06/smack_in_the_ ce.html
http://www.esotericonline.net/ group/giordano-bruno-homage- to-the-forgotten-philosopher/ page/life-of-giordano-bruno
Tarkan Tufan ttufan@gazeteduvar.com.tr