Önce Şairleri Vurdular / Yelda Karataş
Bir tuhaf iştir şiir. Sadece kâğıt ve kalemle yazılır sanki. Oysa çoğu zaman kanla yazılır ekmek üzerine silinmez harflerle…
Şiir ritimseldir. Kelimeler anlamın sesini taşır. Toplumsal ve bireysel ritmin en arkaik halinden en modern haykırışına kadar!
Hiçbir nesne, olay ya da konu, şiir dışı değildir ama hiçbir konu ya da öğe tek başına şiiri açıklamaz. Konu şiir için araçtır. Tema ise izlek hakkında bilgi verir bize. İzlek ise temaya ulaşmamız için bir anahtardır.
Dizeleri alt alta yığılı duygusal metinler nasıl şiir olamıyorsa, anlamlandırılma derdi olmayan ahenkli metinler de şiirden uzaktır.
Düzyazıdan beklediğimiz, akıl yoluyla algılayabildiğimiz anlaşılırlılığı, şiirin o çok katlı dilinden bekleyemeyiz. Şiir ussal yolla kavranabilecek bir yağmuru anlatmaz bize.
Şairin yağmuru, yağmur kadar somut ama bir o kadar gördüğümüz, dokunduğumuz tanelerin ötesinde, yağışın varlığını estetik haz alarak içimizde hissettiren insani bir gerçekliktir.
Yoksulun kirpiğinde yaş olur, sevgilinin dilinde özlem, çocukluğun bakışında ateşböceği…
Kelimelerle yaratılan, gerçekten daha gerçek bir yağmur… Taklit etmez, yağdırır şiir.
Bir metni ŞİİR yapan, kelimeleri bir büyücü gibi harmanlayıp, sunan ŞAİRİN o benzersiz dünyasıdır.
Bu nedenle şairler şiir yazar.
Birçok sanat dalıyla kan kardeştir şiir. Felsefe, müzik, sinema, fotoğraf ve hatta heykel… En uzak akrabalığı ne tuhaf ki düz yazıyladır.
İnsani olanın gizemli yoludur şiir. Burada felsefeye çok yaklaşsa da felsefenin önündedir hep. Apriori olamaz, kategorize edemez. Sloganla yan yana hiç gelemez.
Keskin, kısa ve çarpıcı söylemleri slogan gibi algılayan bilgisizlerin bütün ısrarlarına rağmen, ‘üstünü başını yırtmış ağıtlar’ ve metinler şiir tarihinden hızla silinir.
Şiirin ana malzemesi kelimelerdir, imgeler değil. Şiirde imge, metafor… gibi biçimsel öğeler ‘kelime’ aracılığıyla gerçekleştirilir. Dilin yalvacıdır şair. Kelime ustası değil, kelime kâşifidir.
Harfler sesin simgesiyken şiir kelimeleri simgesel bir karşılık taşımaz. Kelimeler bilinen kavramsal içeriklerinin anlamını aşarak bazen bambaşka bir anlamlandırmaya olanak verecek biçimde yan yana gelirler.
Şiiri yazan kadar, okuyan da sorumluluk taşır. Kendi anlayabildiğini göklere çıkaran, anlamlandıramadığını küçümseyen, sanatın herkesin anında anlayacağı bir dil olduğunu sanan eblehlere karşı en büyük savaşı şiir vermiştir.
Toplumsal gerçekçiliği manifestolar çiziktirip formüle eden, ‘toplumcu şiir’ yazma konusunda bilirkişi edasıyla gezinen, şiir duyarlılığını folklorik duyarlılığa eşitleyerek, ‘halk için sanat ’ palyaçoluğuyla kitle kuyrukçuluğunda pay ve paye arayanlara, şair her yüzyılda kendini hatırlatmıştır: Şiir yazmak bir yaşam biçimidir, yardakçılık eylemi değil!
Var olmayan dünya görüşlerini sadece konularında yaldızlayarak, kifayetsiz ruhlarıyla şairsel unvan toplamaya çalışan yeni yetme şiir ideologlarının da en münasip yerlerine sokulu nice has şiirler vardır ki içlerinde örneğin tek bir ‘sömürü’ sözcüğü geçmez.
Belki de çağımızda pek moda haliyle neredeyse her politikacının ideolojik bir metin okur gibi şiir okumaya başlaması, şiirin ideolojik bir metin olduğunun değil, okuyanın ideolojisine en kolay alet edebileceği, duygusal bir sömürü aracı olarak şiiri görmesi cahilliğidir.
Özellikle politikacılar ve vasat yazıcılar sanatın ölü sevicisidirler… Oysa şairinden ayrılamayan şiir onları hiçbir çağda affedememiştir. Bunu bilmezler. Bir gün şiir en ışıklı yüzüyle herkesin şair olabilme imkânına sahip olduğu o dünyada, ölüme en ölümsüz dizeleriyle gülümseyecektir. Bunu bilsinler.
Şiir ahlaki bir eylem değildir. Şairin yaşamı da etik değerler üzerinden değerlendirilir. Eleştiri ise, tele-şiir zihniyetiyle değil, şairin tarihsel gerçekliği nasıl yorumladığı üzerinden yapılır.
Sabaha eren ruhudur insanın şiir… Çünkü şair ne başında ne sonunda, sonuna kadar insandır.
Gayri resmi tarihin en dürüst tanığı şairlerdir. Bu nedenle önce şairleri vururlar. Vatan haini ilan ederler, sonra da meydanlarda şiirlerini okuyarak özür dilerler. Ne garip çelişki!
İnsan susmadıkça şiir susmaz, susamaz. Bu dünya sonludur ama dirim sonsuz.
Bir gün yine evrenin herhangi bir yerinde yine bir canlı haykırır bir diğerine: SEVİYORUM SENİ…
İşte şiir! İnsanoğlunun ilk sözü…