Nuse Çiçeği | Bedros Dağlıyan
-Öykü-
Güneş, görünmez gösterişli deniz gibi bir bahçedeydi. Elimde güzel içimli, rayihası mükemmel bir kahveyle güneşe karşı oturmuşum. Kocamış yaşlı bir zeytin ağacı genç filizleri ve üzerinde pıtrak gibi çoğalmış zeytinleriyle nasıl da gölgesini sunuyor teklifsiz…
Şurada burada çiçekler, kokusu burnuma denk gelen pembe bir gül, al çiçekleriyle rüzgârla nazlıca salınan bir zakkum, çimenler, ebegümeçleri, çobanekmekleri… Bir de bahçenin aydınlık köşesinde Nuse çiçeği…
Kitabımı önüme çekiyorum. Mavi kaplı defterim ise yanıbaşımda, uzaktaki bir dostun hediyesi. İlk sayfasında dostuma sevgilerimle Yelda Karataş yazıyor. Bir okuyorum iki yazıyorum. Memleket uzakta ama Nuse çiçekleri hemen önümde üzgün…
Karşımda gencin biri güya kitap okuyor. Kaçamak gözlerle diğer yanındaki kızlara bakıyor oysa… Kitabı ters tutuşunu görünce gülümsedim. Fark edince o da bana… Usuma Mussolini geliyor. Diktatör, gazetecileri basın toplantısına çağırıp, asık suratlı, konuşmaktan aciz bir halde pozlar verir fotoğrafçılara. O esnada elinde bir kitap tutmaktadır. O sırada gazetecilik yapmakta olan Hemingway faşistin elindeki kitabı çok merak eder. Sonunda bakmayı başarır da: Mussolini’nin elinde ters olarak tuttuğu bir sözlük vardır…
Geçtiğimiz yollarda bahçe kenarlarındaki Nuse çiçekleri güne merhaba diyor.
Alexandrapoli’deyim, yani Dedeağaç ’da. Çayırlıkta ağlayan minik bir kız çocuğu var. Yanına gidip başını okşuyorum. Dilini anlayıp teselli edemiyorum. O an usuma Kafka geliyor. Kafka ve Dora Diamant Berlin’de Steglitz Park’ında dolaşırken oyuncak bebeğini kaybettiği için umutsuzca ağlayan bir kıza rastlarlar. Kafka, çocuğu avutmak için bir hikâye uydurur. Bebeğin seyahate çıktığını ve ona bir mektup yazdığını söyler. Küçük kız mektubu merak edince de onu yarın getireceğini söyler. Günler ve haftalar boyunca bebeğin maceralarını anlattığı mektuplar yazar. En sonunda mutlu sonla bitirmek için bebeği evlendirmeye karar verir. Yuva kurmaktan mutlu bir halde evleneceği haberini vererek küçük kıza veda eder.
Bu anekdotun en acı yönü de bu mektupların, Kafka’nın ateşle buluşturduğu eserler içinde bulunmasıdır.
Bahçenin tam karşısındaki balkonda bir kuş yaşıyor. Yaşıyor ve bunu çevresine de yaşatıyor. Evin, sıvaları dökük, boyaları kabarmış, pencere pervazları çürümüş, ne gam; kuşun umurunda mı? O, karşı evin kuşuna vurulmuş, habire ötüyor. Karşıki evin kuşu pek suskun. Belki de ona sevdalı erkek kuşun serenadını dinliyor. O, suskunluğun şiirini yazıyor bir bakıma…
Evin balkon kapısı daima açık. Odadan yaşlı, öksürüklü, hırıltılı bir sesin son çırpınışları taşıyor dışarıya. Hayli yaşlı bir adam yürütece dayanarak çıktı; kuşa gülümsedi. Kuş daha bir yekinip en güzel ötüşünü koyuverdi. Kanatlarını çırpa çırpa, renkleri daha bir canlı, ötüp durdu. Adam, kuşun yemini, suyunu verdi. Bir, iki kez minik başına dokundu. Kuş o parmağa, sevgiyle sürttü başını, sonra da bir sıçrayışta kafesin açık kapısından adamın parmağına kondu. Ötüşü bıraktı, adamın yalnızlığına adadı kendini…
Balkonda bir çamaşır ipi var. İki kırmızı renkli gömlek, iki atlet, altı da, don asılı… Niye iki atlet, altı don ola ki? Adamın güçsüz ve hasta hali, belli ki ona hayatın son demlerini yaşatıyor, ona oyunlar oynuyor; altını pek tutamıyor olsa gerek. Benim baktığımı ve anladığımı fark edince, omzunu silkerek gülümsedi. Kuş, ötüşünü salarken, o da kendini salıyordu.
Yaşlı adam, balkona doğru yükselen pembe güle baktı. Zorlukla yürüyerek o minik yapracıklara elini sürdü, kokladı. Gözlerini, kokudan hemhâl, yavaşça kapattı. Kuş o an öyle bir öttü ki, gülü kıskanıp…
Adam, bana baktı; kuşa ve güle de özlemle; sanki son kez… Radyoda sirtakinin o kıvrak nağmeleri yükselirken adam, omuzlarını dikleştirdi; sirtakiye başladı. Hareketleri yavaş ve hantal olsa ne gam; nasıl da mutlu.. Olduğu yere yıkılmadan hemen önce bana doğru el salladı. Anlaşılmaz birkaç kelime çıktı dudaklarından. Kuş, o an ölümün ağıdını yakıyordu.
Bahçenin köşesinde ve sevgili ülkemde Nuse çiçekleri dirençle başını uzatıyordu güneşe…
Kaynak: Halkin Nabzı