MÜDÜR | Mustafa Söylemez
-1-
Onun
görkemine çok az gelirdi, bu sıfat. Karizmasını anlatacak bir yazar da
düşünemiyorum. Sivrildiğinizde tepenizde onu derhal görürdünüz. Sizi öyle bir
döverdi ki; siz sevildiğinizi hissederdiniz, dövüldüğünüzü değil. Yalancıktan
ağlayıp gözyaşı dökseniz bile seviliyormuşsunuz gibi gelirdi. Gönlünüzü
almasını iyi bilirdi, bu onun sanatıydı. Geçen zaman içinde biz onun tadını
unutmadık ama adını unutmuşuz. Ona isterseniz bir de ad uyduralım. Macit
İplikçiden Ceyhan’a geldiğinde güven verici bir sessizlik tüm sokaklara
yansıdı. Okuldan başka bir parka benzeyen Ceyhan Lisesi çok sıkı disiplinli
olmaya, görülmemiş bir liseye dönüşmeye başladı. Ellerinde sopalarla disiplini
sağlayamayan okul müdür yardımcıları çaresizlikten özel okullara kaçtılar.
Sanki dayak kalkmış, hukuk gelmişti. Nereye baktığı hiç belli olmazdı.
Gözlerinize bakmazdı. Bakarsanız da hışınızı çıkarmış olurdu. Kendinize zor
gelirdiniz. Sizi korurdu. Doğrusu tüm öğrencilerini korurdu. Karakoldan,
jandarmadan alır kurtarır, belli etmeden azat ederdi.
Ve seviliyordu.
İnsanlar sevdiklerinden korkarlar. Ben sürekli okul değiştiren bir memur çocuğu
oluşum nedeniyle, evde, sokakta mahallede ötekileştirilmeye alışmıştım. Elli
kadar öğretmen üç bin öğrenciyle Ceyhan Lisesi mülteci kampından farksızdı. Lise
birde sınıf birincisi olmuş takdir de almıştım. Bir hafta izin alıp yalnız
yaşayan babaanneme bakmaya Dörtyol’a gelmem, eğitim yaşamımdaki yıkımlardan
biri oldu. Babam sürekli bana izin alıp babaanneme bakmamı istiyordu. Bu hasta,
çaresiz ve kör kadını çok seviyordum. Yaşadığım aşklar ona olan sevgimi
aşamadı. Fransızca öğretmenim Aysel Kazancığil’i çok özlemekteydim. Babaannem
mayıs sonlarında sonsuz yaşama göç etti. İki Mayıs’ta okula döndüğümde elime
bir belge verdiler. Müdüre ilk gidişim o oldu. Birinci dönem karnemi inceledi.
Bazı sorular sordu. En son, ‘’sen babaanneni çok mu seviyordun?’’ dedi. ‘’Evet
.’’dedim. Mendilini çıkardı, gözlerini sildi, sanırım ağlamıştı. Yanımda
bulunan kitaplarımın arasından resmini gösterdim. İki yaşında olduğumda Foto
Akşam’da çekilmiş olan bu fotoğrafa iyice baktı. Uzun bir öksürük nöbeti
geçirdi. ‘’Şu belgeyi ver.’’Dedi. Belgeyi aldı, yırttı. Çok ufak parçalara
ayırdı. Sobaya attı. Bir defter çıkardı. ‘’Okul müdürlüğümüzce gösterilen
mazeretine istinaden izinli sayılmıştır.’’Yazdı. Birgün sonra sınavlara girdim.
Bir dersten fizikten iki aldım, sınıfı geçemedim.
Yüreğimi kazanmıştı, Müdürümüz.
İkinci karşılaşmamız çok enteresan oldu. Zabıta bizi gizli börek yapmaktan
yakalamıştı. Börekleri köpek etinden yaptığımızı ihbar eden arkadaşımın üvey
babası bizi mahvetmek istiyordu. Ben arkadaşımı kurtarmak istiyordum. Zabıta
amiri Ali Atan’ın evinde kiracı oluşumuza güveniyordum. Adam bizi bıraktırmayı
çok istedi. Arkadaşımın üvey babası bizi yakmakta diretiyordu.
Savcılığa gitmek üzere yola çıkarıldığımızda Macit Müdür Hızır gibi yetişti.
Bize kefil oldu, çıktık. Ailemiz olayı on gün sonra duydu. Annem bir daha o
yoksul arkadaşımla görüşmemem üzere bana yeminler ettirdi. İki yıl görüşmedik,
son sınıfta yasağımız affa uğradı. Görüşüyor balık tutuyorduk. Mezbahana
kıyılarında.
Ceyhan Anadolu’nun bir termometresi gibidir. Toplumsal olaylar buradan başlar,
yayılır gelişmesinin küçük bir prototipidir Ceyhan. Halkların çeşitli ırk ve
kaynaklardan gelmiş olduğunu görürsünüz. Çerkezler, Türkistanlılar, Moğollar,
Azeriler, Mısırlılar, Suriyeliler burada eşsiz bir mozaik oluştururlar.
İnsanları merttir. Çok hoşgörülü olmalarına rağmen aniden kızarlar,
kızdıklarında da sonuç acı da olsa sonuçtur. Birdenbire gelişen olaylar,
birdenbire de durur. Uzun bir sessizlik arkadan gelir. Buradaki göçmenler,
diğer gruplar seçme insanlardan oluşmuşlardır. Çok kültürlüdürler. Şakir
Altaylının Kütüphanesi, dünya çapındadır. Kendisi de davranış ve yaşam yönünden
çok soyludur, hanımı ise bir prenses kadar zarif, bir kraliçe kadar gizemlidir.
Çocukları yüksek yerlere kolaylıkla gelebilmişlerdir. Eğitim düzeyleri çok
yüksektir. Türkistan göçmenidirler. Komşuluk ilişkileri yetkin olup, uzun
süreli ve vefalıdır. İç göçte alabildiğine çoktur Ceyhan’da Kayserililer,
Konyalılar, Malatyalılar alabildiğine çoktur. Buradan da evrensel bir kültür
değirmeni oluşmakta; çok farklı kültür üretimi değirmeninden eşsiz ürünler
çıkmaktadır. Sayısız Müzik adamı, Orhan Kemal, har dalda kültür, sanat
adamları, tiyatrocular onur vericidir.
İşte soylu bir aileden gelen insan ilişkilerinde uzman karizmatik müdürümüz bu
kültür değirmenin bir kıyısında, çoğu kez tam ortasında Ceyhan Lisesinin
idarecisidir. Sekiz yıllık döneminin ve yetiştirdiği öğrenci kalitesinin
büyüklüğü ölçülemeyecek kadar derin ve anlamlıdır.
Böylesi büyük bir müdürün ise, oldukça büyük bir sorunu vardır ki; anlamakta
zorlanmakta, saldırmaktan kaçınmakta, sevmekten de çekinmekte olduğu bir ördek
yavrusu. Kim diye sormayacaksınız sanırım anlamışsınızdır o da ben. Ben işte,
basbayağı bendim. Anlaşılmaz, çok hareketli, diri. Güzel arkadaşlıkları olan,
keman çalan, yazdığı şiirler gazetelerde basılan Kültür dergilerinde de
basılmış olan. İlkokulu üç, Ortaokulu iki v e liseyi bir başka ilçede
okumuştum. Sekiz ayrı yerleşim yerinde arkadaş çevresi kurmuştum. Çevre
değiştirmek kadar insanı suça iten büyük bir nedensellik yoktur.
-2-
İlk
kavgamızdan başlayalım isterseniz. Okul duvarlarına reklam ifadesi taşıyan bir
afiş asmak yasaktır. Bunu müdür defalarca dile getirmiştir. Ben de kendisini
hiç belli etmeden çok seven bir öğrencisi hayranı olarak duvarda afiş görmek
istemeyen biriydim. Bir Cuma günü duvarda bir tiyatro afişi gördüm.
Arkadaşlarımda tepkiliydi. Müdür de izinliydi. Dönmüştü ama ben okulda yok
sanıyordum. Afişi epey arkadaşlarımla tartıştıktan sonra bir öfkeyle yırtım
attım. Müdür yok diye, muavinlerin durumu kötüye kullandıklarını düşünmüştüm.
Üç yerden afişleri yırttım. Bu büyük cesaret isteyen bir işti anlarsınız ya.
Afişten müdürün haberi vardı. Güçlükle kendini ikna etmişlerdi. Beni haklı
görüyor ama kendisine sormadan yırtmama kızıyordu. Kendisinden geçmişti. Bir
kaplan gibi üzerime atıldığında, yumruklarımı havaya kaldırdım. Beni iki tane
müdür yardımcısı güçlükle zapt ediyordu. Sayısız yumruk yedim. Müdürü, bana
saldırısından alıkoymak istiyorlardı. Ancak çok zarif ve kibar bir müdür
yardımcısı İsmet Kuzum içeri girdi. Rica minnet aralamaya çalıştı, müdür geri
çekildi. Ben yan odaya alındım. Ağız dolusu küfürler edip bağırıp,
çağırıyordum. Güçlükle yatıştırdılar. Bir barış yaptırdılar elini öpmedim ama o
yüzümü öptü. Ayakta oluşuma ve yaralı olmayışıma sevindi. Akşam beni yemeğe
alıkoydu. Hanımı ve kızları çok iyi davrandılar. Bana ‘’benim oğlum yok. Budan
sonra sen benim oğlumsun, ‘’ Diyen hanımı beni çok mültefit etti.
Barışmıştık ama içimde bir intikam alma duygusu yılan gibi kıvrıla-kıvrıla
dolaşıyor. Beni sürekli dürtüyordu. Bir yıl geçmişti. Müdürün bana çok iyi
davrandığı, kimi köşelerde kıskançlık nedeni olmaya başlamıştı. Şiirlerimi
öğretmenlerim seviyorlardı. Arkadaşlarım göğüslerinde şiirlerimi saklayıp
edebiyat derslerinde okuyorlardı.
Kadirliden arkadaşım Ali Taştan beni çok etkiledi.
‘’Sen Müdür konuşurken çıkıp gidebilir misin? dedi. Düşünmeden gidebileceği mi
söylemiştim.’’Bana kırma av tüfeğini hediye edeceğini söylüyordu. Sonra buna
bir de ayakkabı el yapımı kadirli kundurası en iyisinden ek olarak söz verdi.
İkide kefil gösterdi. Biz Ceyhanlılar düşünmeden söz verirsek; bu yeterliydi.
Sonradan yanlış olduğunu anlasak bile yapardık. Bu gençlik geleneğimizdi.
Ceyhan’da toplumsal olaylar çok hızlı başlardı. Çoğu kez de hızla yatışırdı.
Müdür o gün kendisi İstiklal marşını söyletecekti. Çok ta güzel söyletirdi.
Büyük bir sessizlik sağlar. Yüksek bir isteklendirme oluştururdu. Günün modası
ayakkabıların tabanına demir parçaları çaktırıyorduk. Ali Taştan beni iki sefer
dürttü. İstiklal marşının ikinci kıtası okunurken yürümeye başladım. Bir heykel
gibi yürüdüm. Bir ara Müdürle göz göze geldik Gözlerini başka yöne çevirdi.
Geçtim, konferans salonuna oturdum. Herkes derse girince ben de girdim. Bir ses
çıkmadı. Bu konu unutuldu gitti.
Ben Birgün Müdür bu konuyu açar beni iyi bir döver diye çok bekledi isem de ses
çıkmadı. Fransızca öğretmenimiz Aysel Kazancığil Pass-Partu adlı bir Fransızca
öğrenci dergisini bize önermiş, ben de abone olmuştum. Adana’da bölgesel bir
kurguda Fransızca küçük bir öykü yazma yarışmasına katıldım. Sevgili
öğretmenimiz benimle özel olarak ilgilenmiş bir kaç kez deneme sınavı yapmıştı.
İki ay sonra dünya çapında ilk yirmi beş kişiye katılınca, okulda çok ünlendim.
Sevenlerim geometrik olarak arttı. Kıskanıp sevmeyenler bile seviyor
görünüyorlardı. Müdür yardımcılarının odasında oturup onlarla söyleşi yapmaya
başlamıştım. Müdür de aramızdaki görünmez uzaklığı azaltmış, hal hatır soruyor
özel olarak ilgileniyordu benimle.
-3-
Birgün
arkadaşımla mezbahana parkında buluşup balık tutmuştuk. Bana
Gazi Eğitim bölümünü kazanıp kazanmadığımı sordu. Ben de kazandığımı ‘’ertesi
gün okuldan evraklarımı alacağımı’’ söyledim. ‘’Benim durumumu da soralım.’’
dedi. Öğleyin balıkları tuttuk. Müdürümüzü çarşıda gördük. Şişko Nazım’ın
dükkânındaydı. Bir ufak rakı aldı. Çerez aldı. Üç porsiyon da lahmacun
yaptırdı. Payton çağırdı. Paytona bindi, Liseye yöneldi. Arkadaşım ‘’atla’’
dedi. Paytonun arkasına küçük çocuklar gibi atladık. Paytoncu kırbaçla bize
vuruyordu. Sesimizi çıkarmadık. Okulun önünde payton durdu. Biz durmadan
atlamıştık. Müdür bizi gördü. Poşetleri elimize verdi.
Bize ne yaptığımız tatili nasıl geçirdiğimizi sordu. Yüksek okulu kazanınca söz
verdiğim gibi küçük bir kurbağayı canlı yuttuğumu anlattım. Arkadaşım iki
dersten kalmıştı.
Müdür çok üzüldüğünü söyledi. Arkadaşım İstanbul’da iş bulmuş çalışıyordu.
Sınava bir daha girmesi olanaksızdı. Müdür ona yöneldi.
‘’Osman sen de kurbağayı canlı yutabilir misin? Bak arkadaşına yutturmuşsun
şimdi o ölürse yalnız gitmesin.’’ Dedi. Arkadaşım güldü, şaşırdı. İsteksizdi.
‘’Osman şu kurbağayı canlı yut. İki dersten seni geçireceğim.’’ Dedi. Osman
bana baktı. Ne diyeceğini bilemiyordu. Osman’a moral kazandırmak için büyüğünü
aldım yuttum. Osman kıpkırmızı oldu, o da yuttu. Müdürümüz açtı sahifeyi 2 ve
üç olan notları yedi ve sekiz olarak düzeltti. Önüne de ‘’sehven yazılmıştır
.’’deyip kaşesini vurdu. Kâğıdı bana verdi. İki muavine imzalattım. Geri
döndüğümüzde Ankara bileti ücreti olarak gidiş dönüş kırk TL. Bana elli TL.
Osman’a verdi.
‘’Size iki soru soracağım doğru söylerseniz, bir ödül var. Yalan söylerseniz
bir dayak var. Mezuniyet dayağı.’’ dedi.
‘’Osman köfte yaparken bulunan ölü köpeği köfte yapımında kullandınız mı? Sen
de İstiklal marşında neden yürüyüp gittin hem de gözüme baka-baka. Seni bir
dürtükleyen vardı, akıl verenin kimdi? Osman gülümsedi, bir kahkaha attı.
‘’Hocam evet o köpeği biz kesmiştik. Trende köfteleri kapıştılar. Çok
beğenilince devam ettik ve yakalandık. Ama arkadaşımın haberi yoktu. Suçu
bilmeyerek üzerine aldı. Ondan şimdi özür diliyorum.’’ Dedi. Bunun üzerine sağ
yanağına da bir tokat indirdim. Müdürümüzden sol yanağıma da ben bir tokat
yedim. Gözlerimden yaşlar boşanmıştı. Halen orada dişlerim sallanır. Bir tokat
sol yanağına vurdum. Siz şimdi gidin, işinize gücünüze bakın. Burada olanları
da burada unutun.’’
Osman iki saat yalvarıp kendisini affettirdi. PTT’ye memur oldu.
Müdür bize her bayramda üniversite bitene kadar harçlık verdi.
Orada olanları da unuttuk.
MUSTAFA SÖYLEMEZ