Haftanın Hikayesi – Kıskançlık / Yuri Oleşa
“…Yolunuz bildik yoldur, sakindir – sıradan şehir yoludur, size bir mucize, bir seyirlik sunmaz.”
Çevirmen: Sabri Gürses, Kırmızı Kedi Yayınları, s.28-30
Sokak aynalarını çok seviyorum. Yolun kenarında beklenmedik bir şekilde ortaya çıkıyorlar. Yolunuz bildik yoldur, sakindir – sıradan şehir yoludur, size bir mucize, bir seyirlik sunmaz. Hiçbir şey beklemeden yürürsünüz, başınızı kaldırırsınız ve birden, bir anda, her şey aydınlığa kavuşur: Dünyada, dünyanın kurallarında hiç görülmemiş değişimler yaşanmıştır.
Optik, geometri yıkılmıştır, yürüyüşünüzün, hareketlerinizin, nereye gidiyorsanız oraya gitme isteğinizin doğallığı yıkılmıştır. Ensenizle gördüğünüzü düşünmeye başlarsınız – hatta şaşkın bir halde gelip geçenlere gülümsersiniz, bu üstünlüğünüzden dolayı mahcup olmuşsunuzdur.
“Ah…” diye sessiz sessiz iç çekersiniz.
Az önce gözünüzden gizlenmiş olan tramvay, tekrar önünüze gelir, turtayı kesen bir bıçak gibi bulvarın kenarını keser. Birinin kolunda asılı olan, mavi bir kurdeleden sarkan saman şapka (o kadını az önce görmüştünüz, dikkatinizi çekmişti, ama bakmaya fırsat bulamamıştınız), size doğru gelir, gözlerinizin önünden geçer.
Uzaklar önünüzde açılır. Her şey inandırıcıdır; bu ev, duvar, ama bize bir üstünlük verilmiş. Bu ev değil! Siz bir sırrı ortaya çıkardınız: Burada duvar yok, gizemli bir dünya var, sizin az önce gördüğünüz her şey yineleniyor burada – ve üstelik öylesine üçboyutlu ve renkli bir şekilde yineleniyor ki, böylesi ancak dürbünün ters tarafınndan bakınca olur.
Gece. Çalışıyor. Kanepede oturuyorum. Aramızda bir lamba var. Abajur (benim bakış açımdan) onun yüzünün üst kısmını gizliyor, o kısım yok. Abajurun altında yüzünün alt yarı küresi asılı duruyor. Bütün olarak boyalı bir kil kumbaraya benziyor.
“Benim gençliğim bu çağın gençliğiyle çakıştı,” diyorum. Dinlemiyor. Bana karşı olan kayıtsızlığı incitici.
“Sık sık bu asrı düşünüyorum. Şanlı asrımızı. Ve bu ikisinin, asrın gençliğiyle birinin gençliğinin çakışması, ne harika, değil mi?”
Kulakları uyağa tepki veriyor. Uyak – ciddi bir insana gülünç geliyor.
“Asrın – insanın!” diye yineliyor. (Ama ona az önce iki sözcük duyup yineIediğini söyleseniz, inanmaz.)
“Avrupa’da yetenekli insana şan şöhret elde etmesi için büyük olanak sağlanıyor. Orada başkasının şan şöhretini severler. Rica ederim, dikkat çekici bir şey yap ve seni şan yoluna çıkarsınlar… Bizde bireysel başarı elde etmek için bir yol yok. Doğru değil mi?”
Sanki, kendi kendimle konuşuyorum. Birtakım sözcükler, sesler dile getiriyorum. Ve benim şakımam onu rahatsız etmiyor. “Ülkemizde şan yolu parmaklıklarla sınırlanmış… Yetenekli insan ya sönüp gidecek ya da büyük bir skandal koparıp parmaklığı devirmenin yolunu bulacak. Örneğin, ben tartışmak istiyorum. Kişiliğimin gücünü göstermek istiyorum. Kendi şanımı istiyorum. Bizde insana ilgi göstermekten korkuluyor, ben aşırı ilgi istiyorum. Küçük bir Fransız kasabasında doğmak, hayallerle büyümek, kendime yüksek bir hedef koymak ve harikulade bir gün kasabadan çıkıp yürüyerek başkente gitmek, orada fanatik bir şekilde çalışarak hedefime ulaşmak isterdim. Ama Batı’da doğmadım. Şimdi bana şöyle diyorlar: Sen, yani en harikulade kişilik, bir hiçsin sadece. Ben de zaman içinde, karşı çıkabileceğim bu hakikate alışmaya başlıyorum. Hatta şöyle düşünüyorum: Yani, müzisyen, yazar, komutan olarak, Niagara Şelalesi’nin üzerinden bir halatın tepesinde geçerek ün kazanabilirim işte… Bunlar şan şöhret elde etmek için mubah yollar, burada kişilik kendini göstermek için acı çekiyor… Ama bir düşünün, bizde ne zaman bir amaca yönelmişlikten, yararlılıktan bahsedilecek olsa, insandan nesne ve olaylara yönelik ciddi, gerçekçi bir yaklaşım beklenecek olsa, hemen bir hemen bir onay alıp aptalca olduğu besbelli bir şey yaratması, dâhiyane bir rezalet çıkarması ve sonra da, ‘İşte siz öylesiniz, ben de böyleyim,’ demesi bekleniyor. Sokağa çıkması, seninle bir şey yapması ve etrafı şöyle bir selamlaması bekleniyor: ‘Yaşadım, ne istersem yaptım.'”
Hiçbir şey duymuyor.
“Hatta kalkıp kendi işini bitirmen bekleniyor. Nedensizce kendini öldürmen. Rezalet çıksın diye. Herkesin hayatına son verme hakkının olduğunu göstermek için. Şimdi bile. Sizin eşiğe kendinizi asmanız.
“En iyisi Varvara Meydanı’na, şimdi Hogina denen yere asın kendinizi. Yüksek Halk Ekonomisi Sovyeti’nin eşiğine asmalı insan kendini. Orada kocaman bir kemer var. Görmüş müydünüz? Orada oldukça etkili olur.”
Yuri Oleşa