Kardeş Yarası | Gülçin Yağmur Akbulut
Pelin ev arkadaşı Beyza’yı kapıda karşılayarak, pek de dostane olmayan bir tavırla kalacağı odayı gösterdi. Daha bavullarını yerleştirme fırsatını bulmadan bir bir uyması gereken kuralları sıralayıp duruyordu. Bakışlarından öfkeli söylemler akıyordu. Sanki bütün insanlara karşı bitmeyen bir düşmanlığı vardı.
Aynı evde yaşamalarına rağmen ayrı sofralarda yemek yer, birbirleriyle zorunlu olmadıkça konuşmazlardı. Paylaştıkları tek şey evin üstündeki çatıydı. Pelin eczacılık fakültesi son sınıfta okuyordu. Beyza ise edebiyat fakültesi birinci sınıf öğrencisiydi. Ne çok isterdi hayal meyal hatırladığı ablasının yerini doldurmasını. Kırmızı Başlıklı Kız masalını anımsadı birden. Masaldaki üvey anneden de kötü birisiydi oysa Pelin.
Vakit öğleni geçiyordu. Pelin yılların alacaklısı gibi Beyza’nın odasına girerek başının altındaki yastığı hızlıca çekmişti. Ne olup bittiğini anlamaya çalışan Beyza, yeryüzünün üzerine devrildiğini hissediyordu. Belki çok gece aç kalmış, yokluğun her türlü tadını almış olsa da haram mala asla el uzatmamıştı. Ve şimdi evini paylaştığı insan onu hırsızlıkla suçluyordu.
Ne söylese, ne yapsa nafile… Pelin Beyza’yı dinlemiyor, akla gelmeyecek hakaretlerde bulunuyordu. Beyza’nın dolaplarını karıştırıyor, ceplerini arıyordu. Altın bilekliğine ait herhangi bir işaret bulamayan Pelin, Beyza’ya evden ayrılması için bir hafta süre vermişti.
Hırsızlıkla suçlandığına mı yansın, ev arayıp da bulamadığına mı yansın, bilmiyordu. İki gündür derslerine girmiyor; o sokak senin, bu sokak benim ev arıyordu. Gazete ilanlarına bakıyor, internette deki duyuruları takip ediyordu. Kiminin kirası çok fazla, kimi bekâra ev vermiyordu. Aldığı burs parası karnını doyurmaya ucu ucuna yetiyordu. Yol parası, kitap parası, okul harcı derken elde avuçta bir şey kalmıyordu. Ne yapıp ne edip sığınacak bir yer bulmalıydı. Bu vakitten sonra Pelin’le aynı evde kalamazdı. Düşünürken bile gözleri doluyor, yaralı bir yüreğin acısıyla çırpınıyordu. Hiçbir kelime dilini böylesine parçalayıp kanatmıyordu. Hırsız…
En çok ablasını özlüyordu Beyza. Henüz dünyaya gözlerini açmamışken kaybettiği babasını, ardından iki yaşındayken yitirdiği annesini. Çünkü onlara sarılmamış, onları doyasıya koklayamamıştı. Ama ablası öyle miydi? Beyza beş yaşına gelinceye kadar yurtta beraber büyümüşlerdi. Sekiz yaşındaki ablasını evlatlık alan bir aile, Beyza’yı vakitsiz biçilmiş bir buğday tarlası gibi çorak bırakmışlardı. Ablasından kendisine kalan siyah beyaz fotoğrafa bakarken şahbaz nehirler akıyordu kirpiklerinden. Kim bilir şimdi nerelerdeydi? Beyza’nın özlediği gibi oda kardeşini özlüyor muydu?
Saat sabahın yedisiydi. Beyza derse yetişmek için hızlıca hazırlanıp dışarıya çıktı. Daha fazla devamsızlık yapamazdı. Okulunu uzatmak istemiyordu. Ardından Pelin’in seslendiğini duydu. “Sana verdiğim süre dolmak üzere, evimi en kısa zamanda boşaltmanı istiyorum. Senin gibi yankesici biriyle aynı çatı altında kalmaya tahammül edemiyorum. “Hıçkırıkların düğümü yığılıp kalmıştı Beyza’nın gözlerine. Arkasına dönüp bakmadan sözcüklerini dilinin altına kilitleyerek sessizce çıktı evden.
Okula gitmek için montunu giyinen Pelin, kapının eşiğinde sırtı dönük bir fotoğraf gördü. Dikkat etmeden eline aldığı fotoğrafın kendisine ait olduğunu düşündü, kitaplardan birinin arasına koydu, kendi kendine söylenerek evden çıktı.
İlk dersi Farmakoloji olan Pelin ders kitabını açar açmaz eski ve siyah beyaz bir fotoğrafla karşılaştı. Bu fotoğrafı cüzdanından hiç çıkarmazdı oysa. Telaşla cüzdanı aramaya koyulan Pelin bütün ayazları şakaklarında hissetti. Aynı fotoğraf cüzdanındaydı. Yıllardır gökkuşağını bekleyen bir yağmur gibi süzülmeye başladı gökyüzünden. Ağlayarak sınıftan dışarıya çıktı. Bu fotoğraftan sadece iki tane vardı. Biri kendisindeydi, diğeri de küçük kız kardeşi Sevil’de. Demek ki Beyza, yüreğinin arka sokağında beklediği küçük kız kardeşiydi. Heyecanla edebiyat fakültesinin önüne gelen Pelin, kız kardeşinin dersten çıkmasını beklemeye başladı. Yanına yaklaşan arkadaşı Filiz’i fark etmemişti. Aynı fakültedeydiler. Filiz, altın bir bileklik uzatarak “Okulun kantininde düşürmüşsün. Kantinci biz masadan kalkarken düşürdüğünü görmüş. Arkamızdan koşmuş ama yetişememiş. Bu gün sabah kahvaltı yapmak için gidince ulaştırmam için bana verdi. “ diyerek bilekliği uzatıp oradan uzaklaştı. Olduğu yerde dizlerinin üstüne çöken Sena’nın yanağındaki derin yara izi, daha da derinleşti.
..
Çıngı Edebiyat Dergisi Kasım Aralık 2021
…