İntihar Süsü Verilmiş Balon Balığı Cinayetleri / Erhan Sertbaş
Ben deniz canlılarını pek tanımam. Ürkerim denizden. Belki de bu korku yüzünden her gün kenarına gidip onunla yüzleşmeye çalışıyorum.
Bu günlerde hava da güzelse eğer deniz kenarında onlarca amatör balıkçı görmek mümkün. Yaz aylarının, güneşlenen, denizle oynaşan kalabalığı yerini çoğunlukla boşa olta sallayan amatör balıkçılara bıraktı. Onları izlemek keyifli. Hatta bu günlük yürüyüşleri yaptığım ilk yıl hiçbir balıkçının bir şeyler yakaladığına tanık olmamıştım. Ama bu günlerde hemen hepsi şanslı… Bir balık yakaladıklarında önce yüzlerine sonra tavırlarına dağılan bir sevinç ve heyecan var. Bazı balıklarda ise sevinç yerini kızgınlığa ve uluorta küfürlere bırakıyor. İnsan yakaladığı balığı sevmez mi? Bazılarını sevmezmiş.
Son günlerde kumsalda yaptığım yürüyüşlerde çok miktarda balık ölüsüyle karşılaştım.Sanki topluca karaya çıkıp intihar etmişler gibi, yan yana serilmişler kumların üzerine. Bir anlam vermemiştim, ama artık biliyorum. Onları sevmeyen birileri var.
Biraz ötemde üç çocuk ve bir babadan oluşan bir avcı ailesi var. Baba avcı ucuna bir parça tavuk eti taktığı oltasını hızla denize doğru savuruyor ve birkaç değişik hızla denizden çekiyor. Sayısız olta fırlatma ve yem tazelemekten sonra çektiği misinanın ucunda boyları bir avucun uzun kenarı kadar iki balık çıka geldi bilmedikleri bir evrene.
En büyükleri olduğunu sandığım on yaşlarındaki erkek çocuk kızgın ve bıkkın bir ifadeyle oltaya yaklaştı ve balıkları iğneden kurtarıp sahilin daha da içerilerine doğru fırlattı. Balıklar önce çırpınmaya ardından bir balon gibi şişip avcıyı korkutmaya çalıştı ama nafile. Burası denizin bittiği yer. Dünyanın en vahşi yaratığının ini.
Bir dakika kadar çırpınan balıkları izledim. Hiçbir canlının zevk adına öldürülmesine onay veremem, vermem de. Yerimden kalktım ve önce bana en yakın olan balon balığını avucuma aldım. O biraz çırpındı, ben onu biraz sevdim ve denize, geldiği yere doğru fırlattım. Sonra diğerini de onun yanına gönderdim. Sait Faik o balığı öpmekte çok haklıymış. Şimdi daha iyi anladım onu.
Hissettiğim şey balıkların hayatta kalma kararını verebilecek kadar onlardan daha güçlü olduğum ama yaşıyor olduğumuz için her iki tarafın da birbirine eşit olduğuydu. Yaşam bizi eşitliyordu. Yaşamla ilgili kararı veren bir daha vardı sahilde; avcı. Ve bu avcı ölüm kararını verirken bir an bile düşünmemişti. Bu balık yenmiyorsa öldürülmeliydi. İşin garip tarafı yaşam kararını veren ben ve ölüm kararını veren avcı da bir şekilde eşitliğin iki ucunda duruyorduk.
Avcı bir gün beni de avlar mı? Öldürmeye değer görüyorsa neden olmasın. Avcı ile av arasında gidip gelen -cı eki her zaman hayatta kalandır ve bu ek her zaman eşitliği bozar.