Haftanın Filmi | Sibirya Ekspresi (Transsiberian)
Filmin Orijinal Adı: Transsiberian
Yönetmen: Brad Anderson
Yıl: 2008
Yer : Rusya
Karakterler: Grinko (Ben Kingsley) : Rusyada narkotik büroda görev yapan bir dedektif.
Jessie (Emily Mortimer) – Roy (Woody Harrelson) çifti: Evliliklerinde sorunları olan ama birbirini seven Amerikalı çift. Jessie evlenince uslanmış kötü kız, Roy ise temiz kalpli saf koca. Carlos (Eduardo Noriega) – Abby (Kate Mara) çifti: Çin’de öğretmen olduklarını söyleyen, sürekli yolculuk eden genç sevgililer.
Başlangıç sahnesi: Uyuşturucu ağının alt kademe adamlarından birinin Vladivostok’ta öldürülmüş bir halde bulunması ve ortadan kaybolan mallar ile yüklü bir paranın bıraktığı sorular..
Hikâye: Pekin-Moskova hattındaki Sibirya Ekspresinde yolculuk eden Jessie-Roy çiftinin, kompartıman arkadaşları Carlos-Abby çifti yüzünden içine düştükleri uyuşturucu ağı ile başlayan psikolojik gerilim.
Kiliselerinin gerçekleştirdiği “kardeş şehir” organizasyonu ile Shanghai’daki çocuklara yardım etmek amacıyla bulunan Jessie ve Roy çifti artık görevlerini tamamlamış ve Amerika’ya evlerine döneceklerdir. Çok pahalı olan uçak yolculuğu yerine 6 gün süren tren yolculuğu ile dönmeye karar verirler. Lokomotiflere özel bir ilgisi bulunan Roy için cennete düşmek gibi bir şey olacaktır bu yolculuk ve böylece “Sibirya Ekspresi” adı verilen tur ile Pekinden Moskova’ya gitmek üzere kompartımanlarına yerleşirler. Yine daha ucuz olması sebebiyle iki değil dört kişilik kompartımanlardan seçmişlerdir ve bir istasyon sonra birlikte kalacakları kompartıman arkadaşları belli olur.
Carlos ve Abby çifti, Roy ve Jessie’nin aksine çok fazla yolculuk yapan, Japonya’da öğretmenlik yapan genç sevgililerdir. Abby çok sessiz ve huzursuz, Carlos ise neşeli ve kışkırtıcıdır. Jessie ile Carlos arasından daha ilk dakikadan itibaren huzursuz edici bir gerginlik başlar. Jessie evlenene kadar tam anlamıyla bir “kötü kız” iken evlenmesiyle birlikte uslanmıştır. Carlos da sanki Jessie’nin eski kötü kız halini sürekli uyandırmak ister gibi bir havayla kışkırtmaktadır.
Bağlantı: Çin-Rusya sınırında Zabaikalsk istasyonunda lokomotif ve vagonlar değiştirilir. Çünkü Çindeki tren yollarının ray genişliği ile Rusya’daki tren yollarının ray genişliği birbirinden farklıdır. Çinliler, Rusların saldırma ihtimaline karşı rayları dar döşemişler. Rus ölçüsü 1.70 civarındadır ve Çin ölçüsünden 7 cm daha geniştir. Bu yüzden sınırlarda sürekli değişimler gerekmektedir.
Irkutsk istasyonuna kadar havadaki tekinsiz gerginlik devam etse de yolculuk sorunsuz devam eder. Carlos’un Jessie’ye bir çanta dolusu matruşka göstermesi dışında olağandışı hiçbir şey olmaz. Fakat Irkutsk’taki molada eski lokomotifleri görüp kendinden geçen ve onları incelemeye dalan Roy treni kaçırır. Bu yüzden bir sonraki istasyon olan Ulyanovsk’ta inip Royu beklemeye karar veren Jessie’yi yalnız bırakmamak için Carlos ve Abby de ona eşlik ederler. Hemen istasyonun yanındaki bir otele yerleşirler.
Bu noktada psikolojik gerilim başlar.
Royu bekleyen üç kişinin bir gün içerisinde bütün hayatları değişir. Tek başına kaçmayı planlayan Abby, bir anda Carlosu öldüren Jessie ile kaos biranda filmi ele geçirir. Roy ise hiçbir şeyden habersiz bir sonraki trenle neşeli neşeli gelir. Jessie hiçbir şeyi kimseye söylemeden saklayarak olaylardan kurtulacağını sanır. Ama çantasında uyuşturucu dolu matruşkaların varlığı bizim Amerikalı çifti bir anda uyuşturucu ağının içine sokar!
Filmde, Narkotikten dedektif Elia Grinko ve meslektaşı Kolzak Yushenkov’un da olaya dahil olmasıyla kimin av kimin avcı olduğunun sürekli birbirine karıştığı bir gerilim ile ilerler.
Yönetmen Brad Anderson’u kuşkusuz hepimiz Makinist filminden tanırız. Makinist filminden sonra kendisine Hollywoodun bütün kapıları ardına kadar açılmışken Anderson bağımsız kalmaya devam etmiş, nadir yönetmenlerden biridir. Litvanya’da gerçekleştirdiği çekimlerin tamamlanması bu yüzden 3 yıl sürmüş olsa da bağımsız kalmanın ödülü olarak filmine istediği gibi Dostoyevski ruhunu yerleştirebilmiştir.
Eğer bu film Hollywood stüdyolarında çekilmiş olsaydı kuşkusuz Hitchcock gerilimine sıcak bakılsa da Dostoyevski ruhu asla kullanılamazdı. Çünkü Hollywood, filmin aksiyonuna ve temposuna bakacaktı. İçerisine psikolojik temaların yerleştirilmesi adına temponun düşürülmesine engel olacaktı. Oysaki Anderson bu konuda öyle başarılı ki bir psikolojik gerilimde olması gereken her şey yerli yerinde.
Karlarla kaplı bir ortam, rayların üzerinde klostrofobik bir ortam, yabancı yer gibi Hitchcockun en belirgin gerilim unsurlarını başarıyla kullanıyor. Mekan kullanımı gerçekten de öyle başarılı ki filmin büyük bölümü kaplıyor. Mekânlarda, hatta en klostrofobik anları genellikle daracık tren kompartımanlarında, koridorlarında, tuvaletlerinde geçiyor.
Uslanmış kötü kızın her an hortlayacağı beklentisi, zaman zaman saflığıyla tehlikeli hale gelen Roy karakteri ile birlikte psikolojik gerilimi tetikler.
Yönetmenin karakterlerin karşılaşacağı tehlikeleri seyirciye önceden vermesi, yani bizi de tehlikeli sırlara ortak etmesi içimizdeki tekin huzursuzluğu daima besliyor. Tehlikenin dışarıdan gelip özünde saf ve temiz olan insanın hayatını karıştırması gibi klasik Dostoyevski temalarının yedirilmesi sayesinde, ortaya bence çok başarılı bir film çıkıyor.
Özellikle Jessie’nin Abby’ye gidip paraların yerini söylemesi vicdan azabının doruk yaptığı noktadır. Abby’nin hak etmediği halde çok fazla acı çektiğini ve bedel ödediğini düşünen Jessie, Carlos’u öldürmüş olmasının da verdiği vicdan azabıyla bu itirafı yaparak kefaretini ödemiştir.
Her zaman trende geçen bir öyküyü çekmek istediğini belirten Anderson, bu filmi için 20 yıl önce Bowdoin Üniveristesi’nde antropoloji ve Rus dili eğitimi aldıktan sonra yaptığı bir tren yolculuğundan ilham almış.
İyi seyirler…
…