Dolar 34,4910
Euro 36,3975
Altın 2.965,97
BİST 9.261,52
Adana Adıyaman Afyon Ağrı Aksaray Amasya Ankara Antalya Ardahan Artvin Aydın Balıkesir Bartın Batman Bayburt Bilecik Bingöl Bitlis Bolu Burdur Bursa Çanakkale Çankırı Çorum Denizli Diyarbakır Düzce Edirne Elazığ Erzincan Erzurum Eskişehir Gaziantep Giresun Gümüşhane Hakkari Hatay Iğdır Isparta İstanbul İzmir K.Maraş Karabük Karaman Kars Kastamonu Kayseri Kırıkkale Kırklareli Kırşehir Kilis Kocaeli Konya Kütahya Malatya Manisa Mardin Mersin Muğla Muş Nevşehir Niğde Ordu Osmaniye Rize Sakarya Samsun Siirt Sinop Sivas Şanlıurfa Şırnak Tekirdağ Tokat Trabzon Tunceli Uşak Van Yalova Yozgat Zonguldak
Hatay 19 °C
Çok Bulutlu

Hatay’a Göç Müzesi Şart | Müslüm Kabadayı

05.08.2020
12.522
A+
A-
Hatay’a Göç Müzesi Şart | Müslüm Kabadayı

null
Bilimsel çalışmalar ilerledikçe, mevcut bilgilerimiz de değişiyor veya gelişiyor. Son yıllarda yapılan araştırmalar gösteriyor ki, Hominidlerden (insansı) Afrika dışına çıkan ilk örnek Erectus’tur. Gürcistan’ın Dmanisi bölgesinde bulunan ve 1.8 milyon yıl öncesine tarihlenen Homo Erectus kafatası fosilinden ve ayak-kol kemiklerinden anlaşılıyor ki, ayakları üzerinde dik duran bu ilk insansı, aynı zamanda mağarada yaşamayı ve ateşi bulmayı başaran ilk örnek. Bu nedenle “dik insan” anlamına gelen Homo Erectus adı verilen türün, Dünya’ya yayılmasındaki kavşağın, Doğu Akdeniz olduğu anlaşılıyor.

Modern insan olarak bilinen Sapiens’in Doğu Afrika’da ortaya çıktığı, tüm Afrika coğrafyasına 65 bin yılda yayıldığı biliniyor. Şu andaki verilere göre 135 bin yıl önce Afrika dışına göç etmeye başlayan Sapiens’in 135-115 bin yılları arasında Batılıların “Levant” olarak adlandırdığı Doğu Akdeniz’e yerleştiği biliniyor. İşte bugün Hatay’ın da içinde bulunduğu Doğu Akdeniz coğrafyasında modern insanın 135 bin yıllık göç tarihinin derin izleri bulunmaktadır. İşte bu izlerin arkeolojik buluntularının, antropolojik-etnolojik ve folklorik öğelerinin bir müzede toplanarak, modern insanın kültürel evriminin ortaya konması büyük önem arz etmektedir.
Samandağ’daki Barutlu Mağara’da 90 bin yıl öncesine ait insan fosilleri, bu insanların kullandıkları aletler bulunmuştur. Yine Keldağ’ın Akdeniz’le birleştiği bir koydaki Üçağızlı Mağara’da 40 bin yıl öncesinde et pişiren insanın aletleri, eşyaları gün yüzüne çıkarılmıştır. Antakya’da yeni yapılan Hatay Müzesi’nin girişinde bu mağara canlandırılarak burada yaşayan insanlarla ilgili buluntular ayrıntılı biçimde sergilenmektedir. Yüzlerce tümülüsün yer aldığı Amik’te (Atçana, Tel-Kurdu, Tel-Tainat, Tel-Cüdeyde) bulunan önemli yapıtların Hatay Müzesi ve Louvre Müzesi’nde sergilendiği bilinmektedir.

Neolotik çağdan günümüze kadar kuzey-güney, doğu-batı yönlerinde gerçekleşen göçlerin kavşağında kalan Hatay, gerek Amik Ovası’ndaki, gerekse Samandağ çevresindeki ve İskenderun Körfezi’ndeki verimli toprakları, doğal güzellikleri nedeniyle bugün de göç almaya devam etmektedir. Son yıllarda Suriye’den göçle ilin dokusunda olumsuz değişim görülse de, coğrafyanın ve paylaşımcı kültür atmosferinin etkisiyle bu en aza inmektedir. Bu da göstermektedir ki Hatay, coğrafyası ve kültürüyle göçmenlerin kısa sürede uyum sağladığı bir yerelliktir, aynı zamanda bir evrenselliktir. Bu karakteristik niteliği, Hataylıların göçtükleri başka kentlerde ve ülkelerde sıcak ilişkiler kurmalarına ve başarılı çalışmalar yapmalarına zemin oluşturmaktadır. Dolayısıyla ortak yaşama kültürünün verilerinin ortaya konacağı en önemli “Göç Müzesi” Hatay’da kurulmalıdır.
İşte Hatay coğrafyasında gerçekleşen tarihsel göçlerin hikayesini yeni kuşaklara anlatacak, böylece insanlığın 135 bin yıllık kültür evrimine ışık tutacak bir Göç Müzesinin Antakya veya İskenderun’da açılması çok önemlidir. Antakya’daki eski Arkeoloji Müzesi, aslında bu amaçla düzenlenebilirdi. 66 yıl Arkeoloji Müzesi olarak hizmet veren taş binanın, 6 yıl boş kaldıktan sonra “Şehir Müzesi” ya da “Etnografya Müzesi” olarak açılacağını öğrenmiş bulunuyoruz. Bu tarihi binanın kent merkezinde bulunması nedeniyle Göç Müzesi olarak düzenlenmesi çok yerinde ve anlamlı olurdu. Bunun gerçekleştirilme koşullarının araştırılmasını, mümkünse bu binada, değilse başka bir yapıda Hatay Göç Müzesi’nin faaliyete geçirilmesi, kültür turizmi açısından da Hatay’a katkı sağlayacaktır.

Müslüm Kabadayı
Ömrün Altmışında | Müslüm Kabadayı 1960 restorasyonunda doğduğumda Hatay Kışlak’ta Köyümüz yurtsever kafalarla koşuyormuş aydınlığa O dönemde bırakmış babam ocak söndüren kumarı Anam derdi, senin gözlerin verdirdi ona bu kararı Elimde kitapla çobanlık yapardım, Keldağlıydı suyum Bir kamyonla ilk kez Amanoslar’ı aştığımda altıydı yaşım Ve Misis tarlalarında çalışırken pamuk çalısı kadardı boyum On birimde Düldül Dağı’ndan sızan kanımdı Sabunçayı Düziçi İlköğretmen Okulu’nda bilgi çiçeklerimi suladı On altımda öğretmenlik hakkım için çıktım boykota MC’nin sürgün okuyla fırlatıldım Çanakkale Boğazı’na Büyük kavga suları dar boğazlardan süzüldüm On sekizimde Ankara’da DTCF’ye yazıldım Yirmi ikimde “Mamak Üniversitesi” zindanına atıldım Kaybettiğimde elli yedisindeydi ayağı kesik babam İğnenin deliğinden Hindistan’ı görürdü, şekere yenildi tamam Elim iş, aklım güç tuttuğundan beri yüklerim hep ağırlaştı 12 Eylül zulmüyle ülkem kararırken, vicdanlar sağırlaştı Gölbaşı’nda başladım teknik işe yirmi beşimde, işim çizim ölçüm Yirmi altımda “Yoğunluk Sanat Kitabı”nda yer aldı ilk öyküm Yirmi yedi yaşımda atandım çok istediğim öğretmenliğe Üç ay sonra gbt’yle atıldım teknik ressamlık mesleğime Acılar ve zordan süzüldü balım, özümü bağladım hilesiz alın terime Ülkemde ilk kez gbt’yi çöpe attırdım, mahkemede bir yaz tatilinde Trabzon’da tiyatroya giderek, şeytanın bacağını kırdık öğrencilerimle O yıl sevdalandım bir Laz kızına, kar teptim saatlerce ona kavuşmak için Meydanlarda keskinleştirdim sınıf bilincimi, karanlıkla savaşmak için Polatlı Tahtaköprü’de, yeni evli küçük kardeşimizi toprakladı elektrik Gök ekinimiz biçildiğinde harlanan acımızla hepimiz şekere kesildik Sürgün yediğimde Maçka deresine, kentli ve dağlı dostlar kazandım Kuzeyhaber, Hamsi ve Kıyı’da kalemi yüreğime batırıp yazandım Hayatın uzun sokaklarında yürüdüm, mücadele estetiğinden aldım haz Otuz ikimde baba oldum, kucağıma verildiğinde çonamız İlkyaz Esmer bakışlı gözünün ışığında, hiç sönmeyecek gibi duruyordu faz Otuz üçümde yerleştik, Asi’nin meltemiyle nefeslenen Antakya’ya Burada savaş açtım, sendika başkanlığımla olağanüstü kuşatmaya Otuz beşimde İnsancıl dergisi temsilciliğiyle şahlandırdık sanatı Eski ve yeni kuşak yoldaşça buluştuk, bozuldu paranın saltanatı Akrepler, ekmek teknemde kuyruk salladılar durmadan Yüreğim daralsa da aştım engelleri, beynimi burmadan Hiç yüksünmedim, eskiyeni yıkıp ileri olanı kurmaktan Otuz sekizimde Subaşılı öğrenci cıvıltısına karıştı sesim Kırkımda eşimden vurdular yüreğime, sandım kesildi nefesim Kırılsam da sardım yaralarımı, kopmadım hiç kızımdan Ne geldiyse başıma, sınıfa sınıf savaşımındaki hızımdan Aynı yıl gördüm emperyalizmin çöplüğünü New York’ta Yedi candık, uygarlıklar beşiği Antakya’yı çoğaltmakta Anamızı verdiğimizde toprağa kırk birimdeydim bahar yeli esiyordu Doğa dışımızda yeşerirken, anasızlık testere olup içimizi kesiyordu Damar damar işleyip toprağımızı, dişe diş dirençle çevirdim çarkımı “Hatay Bibliyografyası”na ekledim “Amik’ten Amanos’a Alkım”ı Kardeşleştik “Karadeniz Karşılaştırmalı Sözlük Denemesi”yle salkımı Amik dergisinde dostlarla harmanladık, yerelle evrenselin biderini Düşünmedik hiçbir zaman, halkamızı çoğaltan emeğin giderini Kırk ikimde komşu halkla sınırları kaldırdım, Şam’a giderek Ortak damarları buldum her adımda, Arvad Adası buna bir örnek Palmira’da onurlandım, Zenobya kafa tutarken Roma’ya Basitburnu’nda selam durdum, kadim dost Cebel-i Akra’ya Kırk bin yıllık aşka kavuştum, Aşkdeniz’den çıktığımda Üçağızlı Mağara’ya Bir kurda zengin Arap dilinin eşiğini adımladım, Besime öğretmenle Beyrut ve Amman ışıklandırdı Adonis’i, yanımdaki çevirmenle Kırk üçümde ikinci kez sevdalandım, Divriğili bir kıza Bir ömür sığdırdık, sönük Ankara’da koşarken bir yaza Kırk altımda “Yoğunluk”ta dirilttim yirmi yıl önceki sanat kitabını Kırk yedimde “Suriye Günlüğü”nde sordum düşmanlıkların hesabını Kırk dokuzumda “Hataylı İki Aşık”ta verdim ozanların imgelerinden Sevdanın harını, ayrılık ve ölümün soğukluğunu dilin belinden Her dönemin devinimi, ivme kattı yürek ve beynime Yıllar sonra onun için döndüm öğrencilik kentime Pişmanlık hiçbir zaman uğramadı gergefli semtime Harlamayı sürdürdüm partide, sendika ve dergilerde üretkenlik ateşimi İlkyaz’ımızla Avrupa’dan döndüğümüzde, burada yitirdim ikinci eşimi En verimli ellili yaşlarımda, sevdalım oldu bir Kürt kızı Çatışmalı ve fışkırmalı diyalektik, oya’ladı bilincimdeki hızı Her taşa vurulduğumda bilendim, hayatı yeniden kurmaya Marifet yüklendik yürekten, başladı Bağlaç dergimiz filize durmaya Hata ve yanlıştan arınmak için başvururum kendimi sorgulamaya Arka arkaya Aşkar abimi, Mustafa canımı, Sabahat ablamı aldı ölüm Elli üçümde “Salkım Saçak Keldağ”la fışkırdı, sularından ilk öyküm Art arda sökün etti kitaplı öykülerim “Közlü Yürekler”, “Dirilten Duyunçlar” “Çölüngelini”nde küllerinden doğdu Zenobya, “Kaplan Ali”yi sevdi dağlılar Elli üçümde Taksim’de Gezi Kitaplığına bağışladım kitaplarımızı Haziran direnişinde embriyolanan Diren’imiz, doldurdu kucaklarımızı Evin’imiz ikiledi kardeşliği, Devrim Stadyumu’nda katıldı İlkyaz’ın mezuniyetine Kuşakların atardamarlarını, ben’lerinde imgeleştirsinler dilerim genişleyen evrene Gezdim, sezdim, eylemledim ve yazdım, mutluyum yaptıklarımdan Altmışımda kronikliğimle koronaya yakalanmadım, umutluyum yarından Sevda’yla yarattık “Avrupa’nın Yüzleri”ni, memnunum can dostlarımdan Ömür bu, çizik-yazık-keşkeyle değil, insanlar yeniden (t)üreterek paylaşsın Bir gün toprağa düştüğümüzde, ışıklı çocuklarımız meşalemizi taşısın…
BİR YORUM YAZIN
ZİYARETÇİ YORUMLARI - 0 YORUM

Henüz yorum yapılmamış.