Harap olan hayallerim / Selahattin Yılmaz
Yer yer dökülmüş olsa da sıvaları, çatlamış duvarları, kırık penceresi ve yağmalanmış direğiyle bu küçük ev; Filistin’in en güzel eviydi. İçinde mutluluk vardı. Neşeliydik bu sarı evde savaşın çığlığından evvel!
Bahçemizde tomur tomur üzüm salkımları asılıydı. Çiçekler, sarmaşıklar; sokaklarda sarmaş dolaş âşıklar…
Pencereme dizdiğim karanfil saksıları, patlamış bomba kapsülleri de olsa; barış kokuyordu buram buram! Eskiden her sabah uyandığımda rengarenk salınan çiçeklerim, şimdi bükmüşler boyunlarını; küsmüşler insanlığa!
Onca yaşanılası nedene rağmen, yetmiyor biz insanlara bu koca dünya… Yazık! Barut kokusu, bomba sesi, çığlık çığlığa mermiler kusturuldukça kan akıyor derelerimiz. Yüreklerde korku, yanaklarda gözyaşı bitmiyor bu coğrafyada.
Tedirginliğimizi üzerimizden atıp uyuyabildiğimiz gecelerden birinde; bir tekmeyle açılıveren kapımızın eşiğinde “ Kalkın, bu bir baskındır!” diyerek oyuncak tüfeğini bize doğrultmuş, kaşları çatık vaziyette karşımızda duran küçük oğlumun, oyunları bile savaş ve kavga üzerineydi ne yazık ki!
Bir zamanlar ne de güzel ve huzurluydu hayat. Azıcık aş, ağrısız bir baş yetiyordu bize. Şimdi Allah’ın, herkesin gönlüne göre verdiği rızkı, kapma telaşında doyumsuz ve uyumsuz biçare kullar.
Savaşın kara bulutlarından önce şirin, tek katlı, iki göz; ama şimdilerde yıkıntı olan bu evde ben, kocam, kayınvalidem ve dört çocuğumla mutlu bir hayat sürerdik. Sabahları işe uğurladığım kocamı, akşam eve sağ salim dönebilecek mi diye pencerelerde beklemezdim o vakitler. Daha sonraları ben pencerede uyuklarken, kayınvalidem çoktan sokak başını tutmuş olurdu.
Evet, ben Filistinli bir anneyim… Burada yaşadım, bu küçük evde. Eskiden bana güven ve huzur veren, rehavet veren bu şirin evde… Hiç kimseye sırrımızı vermedi şu dört duvar. Acımız burada saklı, sancımız burada… Kavgamız burada saklı, aşkımız burada… Yıllarım, gençliğim, güzelliğim saklı burada. Gözyaşlarım saklı bu evde, umutlarım saklı. Anılarım, geçmişim… Şimdi bombaların dövdüğü bu viran ev, salmış mıdır ortalığa saklı yanımı? Vermiş midir haine sırlarımı?
Ah çaresizliğim ah! Ben nicedir böyle duygulanmamış; Böyle içlenmemiştim.
Çocuklarımı görüyorum bahçede! Koşturmaktalar. Kocam… Ah evimin direği… Kuyu başındaki tulumbadan yüzünü yıkar! Kayınvalidem önüne bir leğen almış, çamaşırları sıkar! Daha neler görecektim kim bilir! Az evvel bir bomba düşmeseydi yakınıma!
Ben Filistin yığınında bir anneyim. Filistin yangınında kalan… Filistin girdabında kocayan… Benim adım SihamEl Burgusi, bir Filistin evladı. Bir Filistin kadını; Filistin öksüzü… Ardımda umutlarımı, yarınlarımı, anılarımı bırakıp gittiğim bu ev, şimdi bir enkaz yığını; Şimdi bir harabe. Yaralı umutlarım kadar yıkıntı! Yaralı yarınlarım kadar yetim… Bir bilseniz ne kadar güzel anılarım var benim bu evde! Kocamın üçüncü eşi olarak girdiğim bu haneden çıktığımda son eşiydim. Buralardan göçe zorlandığımızda sol bacağını yitirmişti kocam, kahpe bir Filistin mermisiyle. Şimdi ise hayatta değil artık. Onu Filistin den ayrıldıktan dokuz ay sonra kaybettim.
Ve savaş artçı saldırılarla sürüyor bu topraklarda. Ne kazandık? Ne kazandılar? Neler aldık, neler bulduk bu hengâmede?
Ey siz savaşın uşakları! Ey siz ölümün uşakları! Ey siz Azrail cellatları! Yetmedi mi bu kadar kan? Yetmedi mi gözyaşı?
Evsiz barksız kalan aileler, yetim kalan çocuklar vicdanlarınıza merhamet serpmedi mi? Hala savaşçılarınız ürpermedi mi? Nereye kadar bu vahşet?
Ilıman iklimler yaşardık etrafımda koşturan çocuklarımla bu viran evde. Gökyüzünde ölüm yerine huzur yağardı her cemre vakti. Gebeydi sekizinci rengine gökkuşağı! Güllerimiz yediverenden öteydi savaş öncesi!
Annemin bana çocukluğumda anlattığı hayat bu değildi! Böylesi kan, kin, gözyaşı yoktu onun anlatımında. Korku yoktu, azap yoktu. Neşe, saadet, huzur vardı. Havada uçuşan kelebekler, ilkbaharda sarısarı papatyalar vardı. Evimiz en güvenli yerdi. Şimdi ne oldu böyle? Ne değişti? Annem mi yanılmıştı, yoksa insanlar gaflet içinde miydi?
Nerede o uçuşan kelebekler? Nerede o rengarenk çiçekler? Umutlarım nerede? Nerede kocam, anam, babam, yavrularım?.. Nerede bahçemizdeki su kuyusu? Nerede evimin çatısı?
Şimdi üşüyorum artık yok olan hayallerime. Üşüyorum kan ve barut kokusuna. Üşüyorum üçüncü oğlumun, günahsız bir şekilde vurulup kollarıma düşmesine… Üşüyorum yaz yalımında bile…
Şu toz toprak içinde çıplağım, korkağım, tedirginim artık. Mengenedeki bir yüreğin yorgunluğundayım. Çırpınan bir umut kırıntısının yorgunluğunda…
Evimin o eski görkemli şeklini düşündükçe, tebessüm eder yüzüm.
Harap olmuş anılarımın karşısında, yine kapladı içimi derinden bir hüzün.
Tank paletlerinin ezdiği patikler buldum. En küçük oğlumun patikleri, Yıkılmış bahçe duvarının dibinde…
O patiklerin içindeki ayaklar, kim bilir ne tarafa yürüyeceklerdi? Hangi inanç uğruna yol alacaklardı? Nereye koşacak, nerede duracaklardı? Bir bomba yangınında yitip gitmeseydi bu minik patiklerin sahibi…
Bana yadigâr kalan, bu ezik patikler şimdi.
NOT: Seyrek, anam evi edebiyat grubunca, 2013 yılında İzmir’de düzenlenen,
“ Kadın gözüyle ev” konulu öykü yarışmasında 1. Övgü ödülüne
Layık görülmüştür.