Haftanın Yazarı – Yaşar Kemal ile Bir Anı / Cemil Biçer
“Elinin dost sıcaklığını 40 yıl sonra hala yüreğimde saklıyorum.”
1975 yılı İstanbul Cağaloğlu’nda, Cem Yayınevi Kitap Kulübü Türk yazarların eserlerini ve Dünya Klasiklerini yayınlamıştı. Düzenlediği kampanya ile çok uygun ödeme koşulları ile senetsiz-sepetsiz her isteyene bu kitapları taksitle alma olanağı sağlamıştı. Düşünce “okuyan insan dürüsttür” ilkesine dayanıyordu. Buna rağmen istediği satış sınırına yaklaşamamıştı yayınevi. Kitapları alanlardan birçoğu “okuyan insan dürüsttür” ilkesinin yanlış olduğunu kanıtladığından, yayınevi kısa bir süre sonra battı.
Ben o yıllarda Pertevniyal Lisesi ikinci sınıfta okuyordum. Hem bir kitap kurdu olarak Cem Yayınevinin doğal üyesiydim; hem de okul kitaplık kolu başkanı olmam dolayısıyla yayınevi ile sıcak ilişkiler içinde idim. Haftanın belirli günlerinde yayınevine bağlı yazarlar ile imza ve söyleşi günleri düzenlenirdi. Protokole bağlı olarak başlayan bu imza günleri, bir kaç saat sonra yemeli içmeli dost-yoldaş sofrasına dönüşürdü. Ben de bu nezih sofranın kıyısında da olsa bulunma onurunu yaşamış şanslı öğrencilerdenim.
Bu güzel insanların konuk olduğu, GÜNEŞİN SOFRASIN da kimler yoktu ki. Aziz Nesin, Yaşar Kemal, Bekir Yıldız, Haldun Taner, Oktay Rıfat, Asım Bezirci…
Yazın Dünyasının çoğu yazar ve şairleri ile sohbet etme, sohbetlerini dinleme şansını sahip olmuşumdur. Kütüphanemin en değerli köşesidir bu kültür abidelerinin imzalı eserlerinin olduğu raflar…
Şimdi olduğu kadar gündemde değildi Kürt ve etnisite sorunu. Sohbetler daha çok sosyalizm ve Türkiye’de olası devrim üzerine yoğunlaşırdı. Ben hem etnisitemin habzesi gereği, hemde haddimi bildiğim için çoğunca dinlemede kalırdım.
Bir cumartesi günü yayınevine çok erkenden gittim. Yaşar Kemal çay ocağında kulüp çalışanları ile sohbet ediyor, ama ne sohbet… Davudi bir ses ile anlatıyor, bağırıyor! Sanırsınız ki tek kişilik tiyatro oynuyor. Türk köylüsünün, emekçisinin sorunlarını anlatıyor, dinleyenler büyük bir ciddiyetle dinliyor.
Yaşar usta, anlatımlarını küfürlerle süslerdi çok zaman. O küfürler repliği geldiğinde basıyorlardı kahkahayı. Ben de sessizce sokulur, sohbete dinleyici olarak kaynak yapmıştım. Konu doğrudan halkımızın dertleri, sorunları ile ilgiliydi. Bu tek kişilik monologa ses olsun diye bir soru yönelttim, Ustaya. Davudi sesiyle “adın nedir senin çocuk?” diye sordu.
O dönemde Cumhuriyet Gazetesinde, Güneydoğu bölgesi ile ilgili gezi röportajları yazıyordu. “Cemil efendim, Cemil BİÇER,” dedim. Sesim heyecandan titriyordu. Elini uzatıp “memnun oldum. Ben Kemal Sadık Gökçeli” dedi. Elinin dost sıcaklığını 40 yıl sonra hala yüreğimde saklıyorum…
Bir kaç öğrenci daha gelince, ustanın isteği ile okuma salonuna geçtik. Sohbet esnasında konuşma ‘ulusal’ soruna gelmişti.
Ben o yıllarda Kurtuluş Sosyalist Dergisi etrafında oluşan ‘Kurtuluş’ hareketi çizgisinde idim. Siyasetim gereği Kürt sorununa ilişkin önemli tespitler vardı ezberimde. Sözün bir yerinde ‘Kürt sorunu’ konusunda ahkam kesme ukalalığında bulununca Koca Çınar, “Kürt müsün sen yakışıklı?” dedi.“ Değilim, Çerkesim” dedim. “Çerkes” lafını duyunca gözlerinde çok belirgin sevecen bir tebessüm belirdi. Kalktı saçımı okşayıp; “sorunumuz Kürt, Türk, Çerkes, Laz sorunu değil dostlar, sorun Türkiye halklarının ortak sorunu. Tek çözümü var, o da sosyalist bir halk iktidarıdır,” diyerek noktayı koydu. Gelenler salonu doldurmuştu. Kitaplarını imzalamak için standındaki masasına yöneldi.
Az önce ajanslar ‘Yaşar Kemal öldü’ haberlerini geçiyorlardı. Ben penceremden sicim gibi yağan yağmuru seyrediyorum. “İnce Memed öldü diyorlar, ama bilmiyorlar ki Kahramanlar ölmez” diye fısıldadım.
Cemil Biçer