ALTIN
DOLAR
EURO
BIST
Adana Adıyaman Afyon Ağrı Aksaray Amasya Ankara Antalya Ardahan Artvin Aydın Balıkesir Bartın Batman Bayburt Bilecik Bingöl Bitlis Bolu Burdur Bursa Çanakkale Çankırı Çorum Denizli Diyarbakır Düzce Edirne Elazığ Erzincan Erzurum Eskişehir Gaziantep Giresun Gümüşhane Hakkari Hatay Iğdır Isparta İstanbul İzmir K.Maraş Karabük Karaman Kars Kastamonu Kayseri Kırıkkale Kırklareli Kırşehir Kilis Kocaeli Konya Kütahya Malatya Manisa Mardin Mersin Muğla Muş Nevşehir Niğde Ordu Osmaniye Rize Sakarya Samsun Siirt Sinop Sivas Şanlıurfa Şırnak Tekirdağ Tokat Trabzon Tunceli Uşak Van Yalova Yozgat Zonguldak
Hatay °C

Haftanın Yazarı | Ayşe Kulin kimdir?

01.11.2019
2.317
A+
A-
Haftanın Yazarı | Ayşe Kulin kimdir?

İşte Ayşe Kulin’in hayat hikayesi…

1941 yılında İstanbul‘da doğdu. Çerkez asıllı annesi Hatice Sitare, Osmanlı’nın son Maliye Nazırı Reşat Bey’in torununun kızıdır. Almanya’da inşaat mühendisliği okuyan babası Muhittin Kulin ise Devlet Su İşleri’i kuran ve kurumun başına atanan ilk kişidir. Ayşe Kulin doğduktan kısa bir süre sonra ailesi Ankara’ya taşındı.

“Çok güzel ve geniş bir aileye doğdum. Sevgi görerek, şımartılarak büyütüldüm. Babam beni doğduğumdan itibaren aile iç’nin arasını uzatarak Boşnakça ‘kedicik’ anlamına gelen ‘maço’ diye çağırırdı. Baba tarafım Boşnak, anne tarafım Çerkez. Bu yüzden her iki taraftaki büyüklerim uzun yaşadılar. Anneannemin annesi ve babasını da gördüm. Hayatımın en mutlu dönemi çocukluk yıllarımdır. Babama hep çok düşkündüm. Babamı çok özlerdim. Babam hep Anadolu’da bir yerlerde ya bir baraj yapıyor olurdu ya bir yol, ya elektrik getiriyor olurdu.”

“Çocukluğumda babam bana hep kartpostal yollardı ve takip ederdim nerede olduğunu. Çok düşkündüm babama. Annemle önemli bir sorun yaşamadık ama hep onun istediği gibi olmamı arzu ettiğinden, sık sık dalaşırdık. Hangi ana-kız dalaşmaz ki! Annem hayat doluydu. Çok hoş giyinirdi. Bir gün Ankara’da yolda tıkır tıkır yürüyor. İki arkadaşı geliyor karşıdan. “Nereye gidiyorsunuz kızlar?” diyor. “Terbiyesiz bir kadın öğle yemeğine çağırdı. Gittik evine kapı duvar,” diyorlar. “Aa, terbiyesiz kadın, yapılır mı böyle şey,” diyor. Birden bir fark ediyor, “Aaa, o benim,” diyor. Ama hayatı bunlarla doluydu. Bir gün de babamla Avrupa’dalar. Çok iri göğüsleri vardı annemin. Benim de öyledir. Ben de önden düğmeli hiç sevmezdim. çünkü siz farkına varmadan açılabiliyor. Annem de öyle bir şey giymiş. Babamla bir barda oturuyorlar. Barın arkasında da bir ayna var herhalde. Annem, “Ay Muhittin şu kadına baksana, terbiyesiz kadının bütün göğsü ortada,” diyor. Babam bir bakıyor ki annem, “O sensin Sitare,” diyor. Çok eğlenirdim annemle”

Yazlarını dedesinin İstanbul’daki evinde geçiren Ayşe Kulin, ilkokulu TED Koleji’nde okudu. Anneannesinin kızkardeşi, eniştesi ve annesi, yani üç kuşak o zamanki adı Amerikan Kız Koleji olan Robert Kolej’de eğitim aldığı için aile geleneği bozulmaz ve Ayşe Kulin’de aynı koleje gönderilir.

“Bu okul bize memleketi de tanıttı. Memleketin her yerinden gelen öğrenciler vardı. Bir görgü okuluydu aynı zamanda. Akşam herkes giyinirdi, saçı başı tertemiz gelirdi yemeğe. O zaman erkekler Robert Kolej’de okurdu. Oradan bize davet gelirdi. Topluca giderdik, erkeklerle utanıp sıkılmadan ezilip büzülmeden konuşmayı, flörtöz olmadan arkadaş olmayı öğrenirdik. Bunlar bize, biz farkına bile varmadan öğretilirdi. Yemekten sonra haftada iki, üç gece dans müziği çalardı. Bir saat kız kıza dans ederdik. Türkiye’de giyim anlamında hiçbir şeyin olmadığı yıllardı. Diplomat kızıysanız falan, dışarıdan bir şeyler gelirdi, ama bizler pazen eteğe talim ederdik. Dönecek etek ve açılacak. Altında jüponlar olur, kolalanırdı. Dans müzikği olarak rock’n roll çalardı. Erkeklerin olduğu partiler verilince hepimiz iyi dans ederdik.”

Amerikan Kız Koleji’ndeki yaramazlıkları nedeniyle sık sık ceza alan Ayşe Kulin’in yazma serüveni de işte tam da o yıllarda başladı.

“Yazmaya ortaokuldayken başladım. Yaşım icabı okuduğum Dickens ve Jane Austin romanları bende okuma, Nezihe Meriç’in öyküleri ise yazma tutkusunu geliştirdi. “Okuldayken tefrika romanım vardı, elle yazıyorum, kızlarla yatağa toplanıyor, okuyoruz. Arkası yarın gibiydi. Bir sene yazdım, sonra kaybettim o romanı. Genç bir kızı anlatıyordu. Aile baskısından kaçıyor, sevgilisiyle buluşmak için cinlikler tasarlıyor.

Demokrat Parti’in 1950 yılında iktidara gelişi Kulin Ailesi tarafından önceleri sevinçle karşılansa da, DSİ’nin başındaki babası Muhittin Kulin’in Demokrat Parti’yle ters düşmesi eve de yansır. Ayşe Kulin de 27 mayıs 1960 ihtilali öncesinde düzenlenen eylemlere katılır.

“Bahar bayramımızda spor müsabakaları yapılır, kral, kraliçe ve iki de prenses seçilir, madalyalar verilirdi. Benim seçildiğim sene 27 Mayıs İhtilali oldu, her şey iptal edildi. İhtilal dönemi ben hafta sonları Demokrat Parti karşıtı eylemlere katılıyordum. Çünkü demokratik olmadığına inandığımız bir yönetim vardı. Epey yürüdüm ve tartaklandım ben de.

Şimdi liselilerin politikaya karışmaması gerektiğini düşünüyorum. Zaman içinde ihtilalin iyi bir şey olmadığını da öğrendik. Ama ihtilal sabahı ben ve arkadaşım İffet tüm okulda koştuk üstümüzde pijamalarla. Suna Kili’ye gittik. Bizim politika hocamızdı, kapısını vurduk ‘İhtilal oldu,’ dedik sevinçten deliye dönmüştük. O da çok sevindi. Birkaç gün önce sınıfa girdiğinde liberalizmi anlatacaktı. Ama onun yerine ‘Liberalizm üstüne konuşamayacağım, kitabınızdan okuyun,’ demiş, gözünde iki damla yaşla çıkmıştı. Zamanla gördük ki bir ihtilal ötekine yol açıyor. Ama ben o zaman 17 yaşındaydım…”

Ayşe Kulin 1960 yazında Büyükada’da tanıştığı Mehmet Sarper ile annesinin karşı çıkmasına rağmen nikah masasına oturdu.

“Gençliğimi yaşayabildiğimi söyleyemem. Arnavutköy Amerikan Kız Koleji’ni bitirdiğim yaz evlendim. Dışarı çıkmaya, gezmeye, dansa çok düşkündüm. Dans edebilmek için evlendim diyebilirim. Genç bir eşim vardı, geziyorduk eğleniyorduk. Annem babam dünyanın en iyi anne babasıydı, ama beni çok sıkarlardı. Belki o kadar kısıtlanmasam 19 yaşımda evlenmezdim. Üniversite okumak üzere, eşimle Londra’ya gittim. Hemen Mete, bir yıl sonra da Ali doğdu. Arka arkaya doğan iki çocukla ne üniversiteyi bitirmek nasip oldu ne de gençliğimi yaşamak. O yüzden herkese mümkün olduğu kadar geç evlenmelerini tavsiye ediyorum. İlk evliliğime de karşı çıkmıştı annem. Keşke onu dinleseymişim dediğim anlar çok oldu.”

Mehmet Sarper ile olan evliliği 3 yılın ardından sonra eren Ayşe Kulin, 23 yaşında 2 çocuğu ile yaşam mücadelesine devam ederken 4 yıl sonra Eren Kemahlı ile ikinci evliliğini yaptı. 1980 yılına kadar devam eden bu evliliğinden 2 erkek çocuğu olan Ayşe Kulin, çalışma hayatına dergilere çeviri yaparak girdi. Bir otomobil dergisinin yazı işleri müdürlüğünü yaparken, 1977 yılından itibaren Cumhuriyet Gazetesi’nde yazıları yayınlanır. Ayşe Kulin 1984 yılında ise ilk öykü kitabı Güneşe Dön Yüzünü yayınladı. Çeşitli dergilerde editörlük, muhabirlik; televizyon, reklam ve sinema filmlerinde, sahne yapımcısı, sanat yönetmeni ve senaristlik yapan Ayşe Kulin’in üne kavuşmasını sağlayansa “Adı Aylin” adlı kitabı oldu. Kökleri Giritli Deli Mustafa Naili Paşa’ya kadar uzanan bir ailenin kızı olan Aylin Devrimel‘in gerçek yaşamının öyküsünü anlattığı kitap büyük ilgi gördü.

“Aylin, birlikte büyüdüğüm, aynı apartmanda komşu olduğum ve aynı okulda okuduğum bir arkadaşımdı. Üstelik benim amcamın eşi onun teyzesi oluyordu. Dolaysıyla hakkında hemen hemen herşeyi zaten biliyordum. Amerikan Silahlı Kuvvetleri’ne psikolog olarak katılmış ve albaylığa kadar terfi etmişti.

Ona mektup yazdım. Amerika’dan Amerikan ordusu üniformasıyla, Reagan ve Bush ile çekilmiş fotoğraflarını gönderdi. Mart’ta Amerika’ya onunla görüşmeye gidecektim, Şubat ayında Aylin vefat etti. Ben de elimdeki kadarını yazıp, fotoğraflarla gazeteye verdim. O kadar ilgi gördü ki kitabını yazmaya karar verdim.”

“Adı Aylin’ 1997’de yayınlandığında Ayşe Kulin’in çok geniş kitleler tarafından tanınmasını sağladı. Yalın, sade ve akıcı dili okuyucular tarafından büyük ilgi gören Kulin’in yazdığı her kitap olay olacak, hep çok satanlar listesinde yer alacaktı. 1998 yılında Geniş Zamanlar öykü kitabını, 1999’da Sevdalinka’yı, 2000 yılında ise yine biyografik roman olan ve Füreya Koral’ın hayatını anlattığı Füreya’yı yayınladı. 2001 yılında ise olağanüstü bir bürokrat olan Erzincan Valisi Recep Yazıcıoğlu’nun bir köprünün açılması için verdiği mücadeleyi anlattı.

“Erzincan’a gittiğimde, söz konusu köprünün yapılış macerasını duyup, Vali Yazıcıoğlu’nu da hasbelkader tanıdığım zaman bu romanı yazmaya karar verdim. İyi ki yazmışım, çünkü gelecek kuşaklara idealist, dürüst, zeki ve çalışkan bir bürokrat modeli verdiğime inanıyorum. Dilerim ona özenen nice kaymakamlarımız, valilerimiz, idarecilerimiz olur.”

Ayşe Kulin’in Köprü romanı, sonraki yıllarda televizyonda dizi olarak yayınlandı. Kulin, 2002 yılında kaleme aldığı Nefes Nefese romanında Dünya Savaşı sırasında yüzlerce Yahudi’yi soykırımdan kurtaran Türk diplomatlarının kahramanlıklarını anlattı.

“Biyografik romanlarımın çok tutulması benim değil okurun marifeti. Okur gerçek hayatları okumayı hatta izlemeyi seviyor. Okuduğu ya da izlediği kişiler, okunmaya veya izlenmeye değse de değmese de yapıyor bunu.”

Eserlerinde kendi hayatını, ailesinin yaşadıklarını da anlatmaya karar veren Ayşe Kulin, babasına 80.yaş günü armağanı olarak şiirlerden oluşan “Babama” adlı kitabını kaleme aldı.

”Tüm çocuklarına dünyanın Babalı çocuklar dilerim,

Doyasıya yaşayabilsinler diye

Çocukluklarını.

Doyasıya efelensinler diye

Komşu çocuklarına.

Değil mi ki

Benim babam senin baban döver

Eve gelince,

Varsın sapanla kırılsın camlar

Tırmansınlar elma dallarına

Gönüllerince.

Ayşe Kulin, kendi aile hikâyesini ise üç nesil öncesinden başlayarak yarı kurgusal olarak Veda ve Umut’ta kalema aldı. Veda’da Osmanlı İmparatorluğu’nun son günlerinde, işgal altındaki İstanbul’da bir konakta yaşananları anlatırken, çökmekte olan bir tarih ile yeni bir gelecek arayanlar arasında sıkışan Osmanlı aydınının da öyküsünü aktardı. Veda’nın devamı olarak yazdığı Umut’ta ise Cumhuriyet öncesini ve Cumhuriyetin ilk yıllarını kendi ailesinin yaşadıkları üzerinden anlattı.

“Ben anneannemin annesi olan Behice hanımı da, babası Maliye Nazırı Ahmet Reşat’ı da gördüm. Ahmet Reşat öldüğü zaman 8-9 yaşındaydım, Behice hanım öldüğünde de orta 3’üncü sınıftaydım. Çok net algılarım var. Bir çağ farkını onlara bakınca hissediyordunuz. Sanki her şey biraz daha yavaşlıyor, dil başka, kıyafetler başka, edalar başka. Yani başka bir dünyanın insanları… Şuraya uzaylılar inse adeta onlar gibiydiler. Her şeyleriyle Osmanlıydılar. Benim üstümde müthiş bir etki bıraktılar ve ben farkında olmadan her yazdığıma girip çıkıyorlar. Öykü yazmaya kalkıyorum oradalar; romanlarıma sızıyorlar; yani ben bunu bilinçli yapmıyordum. Bir yolunu bulup giriyorlar itiş kakış. Aslında ailemin kendisini değil, İstanbul’un işgal altında olduğu dönemi anlatmak istedim. Bunu anlatırken de bir aile kullanacaktım. O dönemi, o dönemde yaşananları, hem Kuvayı Milliyecileri hem padişahın tutanları… Ve gri renklerin de olabileceğini romanıma koymak istiyordum. Tesadüfen benim ailemin içinde hem padişahı tutanlar hem de Kuvayı Milliyeciler var. Bu malzemeyi niye kullanmayayım diye düşündüm.”

Kitapları 18 dile çevrilen Ayşe Kulin, Hayat ve Hüzün adlı kitaplarında ise kendi doğumundan babasını kaybettiği 1983’e kadar olan dönemde yaşadıklarını kaleme aldı.

“Hayat ve Hüzün’de yazdıklarım, babamın da var olduğu dünyada geçirdiğim kırk yılın, dürbünüme çarpan resimleridir; özelimde ve ülkemde 1941’den bu yana yaşadıklarımdan, gördüklerimden seçmelerimdir. Kitabıma, beni çok etkileyen, çok üzen, çok sevindiren, bende iz bırakan, belleğimde hep kalan anılarımı aldım. 1983’ten sonraki yıllarımın serüveni belki bir başka kitaba konu olur ama bu kitaplar, 1983 yılına kadar, Edip Cansever’e rahmetle selam olsun, “Ben Ayşe Kulin Nasılım?”a yanıtımdır.

Ayşe Kulin’in yazı yolculuğu Gizli Anların Yolcusu, Bora’nın Kitabı, Dönüş, Hayal ve geçen yıl son olarak Handan ile devam ediyor. Kulin, Handan ile vatanı kurtarmaya koşan, kadın haklarını savunan Halide Edip Adıvar’ın 1921’de yayınlanmış Türk Edebiyatında kadın psikolojisini anlatan ilk eseri olan Handan’ı sayfalarında buluşturuyor. Osmanlı’nın son dönemindeki kadın figürü ile maceralı ve aşk acıları ile dolu bir hayat yaşamış günümüzün Handan’ı arasında köprüler kuruyor, karşılaştırmalar yapıyor.

“Bora’nın Kitabı, bu serinin ilki olan GİZLİ ANLARIN YOLCUSU’ndan sonra bana eşcinsellerin reva gördüğü Homofobi Ödülüne meydan okuma arzumdan dolayı yazıldı. DÖNÜŞ erkek sesiyle yazdığım iki kitaptan sonra, kadın sesini özlemiş olmamın sonucuydu. Kocasını bir başka kadına kaptırmış bir kadının neler hissedeceğini biliyordum da, erkeğe kaptırmış bir kadının ne tepki vereceğinden haberim yoktu. Yazarken öğrenmiş oldum. Handan, bir arkadaşımın yalnız başına yaşayan bir kadına dair bir roman yazmamı arzu etmesiyle ortaya çıktı. Ben, yalnız yaşayan kahramanıma bir boyut daha katmak istedim ki bu Halide Edib’in “Handan”ıydı. Bir başka boyutu da, Gezi olaylarına ışık tutmasıdır. Romanlar yaşadığımız dönemlerin aynasıdır çünkü.Bu toprakların kadınının özgürleşebilmesi için, her kişinin en azından temel eğitim almış anaların, çağdaş eğitim almış babaların tornasından geçmesi gerekiyor. Belki fazla klişe ama, kafaların, tutumların değişmesi için bir kere daha çağdaş eğitim, bin kere daha yine çağdaş eğitim.”

Ayşe Kulin Premio Roma Ödülünü Kazandı

https://www.istekadinlar.com/kultur/ayse-kulin-kimdir-onu-ne-kadar-taniyoruz-h675.html

İLETİŞİM – istekadinlarmedya@gmail.com

İşte Ayşe Kulin’in hayat hikayesi…

1941 yılında İstanbul‘da doğdu. Çerkez asıllı annesi Hatice Sitare, Osmanlı’nın son Maliye Nazırı Reşat Bey’in torununun kızıdır. Almanya’da inşaat mühendisliği okuyan babası Muhittin Kulin ise Devlet Su İşleri’i kuran ve kurumun başına atanan ilk kişidir. Ayşe Kulin doğduktan kısa bir süre sonra ailesi Ankara’ya taşındı.

“Çok güzel ve geniş bir aileye doğdum. Sevgi görerek, şımartılarak büyütüldüm. Babam beni doğduğumdan itibaren aile iç’nin arasını uzatarak Boşnakça ‘kedicik’ anlamına gelen ‘maço’ diye çağırırdı. Baba tarafım Boşnak, anne tarafım Çerkez. Bu yüzden her iki taraftaki büyüklerim uzun yaşadılar. Anneannemin annesi ve babasını da gördüm. Hayatımın en mutlu dönemi çocukluk yıllarımdır. Babama hep çok düşkündüm. Babamı çok özlerdim. Babam hep Anadolu’da bir yerlerde ya bir baraj yapıyor olurdu ya bir yol, ya elektrik getiriyor olurdu.”

“Çocukluğumda babam bana hep kartpostal yollardı ve takip ederdim nerede olduğunu. Çok düşkündüm babama. Annemle önemli bir sorun yaşamadık ama hep onun istediği gibi olmamı arzu ettiğinden, sık sık dalaşırdık. Hangi ana-kız dalaşmaz ki! Annem hayat doluydu. Çok hoş giyinirdi. Bir gün Ankara’da yolda tıkır tıkır yürüyor. İki arkadaşı geliyor karşıdan. “Nereye gidiyorsunuz kızlar?” diyor. “Terbiyesiz bir kadın öğle yemeğine çağırdı. Gittik evine kapı duvar,” diyorlar. “Aa, terbiyesiz kadın, yapılır mı böyle şey,” diyor. Birden bir fark ediyor, “Aaa, o benim,” diyor. Ama hayatı bunlarla doluydu. Bir gün de babamla Avrupa’dalar. Çok iri göğüsleri vardı annemin. Benim de öyledir. Ben de önden düğmeli hiç sevmezdim. çünkü siz farkına varmadan açılabiliyor. Annem de öyle bir şey giymiş. Babamla bir barda oturuyorlar. Barın arkasında da bir ayna var herhalde. Annem, “Ay Muhittin şu kadına baksana, terbiyesiz kadının bütün göğsü ortada,” diyor. Babam bir bakıyor ki annem, “O sensin Sitare,” diyor. Çok eğlenirdim annemle”

Yazlarını dedesinin İstanbul’daki evinde geçiren Ayşe Kulin, ilkokulu TED Koleji’nde okudu. Anneannesinin kızkardeşi, eniştesi ve annesi, yani üç kuşak o zamanki adı Amerikan Kız Koleji olan Robert Kolej’de eğitim aldığı için aile geleneği bozulmaz ve Ayşe Kulin’de aynı koleje gönderilir.

“Bu okul bize memleketi de tanıttı. Memleketin her yerinden gelen öğrenciler vardı. Bir görgü okuluydu aynı zamanda. Akşam herkes giyinirdi, saçı başı tertemiz gelirdi yemeğe. O zaman erkekler Robert Kolej’de okurdu. Oradan bize davet gelirdi. Topluca giderdik, erkeklerle utanıp sıkılmadan ezilip büzülmeden konuşmayı, flörtöz olmadan arkadaş olmayı öğrenirdik. Bunlar bize, biz farkına bile varmadan öğretilirdi. Yemekten sonra haftada iki, üç gece dans müziği çalardı. Bir saat kız kıza dans ederdik. Türkiye’de giyim anlamında hiçbir şeyin olmadığı yıllardı. Diplomat kızıysanız falan, dışarıdan bir şeyler gelirdi, ama bizler pazen eteğe talim ederdik. Dönecek etek ve açılacak. Altında jüponlar olur, kolalanırdı. Dans müzikği olarak rock’n roll çalardı. Erkeklerin olduğu partiler verilince hepimiz iyi dans ederdik.”

Amerikan Kız Koleji’ndeki yaramazlıkları nedeniyle sık sık ceza alan Ayşe Kulin’in yazma serüveni de işte tam da o yıllarda başladı.

“Yazmaya ortaokuldayken başladım. Yaşım icabı okuduğum Dickens ve Jane Austin romanları bende okuma, Nezihe Meriç’in öyküleri ise yazma tutkusunu geliştirdi. “Okuldayken tefrika romanım vardı, elle yazıyorum, kızlarla yatağa toplanıyor, okuyoruz. Arkası yarın gibiydi. Bir sene yazdım, sonra kaybettim o romanı. Genç bir kızı anlatıyordu. Aile baskısından kaçıyor, sevgilisiyle buluşmak için cinlikler tasarlıyor.

Demokrat Parti’in 1950 yılında iktidara gelişi Kulin Ailesi tarafından önceleri sevinçle karşılansa da, DSİ’nin başındaki babası Muhittin Kulin’in Demokrat Parti’yle ters düşmesi eve de yansır. Ayşe Kulin de 27 mayıs 1960 ihtilali öncesinde düzenlenen eylemlere katılır.

“Bahar bayramımızda spor müsabakaları yapılır, kral, kraliçe ve iki de prenses seçilir, madalyalar verilirdi. Benim seçildiğim sene 27 Mayıs İhtilali oldu, her şey iptal edildi. İhtilal dönemi ben hafta sonları Demokrat Parti karşıtı eylemlere katılıyordum. Çünkü demokratik olmadığına inandığımız bir yönetim vardı. Epey yürüdüm ve tartaklandım ben de.

Şimdi liselilerin politikaya karışmaması gerektiğini düşünüyorum. Zaman içinde ihtilalin iyi bir şey olmadığını da öğrendik. Ama ihtilal sabahı ben ve arkadaşım İffet tüm okulda koştuk üstümüzde pijamalarla. Suna Kili’ye gittik. Bizim politika hocamızdı, kapısını vurduk ‘İhtilal oldu,’ dedik sevinçten deliye dönmüştük. O da çok sevindi. Birkaç gün önce sınıfa girdiğinde liberalizmi anlatacaktı. Ama onun yerine ‘Liberalizm üstüne konuşamayacağım, kitabınızdan okuyun,’ demiş, gözünde iki damla yaşla çıkmıştı. Zamanla gördük ki bir ihtilal ötekine yol açıyor. Ama ben o zaman 17 yaşındaydım…”

Ayşe Kulin 1960 yazında Büyükada’da tanıştığı Mehmet Sarper ile annesinin karşı çıkmasına rağmen nikah masasına oturdu.

“Gençliğimi yaşayabildiğimi söyleyemem. Arnavutköy Amerikan Kız Koleji’ni bitirdiğim yaz evlendim. Dışarı çıkmaya, gezmeye, dansa çok düşkündüm. Dans edebilmek için evlendim diyebilirim. Genç bir eşim vardı, geziyorduk eğleniyorduk. Annem babam dünyanın en iyi anne babasıydı, ama beni çok sıkarlardı. Belki o kadar kısıtlanmasam 19 yaşımda evlenmezdim. Üniversite okumak üzere, eşimle Londra’ya gittim. Hemen Mete, bir yıl sonra da Ali doğdu. Arka arkaya doğan iki çocukla ne üniversiteyi bitirmek nasip oldu ne de gençliğimi yaşamak. O yüzden herkese mümkün olduğu kadar geç evlenmelerini tavsiye ediyorum. İlk evliliğime de karşı çıkmıştı annem. Keşke onu dinleseymişim dediğim anlar çok oldu.”

Mehmet Sarper ile olan evliliği 3 yılın ardından sonra eren Ayşe Kulin, 23 yaşında 2 çocuğu ile yaşam mücadelesine devam ederken 4 yıl sonra Eren Kemahlı ile ikinci evliliğini yaptı. 1980 yılına kadar devam eden bu evliliğinden 2 erkek çocuğu olan Ayşe Kulin, çalışma hayatına dergilere çeviri yaparak girdi. Bir otomobil dergisinin yazı işleri müdürlüğünü yaparken, 1977 yılından itibaren Cumhuriyet Gazetesi’nde yazıları yayınlanır. Ayşe Kulin 1984 yılında ise ilk öykü kitabı Güneşe Dön Yüzünü yayınladı. Çeşitli dergilerde editörlük, muhabirlik; televizyon, reklam ve sinema filmlerinde, sahne yapımcısı, sanat yönetmeni ve senaristlik yapan Ayşe Kulin’in üne kavuşmasını sağlayansa “Adı Aylin” adlı kitabı oldu. Kökleri Giritli Deli Mustafa Naili Paşa’ya kadar uzanan bir ailenin kızı olan Aylin Devrimel‘in gerçek yaşamının öyküsünü anlattığı kitap büyük ilgi gördü.

“Aylin, birlikte büyüdüğüm, aynı apartmanda komşu olduğum ve aynı okulda okuduğum bir arkadaşımdı. Üstelik benim amcamın eşi onun teyzesi oluyordu. Dolaysıyla hakkında hemen hemen herşeyi zaten biliyordum. Amerikan Silahlı Kuvvetleri’ne psikolog olarak katılmış ve albaylığa kadar terfi etmişti.

Ona mektup yazdım. Amerika’dan Amerikan ordusu üniformasıyla, Reagan ve Bush ile çekilmiş fotoğraflarını gönderdi. Mart’ta Amerika’ya onunla görüşmeye gidecektim, Şubat ayında Aylin vefat etti. Ben de elimdeki kadarını yazıp, fotoğraflarla gazeteye verdim. O kadar ilgi gördü ki kitabını yazmaya karar verdim.”

“Adı Aylin’ 1997’de yayınlandığında Ayşe Kulin’in çok geniş kitleler tarafından tanınmasını sağladı. Yalın, sade ve akıcı dili okuyucular tarafından büyük ilgi gören Kulin’in yazdığı her kitap olay olacak, hep çok satanlar listesinde yer alacaktı. 1998 yılında Geniş Zamanlar öykü kitabını, 1999’da Sevdalinka’yı, 2000 yılında ise yine biyografik roman olan ve Füreya Koral’ın hayatını anlattığı Füreya’yı yayınladı. 2001 yılında ise olağanüstü bir bürokrat olan Erzincan Valisi Recep Yazıcıoğlu’nun bir köprünün açılması için verdiği mücadeleyi anlattı.

“Erzincan’a gittiğimde, söz konusu köprünün yapılış macerasını duyup, Vali Yazıcıoğlu’nu da hasbelkader tanıdığım zaman bu romanı yazmaya karar verdim. İyi ki yazmışım, çünkü gelecek kuşaklara idealist, dürüst, zeki ve çalışkan bir bürokrat modeli verdiğime inanıyorum. Dilerim ona özenen nice kaymakamlarımız, valilerimiz, idarecilerimiz olur.”

Ayşe Kulin’in Köprü romanı, sonraki yıllarda televizyonda dizi olarak yayınlandı. Kulin, 2002 yılında kaleme aldığı Nefes Nefese romanında Dünya Savaşı sırasında yüzlerce Yahudi’yi soykırımdan kurtaran Türk diplomatlarının kahramanlıklarını anlattı.

“Biyografik romanlarımın çok tutulması benim değil okurun marifeti. Okur gerçek hayatları okumayı hatta izlemeyi seviyor. Okuduğu ya da izlediği kişiler, okunmaya veya izlenmeye değse de değmese de yapıyor bunu.”

Eserlerinde kendi hayatını, ailesinin yaşadıklarını da anlatmaya karar veren Ayşe Kulin, babasına 80.yaş günü armağanı olarak şiirlerden oluşan “Babama” adlı kitabını kaleme aldı.

”Tüm çocuklarına dünyanın Babalı çocuklar dilerim,

Doyasıya yaşayabilsinler diye

Çocukluklarını.

Doyasıya efelensinler diye

Komşu çocuklarına.

Değil mi ki

Benim babam senin baban döver

Eve gelince,

Varsın sapanla kırılsın camlar

Tırmansınlar elma dallarına

Gönüllerince.

Ayşe Kulin, kendi aile hikâyesini ise üç nesil öncesinden başlayarak yarı kurgusal olarak Veda ve Umut’ta kalema aldı. Veda’da Osmanlı İmparatorluğu’nun son günlerinde, işgal altındaki İstanbul’da bir konakta yaşananları anlatırken, çökmekte olan bir tarih ile yeni bir gelecek arayanlar arasında sıkışan Osmanlı aydınının da öyküsünü aktardı. Veda’nın devamı olarak yazdığı Umut’ta ise Cumhuriyet öncesini ve Cumhuriyetin ilk yıllarını kendi ailesinin yaşadıkları üzerinden anlattı.

“Ben anneannemin annesi olan Behice hanımı da, babası Maliye Nazırı Ahmet Reşat’ı da gördüm. Ahmet Reşat öldüğü zaman 8-9 yaşındaydım, Behice hanım öldüğünde de orta 3’üncü sınıftaydım. Çok net algılarım var. Bir çağ farkını onlara bakınca hissediyordunuz. Sanki her şey biraz daha yavaşlıyor, dil başka, kıyafetler başka, edalar başka. Yani başka bir dünyanın insanları… Şuraya uzaylılar inse adeta onlar gibiydiler. Her şeyleriyle Osmanlıydılar. Benim üstümde müthiş bir etki bıraktılar ve ben farkında olmadan her yazdığıma girip çıkıyorlar. Öykü yazmaya kalkıyorum oradalar; romanlarıma sızıyorlar; yani ben bunu bilinçli yapmıyordum. Bir yolunu bulup giriyorlar itiş kakış. Aslında ailemin kendisini değil, İstanbul’un işgal altında olduğu dönemi anlatmak istedim. Bunu anlatırken de bir aile kullanacaktım. O dönemi, o dönemde yaşananları, hem Kuvayı Milliyecileri hem padişahın tutanları… Ve gri renklerin de olabileceğini romanıma koymak istiyordum. Tesadüfen benim ailemin içinde hem padişahı tutanlar hem de Kuvayı Milliyeciler var. Bu malzemeyi niye kullanmayayım diye düşündüm.”

Kitapları 18 dile çevrilen Ayşe Kulin, Hayat ve Hüzün adlı kitaplarında ise kendi doğumundan babasını kaybettiği 1983’e kadar olan dönemde yaşadıklarını kaleme aldı.

“Hayat ve Hüzün’de yazdıklarım, babamın da var olduğu dünyada geçirdiğim kırk yılın, dürbünüme çarpan resimleridir; özelimde ve ülkemde 1941’den bu yana yaşadıklarımdan, gördüklerimden seçmelerimdir. Kitabıma, beni çok etkileyen, çok üzen, çok sevindiren, bende iz bırakan, belleğimde hep kalan anılarımı aldım. 1983’ten sonraki yıllarımın serüveni belki bir başka kitaba konu olur ama bu kitaplar, 1983 yılına kadar, Edip Cansever’e rahmetle selam olsun, “Ben Ayşe Kulin Nasılım?”a yanıtımdır.

Ayşe Kulin’in yazı yolculuğu Gizli Anların Yolcusu, Bora’nın Kitabı, Dönüş, Hayal ve geçen yıl son olarak Handan ile devam ediyor. Kulin, Handan ile vatanı kurtarmaya koşan, kadın haklarını savunan Halide Edip Adıvar’ın 1921’de yayınlanmış Türk Edebiyatında kadın psikolojisini anlatan ilk eseri olan Handan’ı sayfalarında buluşturuyor. Osmanlı’nın son dönemindeki kadın figürü ile maceralı ve aşk acıları ile dolu bir hayat yaşamış günümüzün Handan’ı arasında köprüler kuruyor, karşılaştırmalar yapıyor.

“Bora’nın Kitabı, bu serinin ilki olan GİZLİ ANLARIN YOLCUSU’ndan sonra bana eşcinsellerin reva gördüğü Homofobi Ödülüne meydan okuma arzumdan dolayı yazıldı. DÖNÜŞ erkek sesiyle yazdığım iki kitaptan sonra, kadın sesini özlemiş olmamın sonucuydu. Kocasını bir başka kadına kaptırmış bir kadının neler hissedeceğini biliyordum da, erkeğe kaptırmış bir kadının ne tepki vereceğinden haberim yoktu. Yazarken öğrenmiş oldum. Handan, bir arkadaşımın yalnız başına yaşayan bir kadına dair bir roman yazmamı arzu etmesiyle ortaya çıktı. Ben, yalnız yaşayan kahramanıma bir boyut daha katmak istedim ki bu Halide Edib’in “Handan”ıydı. Bir başka boyutu da, Gezi olaylarına ışık tutmasıdır. Romanlar yaşadığımız dönemlerin aynasıdır çünkü.Bu toprakların kadınının özgürleşebilmesi için, her kişinin en azından temel eğitim almış anaların, çağdaş eğitim almış babaların tornasından geçmesi gerekiyor. Belki fazla klişe ama, kafaların, tutumların değişmesi için bir kere daha çağdaş eğitim, bin kere daha yine çağdaş eğitim.”

Ayşe Kulin Premio Roma Ödülünü Kazandı

https://www.istekadinlar.com/kultur/ayse-kulin-kimdir-onu-ne-kadar-taniyoruz-h675.html

İLETİŞİM – istekadinlarmedya@gmail.com

Administrator
Administrator
Editörden Yazı Atölyesi, Çağdaş Türk ve Dünya Edebiyatı’nı merkezine alan bir Websitesidir. Yazı Atölyesi’ni kurarken, okurlarımızı günümüzün nitelikli edebi eserleriyle tanıtmayı ve tanıştırmayı hedefledik. Yazarlarımız, Yazı Atölyesi’nde, edebiyat, sanat, tarih, resim, müzik vb. pek çok farklı alandan bizlere değer katacağını düşünüyoruz. Bu amaçla, sizlerden gelen, öykü, hikaye, şiir, makale, kitap değerlendirmeleri, tanıtımı ve film tanıtım yazıları, anı ve edebiyata ilişkin eleştiri yazılarla, eserlerinize yer veriyoruz. Böylelikle kitaplarınızla eserlerinizin yer aldığı Yazı Atölyesi’nde, dünya çağdaş edebiyatı ile sanatın pek çok farklı alanında değer katacağına inanıyoruz. Yazı Atölyesi kültür sanatın, hayatın pek çok alanını kapsayan nitelikli edebiyat içerikli haber sunar. Bu nedenle başka kaynaklardan alınan, toplanan, bir araya getirilen bilgileri ve içerikleri kaynak belirtilmeksizin yayına sunmaz. Türkçenin saygınlığını korumak amacıyla ayrıca Türk Dil Kurumu Sözlüğünde önerilen yazım kuralları doğrultusunda, yayınladığı yazılarda özellikle yazım ve imla kurallarına önem verilmektedir. Yazı Atölyesi, üyeleri ve kullanıcılarıyla birlikte interaktif bir ortamda haticepekoz@hotmail.com + yaziatolyesi2015@gmail.com mail üzerinden iletişim içinde olan, bu amaç doğrultusunda belirli yayın ilkesini benimsemiş, sosyal, bağımsız, edebiyat ağırlıklı bir dijital içerik platformudur. Katkılarınızdan dolayı teşekkür ederiz. http://yaziatolyesi.com/ Editör: Hatice Elveren Peköz Katkılarınızdan dolayı teşekkür ederiz. http://yaziatolyesi.com/ Editör: Hatice Elveren Peköz Email: yaziatolyesi2016@gmail.com haticepekoz@hotmail.com GSM: 0535 311 3782 -------*****-------
YAZARA AİT TÜM YAZILAR
BİR YORUM YAZIN
ZİYARETÇİ YORUMLARI - 0 YORUM

Henüz yorum yapılmamış.