Haftanın Hikayesi / Kırlangıç Çığlığı-Ahmet Ümit
İnsan her şeye alışır diyorlar ya, öyle değil aslında. Başka çaren olmadığı için katlanıyorsun ama alışmıyorsun.”
Çok erken tanışmışlar vahşetle…”
İstanbul sürprizlerle doludur. Bu park da öyleydi; beton yığınlarının ortasında bir vaha gibi ansızın çıkıvermişti karşıma. İronik olan, dar sokakların arasında renksiz, sıvasız binaların kıyısında kalmış bu güzelim parka bir ceset bırakılmış olmasıydı.
Benim emektarı Olay Yeri İnceleme’nin beyaz minibüsünün arkasına çektim. Kapıyı açar açmaz, cehennemî bir sıcağın içine düştüm. Asfalt, arabalar, kaldırım, kenardaki çöp kutusu, elektrik direği, demir çitler, parkın ahşap kapısı, her yer, her taraf cayır cayır yanıyordu. Çevik adımlarla kendimi parkın içine attım. İri gövdeli, uzun dallı, geniş yapraklı ağaçlar belki beni kurtarır diyordum, ama nafile. Gölgelerin de hiçbir faydası olmadı, güneşten kaçsam da vücudumun her gözeneğinden ter fışkırmaya devam ediyordu. Cebimden çıkardığım mendille alnımı, ensemi kurularken duydum sesi.
“Merhaba Başkomserim, hoş geldiniz…”
Birkaç adım önümde, genç bir çitlembik ağacının altında duruyordu yardımcım, sanki sıcaktan hiç etkilenmemiş gibi düzgün dişlerini göstererek sırıtıyordu kerata karşımda. Ben de gülümsemeye çalıştım.
“Merhaba Alicim, kolay gelsin… Nerede ceset?”
Elindeki cızırdayan telsizle, ağaçların ötesinde bir yeri işaret etti.
“Orada, çocukların oyun alanında.” Parkın en kuytu köşesini gösteriyordu, caddeye en uzak olan noktayı. “Yukarıdan taşımış olmalılar. Gece vakti kimsecikler yoktur orada.”
Bir yokuşun eteğine kurulan parkın hemen üstündeki dar yoldan söz ediyordu. Yaklaşırken sordum.
“Kim bulmuş?”
“İki çocuk… Sekiz dokuz yaşlarında.” Cızırdayan telsizi bu defa yandaki binayı gösterdi. “Şu okulda okuyorlar… Teneffüste kaçamak yapıp parka gelmişler kaydırakta oynamak için. Cesedi görünce basmışlar çığlığı.”
“Çok mu kötü görünüyor maktul?”
“Yok,” dedi yardımcım. “O kadar kötü değil aslında… Ama ceset sonuçta… Kum havuzunda bir ölü…”
Çocukların yüzlerindeki dehşet geldi gözlerimin önüne.
“Çok erken tanışmışlar vahşetle…”
Ne söylediğimi anlamamıştı yardımcım.
“Efendim Başkomserim? Ne dediniz?”
“Yok, yok bir şey Ali.” Yeniden parkın içine baktım. Bir ceviz ağacının gölgesine sığınmış, sıcaktan gözlerini açmaya üşenen biri simsiyah, öteki saman sarısı iki sokak köpeğinden başka canlı yoktu ortalıkta. “Peki, tanık filan… Var mı olayı gören kimse?”
Sanki bundan kendi sorumluymuş gibi bakışlarını kaçırdı.
“Hayır Başkomserim, kimse yok. Muhtemelen cinayet gece yarısı işlendi… O saatte kim olur ki parkta?”
“Araştırmakta fayda var Alicim. Belki ağaçların altında şarap içen akşamcılar filan vardır. Sen mahalleyi şöyle bir dolaş bakalım. Kahvelere, dükkânlara bir sor, dünden beri tuhaf bir olayla karşılaşmışlar mı? Ne bileyim, gece yarısı şüpheli birilerini görmüşler mi? Çığlık, bağırış çağırış, tuhaf bir ses duymuşlar mı?”
“Emredersiniz Başkomserim.”
Yardımcım, az önce girdiğim ahşap kapıya yönelirken arkasından seslendim.
“İşin bitince cinayet mahallinde buluşalım…”
Hiçbir yararı olmamasına rağmen yine de ağaçların gölgesinden yürüyerek, parkın en kuytu köşesine, devasa bir kestane ağacının arkasındaki çocuklara ayrılan bölüme yöneldim. Güneşin altında cayır cayır yanan salıncaklar, tahterevalliler, küçük çocukların kendilerince akrobasi yapması için kurulmuş ipten bir köprü ve narçiçeği renginde bir kaydırak… İşte o kaydırağın zemine ulaştığı yerdeydi ceset. Adam, küskün bir çocuk gibi öylece oturmuştu kumun üzerine. Kaydıraktan sert bir iniş yapmış da kimse yardım etmediği için kalkamayıp öylece kalmış gibi. Kuzguni siyah saçları dar alnını kapatmıştı. Başının arkasında düğümlenmiş kırmızı kadifeden bir göz bağı hemen dikkat çekiyordu. Alnı öne düştüğü için tam olarak yüzünü göremiyordum. Ensesinden giren kurşun ağzından çıkmış olmalıydı. Göğsünden süzülen kan, beyaz gömleğini kızıla boyayarak, sarı kumların üzerine dökülmüş, anbean siyaha dönüşen küçük bir birikinti oluşturmuştu.
“Maktul burada öldürülmüş olmalı.”
Kaynak: Everest Yayınları / Kırlangıç Çığlığı adlı kitabı, 1. Baskı