ALTIN
DOLAR
EURO
BIST
Adana Adıyaman Afyon Ağrı Aksaray Amasya Ankara Antalya Ardahan Artvin Aydın Balıkesir Bartın Batman Bayburt Bilecik Bingöl Bitlis Bolu Burdur Bursa Çanakkale Çankırı Çorum Denizli Diyarbakır Düzce Edirne Elazığ Erzincan Erzurum Eskişehir Gaziantep Giresun Gümüşhane Hakkari Hatay Iğdır Isparta İstanbul İzmir K.Maraş Karabük Karaman Kars Kastamonu Kayseri Kırıkkale Kırklareli Kırşehir Kilis Kocaeli Konya Kütahya Malatya Manisa Mardin Mersin Muğla Muş Nevşehir Niğde Ordu Osmaniye Rize Sakarya Samsun Siirt Sinop Sivas Şanlıurfa Şırnak Tekirdağ Tokat Trabzon Tunceli Uşak Van Yalova Yozgat Zonguldak
Hatay °C

Haftanın Hikayesi | Boz Bulanık | Necla Karataş

20.12.2019
28.905
A+
A-
Haftanın Hikayesi | Boz Bulanık | Necla Karataş

“Dibi yosun tutan denizlerle ilgilenme, sen dağları seyret… Yenik düşüyorsan özlemlerine aldırma, kalbindeki o uçsuz bucaksız sevgiyi hisset… Işıklar sönmüşse ve karanlıksa ona da aldırma, ay ışığını seyret… Sabret! Sabret ki her şey hissettiğin kadar derin ve sonsuz olsun… Sabret ki her şey gönlünce olsun. “ Mevlana

Yüzlerce sima geçip gidiyordu Asi Köprüsü’nün üzerinden. Bir şeylere, bir yerlere yetişmeye çalışıyorlardı. Hepsinin yüzünde telaşlı bir ifade vardı. Rüzgar, çılgınca esiyor, onları savuruyordu.

Karşıdan bir genç geliyordu. Gri bir hüzün dökülüyordu gözlerinden. Asi Köprüsü’nün korkuluğuna yaklaştı, korkuluğa biraz daha abandı. Sonra Sağ ayağını kaldırıp, ferforje korkuluğun üzerine koydu. Ve bulanık akan Asi’ ye baktı.

Şimdi istiyordu ki köprünün altından akan su dalgalansın, onu bir anda içine çekip, kimsenin bulamayacağı bir yere gömsün. Ve bunların hepsi, saniyenin milyonda biri kadar kısa bir zaman aralığında olsun. Genç adamın, gök mavisi gözlerindeki hüzün, buruk bir gülümsemeye dönüştü.

Sonra sol ayağını da korkuluğun öbür tarafına geçirdi. Hafiflediğini hissetti. Artık cevabını veremediği soruların içinde boğulmayacaktı. Bir anda boğulup boynundaki bütün urganlardan kurtulacaktı. Bütün yaşamı Asi Nehri’nin şu boz bulanık suyu gibi geçmişti.

Kendini tam Asi Nehri’ne bırakıyordu ki, o an sıcacık bir el, sıkı sıkı tuttu bileğini. O el, yirmi yaşlarında, genç bir kıza aitti, ona bir sarmaşık gibi sarıldı ama bir kız, bir erkeği ne kadar zapt edebilirdi ki? Genç adam, kızı nehre doğru çekiyordu. Kız erkeği Azrail’e vermemek için direniyor, erkek ise Azrail’i şiddetle istiyordu!

Onlar birbirleriyle güreşirken, köprüden geçen iki adam, genç adama, birden yapıştı ve çekip aldılar onu Azrail’in kucağından. Etraflarını bir sürü insan sardı.

Akdeniz’in köpükleri gibi beyaz tenli, Afrodit kadar güzel olan genç kız,  orman yeşili gözlerini, yerde oturan gencin gözlerine dikti.

“Canınıza nasıl kıyarsınız!”

Genç adam, kızın yüzüne ıslak ıslak bakarak:

“Güneş ışığı görmek istemiyorum artık!” diye haykırdı.

“Hiçbir acının ilacı ölüm değil ki… Kendinizi yok etmek, bir çare, bir kurtuluş mu?”

“Sevgi kelebekleri öldü yüreğimde…”

“Gel Gitlerin olmadığı bir hayat düşünebilir misiniz? Bütün sorunlar sabırla aşılır… Her yağmurdan sonra güneş doğar.”

Delikanlının gözleri uzaklara daldı.

Sevdiklerini tek tek kaybetmişti. Askerde şehit olan kardeşi hemen arkasından annesini de sürüklemişti. Kendi acısını içine gömüp, babasını teselli etmek için çırpınmıştı. Ama bir sabah uyandığında doğduğu evde o kadını gördü. Daha annesinin kırkı çıkmadan babası evlenmişti. Genç kadın, yaşlı kocasının sadece malını mülkünü değil, oğlunu da istiyordu.

Kendisi ile yaşıt olan üvey annesinin sınır tanımayan tacizlerinden her kaçışında bir iftira ile babasını karşısında buluyordu…

Evden ayrılmaya kalktığı gün üvey annesi, “Benimle birlikte olmak istedi…” diyerek jandarmaya yakalatmıştı. Aylarca süren hapishane kabusu. Hapishaneden sonra tecavüzcü damgası…

Polis, kalabalığı yarıp, gencin yanına geldi. Onu yerden kaldırıp, polis aracına bindirdi.

Kız, genç adama:

“Sizinle gelebilir miyim?” diye sordu.

Genç adam, başını yere eğdi. Kız, polis aracına bindi.

Gencin ifadesi alındıktan sonra, serbest bırakıldı. Genç adam, dışarıya çıktı.

Güneş batmıştı. Ama genç kız hala dışarıda onu bekliyordu. Onu yalnız bırakmaya  da hiç niyeti yoktu. Genç adam, yanına gelip, acı dolu bir ses tonuyla:

“Neden hala buradasınız? ”diye sordu.

Genç kız, bir bahar çiçeği gibi gülümseyerek,

“Sizi bekledim!” dedi. Ve sonra sokak lambalarının altında yan yana yürüdüler.

Genç kız, başını kaldırdı.

“İsminizi öğrenebilir miyim?”

“Görkem.”

“Ben de Fatma, Adanalıyım, Üniversiteden yeni mezun oldum.”

“Buralı olmadığınız belli oluyor.”

 “Çok seviyorum burayı.”

 Genç kız devam etti.

 “Siz ne iş yapıyorsunuz? Yoksa siz de mi öğrencisiniz?”

“Ben sınıf öğretmeniyim.”

“Basında sık sık çıkan binlerce öğretmenlerden misiniz?”

Gülümsedi Görkem.

“Aslında hayır. Yani bu konuda çok şanslıyım. Ben ilk kurada tayin edildim.”

“Ne güzel!”

Bir süre daha yürüdüler. Sonra Fatma birden sordu.

“Sizi böyle karamsar yapan nedeni anlatmayacak mısınız?”

Görkem yutkundu.

“Çocukluğum babamdan dayak yemekle geçti. Annem beni kurtarmaya çalıştıkça, o da dayak yerdi… Benden üç yaş küçük olan kardeşim demircilerin yanında çıraklık yapmıştı. Sonra askere gitmişti. Ekmek elden su gölden bir buçuk yıl dinlenirim ben artık diyerek sevinçle gitmişti ama altı ayı dolmadan şehit cenazesini evin önüne bıraktılar. Annem kardeşimin acısına dayanamadı. Babam, genç karısı ile yeni bir bahar yaşamaya çalışıyor. Bundan gerisi daha da iğrenç…”

 Fatma durup, karşısına geçti. Bir an göz göze geldiler.

 “Size bir tavsiyede bulunabilir miyim?”

“Ne?”

“Benim gibi yapın.”

“Siz ne yaptınız?”

“Format attım.”

“Format mı?”

“Evet. Geçmişe format attım.”

 Gülümsedi Görkem.

“Geçmişi unutmak kolay mı?”

“Zamanla her şeye alışıyor insan. Hangi acılar sonsuza kadar sürmüş ki?”

“Sorunlarım dağ gibi.”

“Bir tek sizin hayatınız mı sorunlu sanıyorsunuz?”

“Siz eve gecikmiyor musunuz?”

“Eve gitmiyorum ki.”

“Nereye gideceksiniz?”

“İki saat sonra garajda olmam gerek. Adana’ya dönüyorum. Eşyalarımı emanete bırakıp son kez Asi Nehri’nin kenarında dolaşmak istemiştim.”

“Ve aklını yemiş birisiyle karşılaştınız.”

 Gülüştüler.

Fatma, Görkem’in kafasındaki ölüm düşüncesini silmek ister gibi hiç susmadan konuşuyordu. Saatler ilerledikçe ses tonundaki telaş artıyordu.

Garaja geldiler. Artık ayrılma vaktiydi. Genç kız, biraz cilveyle; “Paran var mı?” diye sordu.

Görkem şaşkınlıkla dedi ki, “Var.”

“Ver!” dedi Fatma.

Görkem, bütün parasını çıkarıp, Fatma’nın avucuna bıraktı. Kız koşarak terminalde kayboldu. Görkem etrafına bakındı.

 Sırtına dokunan elle geriye döndü.

Fatma, elinde otobüs biletini sallıyordu.

“Seni böyle bırakamam.”

“Kalacak mısın?”

“Hayır ben kalamam. Evimi bugün boşaltmıştım zaten. Ama sen benimle geliyorsun.”

“Seninle mi geliyorum.”

“Allahtan yanımdaki koltuk satılmamış.”

Görkem, Fatma’nın gözlerinin derinliklerine baktı, yüreğinde tatlı bir ferahlık duyumsadı.

Fatma, Tanrı’nın Görkem için son anda yolladığı bir melek gibiydi. Görkem’in ölüme koştuğu Asi Nehri’nde hayat arkadaşı ile karşılaşmıştı. Asi Nehri ikisi için de hem geride hem çok uzaklarda kalmıştı ama anılarının baş köşesinde hep o tersine akan nehirdi.

                                                                                          Necle Karataş

Necla Karataş
BİR YORUM YAZIN
ZİYARETÇİ YORUMLARI - 0 YORUM

Henüz yorum yapılmamış.