Haftanın Filmi | L’avenir (2016) Mia Hansen Løve
Paris’te felsefe eğitim görevlisi olan Nathelie evli ve iki çocuk annesidir. Bir gün kocasının onu başka bir kadına tercih ettiğini öğrenir. Kendisine yeni bir özgürlük alanı kazanan Nathelie hayatını ve kendisini yeniden keşfetmeye başlar. Bu süreç, onu geçen günler üzerine ve gelecek günler için bir sorgulama, deneme yanılma ve hayal kırıklıklarıyla dolu serüvene zorlar. Bir kendini keşfetme filmi olan L’avenir’de belki de kendinizi bulacaksınız.
Elveda İlk Aşk (Un amour de jeunesse) ve Cennet (Eden) filmleri de bizde vizyona girmiş olan, bundan önceki en büyük başarısıysa 2009 tarihli Çocuklarımın Babası (La pére de mes enfants) olan genç Fransız kadın yönetmen Mia Hansen-Løve, 2016’da Berlin Film Festivali’nde Yönetmen ödülünü kazandığı Gelecek Günler (L’avenir) ile yeniden sinema salonlarımıza teşrif etti.
Isabelle Huppert gibi güçlü bir oyuncuyla çalıştığı bu filminde, Nathalie adlı bir felsefe öğretmeninin yaşamından birkaç yıllık bir kesite odaklanıyor Mia Hansen-Løve. Gençliğinin isyankar ve fevri günleri geride kalmış, öğrencilerini kendi başlarına düşünmeye sevk etmeyi hayattaki tek gayesi haline getirmiş, bununla yetinmeyi de öğrenmiş bir kadın Nathalie. Hiç yıkılmayacağına inandığı ailesi ve ruhsal problemleri yüzünden asla tam olarak kopamadığı annesi, hayatının tanımı haline gelmiş. Her biri elinden kayıp gittiğinde, ilk kez tamamen özgür kaldığında, hayatına nasıl yön vereceğini de kestiremiyor muhakkak.
Bu süreçte en yakınında, eski bir öğrencisi Fabien yer alıyor. Nathalie’nin hayatına yön verdiği insanlardan biri Fabien. Ama boynuz kulağı geçer misali, artık hocasının burjuva yaşamına ister istemez biraz yukardan bakıyor. Nathalie kendini ait hissedeceği bir yer bulmakta zorlanırken annesinin kedisine bakma yükümlülüğü, kedinin kaybolup gitmesinden, başına bir şey gelmesinden duyduğu büyük endişe de onun geçmişten tam olarak kopmasına engel oluyor.
Tıpkı Elveda İlk Aşk filminde olduğu gibi uzun bir girizgâhın ardından, ilk otuz dakikanın sonunda, sevdiği adamın terk edişiyle başlıyor bu kadının öyküsü de… Mia Hansen-Løve ne büyük laflar söylemenin ne de alışık olduğumuz türde kolaycı çözümler getirmenin derdinde. Bizi Nathalie’nin yolculuğuna dâhil ediyor sadece. Nathalie yeni bir aşkla, yeni heyecanlarla bambaşka birine dönüşmüyor. Hatta bazı şeylerin artık kendinden geçtiğini de fark ediyor. Ama korkularından ve onlarsız yapamayacağını düşündüğü her şeyden kurtuluyor bir bakıma. Ve hayat devam ediyor. Bu kadar basit…
“Tipik Fransız filmi” derler ya… Bunu bir küçümseme değil, bir övgü olarak kullanmanın tam yeri burası işte. Tüm dinamikleriyle tipik bir Fransız filmi karşımızdaki ve çok da iyi bir örneği… Bunda Isabelle Huppert gibi karakterini de içinde yer aldığı projenin temas etmeye çalıştığı duyguları da çok iyi anlayan, dev bir aktrisin de payı büyük muhakkak. Fakat asıl başarı, mekânlarının ve karakterlerinin arasında müthiş bir doğallıkla dolaşan kamerasıyla yönetmende. Büyük laflar etmeden, böylesine zarif ve olgun bir film kotarabilmek Mia Hansen-Løve’ın artık ustalar arasına ismini yazdırmaya başlayacağının göstergesi.
Kabul edelim, belki seyircinin zihninden senelerce çıkmayacak bir öykü anlatmıyor burada sinemacı. Hatta belki seyirci için hatırda kalacak hiçbir tarafı olmayacak Gelecek Günler’in… Ancak iyi bir yönetmenin filmografisindeki sağlam bir halka olarak, kendisini takip etmeye devam eden sinefiller tarafından uzun süre hatırlanacağına hiç şüphem yok.
Twitter: aliercivan