ALTIN
DOLAR
EURO
BIST
Adana Adıyaman Afyon Ağrı Aksaray Amasya Ankara Antalya Ardahan Artvin Aydın Balıkesir Bartın Batman Bayburt Bilecik Bingöl Bitlis Bolu Burdur Bursa Çanakkale Çankırı Çorum Denizli Diyarbakır Düzce Edirne Elazığ Erzincan Erzurum Eskişehir Gaziantep Giresun Gümüşhane Hakkari Hatay Iğdır Isparta İstanbul İzmir K.Maraş Karabük Karaman Kars Kastamonu Kayseri Kırıkkale Kırklareli Kırşehir Kilis Kocaeli Konya Kütahya Malatya Manisa Mardin Mersin Muğla Muş Nevşehir Niğde Ordu Osmaniye Rize Sakarya Samsun Siirt Sinop Sivas Şanlıurfa Şırnak Tekirdağ Tokat Trabzon Tunceli Uşak Van Yalova Yozgat Zonguldak
Hatay °C

Günün Hikayesi | Ciğerdeldi | Şükran Uçkaç Yargı Sazsızozan

07.12.2023
79
A+
A-
Günün Hikayesi | Ciğerdeldi | Şükran Uçkaç Yargı Sazsızozan

Gaz Lambası Kitabından…

Küçük kızın en sevdiği şey, annesinin ceviz konsolunun çekmecelerini karıştırmak ve ordaki dünyayı keşfetmekti. Dört çekmeceliydi, üzerinde de kocaman ceviz çerçeveli bir ayna vardı bu konsolun. Küçük kız yastıklara ya da açılır kapanır ceviz iskemleye basmazsa göremiyordu aynada kendisini. Koskocaman bir dünyaydı ceviz konsol küçük kız için. Gelelim ceviz konsolun çekmecelerinin içindeki dünyaya. Alttaki çekmecelerde giysi ve havlular olurdu hep mis gibi sabun kokan. En üst bölüm iki ayrı çekmecen oluşuyordu. Neler neler yoktu bu kilitli çekmecelerdeki kutularda. Pembe kapaklı bir kutuda eğri büğrü bir takım bitkiler vardı. Merakla sorardı küçük kız annesine:

-Bunlar ne anne?

-Onlar mı? Baharat onlar.

-Şunun adı ne?

– Bak bu çubuk olan tarçın, şu Hindistan cevizi muskat, şunlar karanfil, bunlar karabiber, şu da yedi türlü bahar bu da haşhaş.

Küçük kız hepsini tek tek inceler, koklar bazen de azıcık ağzına alıp tadına bakardı baharatların. Kokuları çok hoşuna giderdi, ne işe yaradıklarını merak ederdi.

Yusuf Dedesinin hacıdan getirdiği üzeri işli bir gümüş su bardağı vardı, hastalanınca annesi onunla su içirirdi. Metal yuvarlak, üst kapağı kaydırılınca iki delik açılan bir kutunun içinde de pamuğun bandırıldığı o çok fantastik ve değişik kokulu hacı yağı kokusu. Tabi en önemlisi de gözünün birini kapatıp diğer gözünle merceğinden bakarken altına basınca içindeki Kabe, Hacerül Esved, Mekke, Medine resimlerinin değişerek geçtiği küçük yeşil kutucuk, küçük kız buna günlerce defalarca bakar, sevdiği birisi gelince de çıkarır bakıtırdı.

Beyaz dantel gibi oygulu bir başka kutuda Nasiphan Halasının İstanbul’dan annesine getirdiği çok güzel kokan yüze sürülünce de insanın yüzünü süt rengi mermer gibi bembeyaz yapan bir kutu krem vardı. Küçük kız bu kremi yüzüne sürmeyi çok seviyordu çünkü kızın yüzündeki çilleri yok ediyordu sürünce bu krem. Ama annesi her zaman sürmesine izin vermiyordu yüzüne bu kremi:

-Bitirirsin sonra ha bu kremde burada yok, büyüyünce sürersin bu büyükler için, öteki çekmecede Havillant kremi var onu sür yüzüne, diyordu ama küçük kız Havillant kremin kokusunu hiç sevmiyordu.

Arkadaşları onu:

-Çilli çilli, diye kızdırdıklarında beyazlatan kremden kocaman bir kutu kremi olmasını isterdi hep devamlı sürünmek bütün çillerini kapatmak için küçük kız. Hem öyle güzel kokuyordu ki krem ama küçük kız da kremin bitmesinden çok kokuyordu, çoğu günler koklayıp bırakıyordu. Bazen dayısının kızı gelince de annesinin kıpkırmızı gelinlik rujunu sürüyorlardı konsolun çekmecesindeki beyaz kutudan çıkarıp. İkisi de dudaklarını kıpkırmızı boyuyorlar evcilik, misafircilik oynuyorlar sonra oyunları bitince siliyorlardı dudaklarını ama çıkmıyordu ruj yeterince, her seferinde de annesinden azar işitiyorlardı. Annesi onlara:

-Karıştırmayın konsolun çekmecesini, kapatın kilitleyin, bırakın onları büyüyünce sürersiniz diyordu. Ama küçük kız ve yeğeni ilk fırsatta yine yapıyorlardı bu çok sevdikleri işi. Küçük kız yeğeninin evine gidince de onun annesinin, mutfaktaki yeşil boyalı tel dolabın üst çekmecesindeki pespembe gelinlik rujunu sürüveriyorlardı dudaklarına. Yine uyarılıyorlar, yine sürmedik diyorlardı ısrarla pespembe dudaklarını büzerek. Sonra annesinin kenarları taşlarla süslü taraklı tokaları vardı, küçük kız bunlarla saçlarını topuz yapmayı ve toplamayı çok severdi, büyüyünce bile kullandı bu taraklı tokaları.

Başka bir kutuda önce kitap sandığı küçük bir Kur’anı kerim vardı kenarları yeşil tığ işi ile işlenmiş çanta şekli verilmiş pembe bir kılıfın içinde. Annesi onu çıkardıklarında üç kez öper ve alnına götürür:

-Sakın yere düşürme Kardeşin doğarsa salıncağının başına takacağız, derdi. Küçük kız kardeşinin doğmasını ve yaşamasını o kadar istiyordu ki. Hiç kardeşi yoktu, mahallede onun adı Bitekdi. Herkes özellikle Esme Nene:

-Bitek kız o onu dövmeyin, diye avaz avaz bağırırdı. Komşu kadınlar da hemen küçük kıza takılan çocukları paylardı..Kimse teline dokunmazdı pek dövmezdi kimse. Bir keresinde Çorum’a halasına gittiklerinde halasının komşusunun patlak patlak gözlü kızı Yıldız onu adamakıllı dövmüş, annesinin özenle tarayıp iki örgü örüp yaldızlı kelebekli tokalar taktığı saçlarını yolum yolu yolmuş bi güzel dövmüştü. Küçük kız akşama kadar ağlamış:

– Eve gidekkk, benim Bitek olduğumu kimse bilmiyor burda, beni dövüyorlar, diye tutturmuş, ağlayıp durmuş doktora diş tedavisi için gelen annesini bunaltmıştı. Halası ve eniştesi çok gülmüştü küçük kızın bu sözlerine. Onlar da adı yerine Bitek demeye başladılar küçük kıza.

Bir de kalınca bir ipe dizilmiş; renk renk boncuklar, kurşun, iğde dalı, yılanbaşı, sümüklüböcek kabukları olan ilginç bir boncuk dizgesi vardı. Annesi o dizge boncuklar için de:

-Kardeşinin beşiğine takacağız diyordu. Küçük kız hamaylı da denen o küçük Kur’anı Kerime ve boncuk dizgesine gözü gibi bakardı kutsayarak. Bazen geceleri uyandığında da dua ederdi şimdi doğacak kardeşi yaşasın ölmesin diye. Nedendir bilinmez o zamanlar hemen hemen her yıl bir kardeşi doğuyor, birkaç ay yaşıyor sonra ölüyordu. Küçük kız buna çok üzülüyordu, kimselere de anlatamıyordu bu üzüntüsünü, kendince bir çıkar yol, bir çare bulmuştu bu gizli üzüntüsüne. Evlerinin merdivenin en yüksek yerinden yirmi kez atlarsa kardeşinin yaşayacağına inanır ve atlar her seferinde de ya ayağını burkup acıtır ya da dizini kanatırdı bahçedeki kaldırımın sivri taşlarına düşüp. Ama bunu doğacak kardeşinin yaşaması için yaptığını kimselere söylemezdi. Başka neler yoktu ki bu ceviz konsolun kitli üst kat çekmecesinde. Sarı sarı toprak parçaları vardı mesela kurumuş, zaman zaman annesi o toprak parçalarını dişile kemirir yerdi. Küçük kız buna çok kızar annesi ölecek diye korkar o görmeden atardı bu kuru kil çamur parçalarını ama kadın yine bulur buluşturur ve yerdi bu toprakları. Annesinin bunları yememesi içinde dua ederdi küçük kız. Çünkü annesi ölür diye çok korkardı küçük kız, doğumlarda ve sonrasında hastalanırdı kızın annesi bazen de:

-Düşük yaptı, derlerdi ne demekse. Düşük yaptığında daha çok hasta olurdu anne, hastanede yatardı Çorum’da. O zaman çok sevdiği okulundan ağlayarak kaçar gelirdi küçük kız defter, kitap ve çantasını bırakıp, kızın ödü kopar annesinin yanından hiç ayrılmazdı iyileşene kadar. Yine çekmecede başka bir kutuda kızın çekilen süt dişleri vardı sıçandişi gibi ince sivri. Annesinin ve babasının çekilen dişleri kocaman siyah oyukları olan, küçük kız onlara ürkü ile bakardı. Annesi dişlerdeki siyah oyuklar için:

-Kurt yeniği derdi, kurt oydu o dişleri. Küçük kızın aklı bunu almazdı. Koskoca kurt nasıl yerdi insanın ağzındaki dişi. Başka bir kutuda gümüş yüzükler, annesinin elinde dikiş dikerken orta parmağının ucuna takıp iğneyi onunla eline batırmadan ittiği üzeri nakışlı bir dikiş yüzüğü, at koşum takımlarının gümüş toka ve kemer yerleri vardı, dedesi onları Kafkasya’dan sürgünden gelirken getirmiş. Yine çok güzel nakışlarla ince kum boncuğun tığ ile örüldüğü cep saati kılıfları vardı. Kenarları çok zarif dantellerle ve mekik işiyle süslenmiş; pembe ve krem rengi demor, bordo saten mendiller vardı. Tabi bir de beyaz satenden babasının damatlık mendili. Yine küçük kızın korku merak ve şaşkınlıkla incelediği kurumu göbek bağı vardı, annesi onu hiçbir yerlere gömmemişti. Hoş kadıncağızın o vakitler kök hücre tedavisinden hiç de haberi yoktu ama saklamıştı işte süt dişlerini ve kurumuş göbek bağını.

Üst çekmecenin diğer bölümünde resimler vardı hepsi siyah beyaz. Babasının 1960’lı yıllarda yaptığı askerlik resimleri, hele birinde babasının bir tayyarenin yanında durup çekindiği bir resim vardı ki küçük kızı düşlerinde uçururdu hep bu resimdeki tayyare. Küçük kızın daha küçüklük resimleri, aile büyükleri ve akrabaların resimleri, küçük kız bu resimleri dökünce sedirin üstüne saatlerce ama saatlerce bakardı resimlere. Bazılarının arkasındaki yazıları okumaya başladı okumayı sökünce. Bu cansız gölgem hatıra olsun yazıyordu çoğunda. Nazım dayısı bir vesikalıktan biraz büyük bir resmine çok güzel olan el yazısıyla şu dörtlüğü yazmış,

“Hayat büyük bir gemidir,

Yoktur yelkeni

Resmime baktıkça hatırla beni

Unutma beni, unutmam seni”

Sonra resmi ceviz aynanın çerçevesinin kenarına sıkıştırmıştı. Annesi, Nazım dayısı gittikten sonra resmi görmüş, alıp okumuş çok sevinmiş resmi hem öpmüş hem de ağlayarak defalarca arkasındaki bu yazıyı okumuştu. Küçük kız da ezberleyivermişti o dörtlüğü işte size ulaştırmıştı şimdi. Kardeşi o vakit Bursa’da öğretmenlik yapıyordu. Küçük kız annesine yalvarıp resimleri çıkardıklarında herkesi tek tek sorar, arkalarındaki yazıları da önceleri annesine okuturdu, okumayı sökünce kendisi okumaya başladı. En çok da annesinin dikiş kursu öğretmeni Bilge Hanımın resmine bakar bakar:

-Ben de öğretmen olacağım, derdi. Çok ama çok şey öğrenmişti resimlerden. Anneannesinin annesinin ve dayılarının olduğu bir resim de çok hoşuna giderdi. Dedesi ve dayısı zaman zaman eve fotoğrafçı çağırır tüm ailenin resimlerini çektirirdi bu güzel bir davranıştı, bu resimler gelecek kuşaklara bırakılacaktı, onlar da büyüklerini anacaktı. Çekmecedeki kutulardan biri de dikiş malzemelerinin olduğu kutuydu. Neler yoktu ki bu kutuda; renk renk düğmeler, siyah beyazı kocaman olan tahta makaralarda sarılı renk renk dikiş iplikleri vardı. İplikler bitince bu tahta makaralarla oynamak küçük kızın en hoşlandığı oyunlardandı. Sonra biçilecek kumaşları ölçmek için mezura ki bu mezurayı sarmak ve tekrar açmak üzerindeki rakamları yüksk sesle okumak da kızın çokça yaptığı bir işti, elbise biçerken kumaşı çizmek için sabun kırtığı, toplu iğne kutusu, boy boy dikiş iğneleri, saç telinden ince boncuk dizme iğneleri, dantel oya tığları, beşli çorap örme milleri, örgü şişleri, kaba ve kalın öteberiyi dikmek için çuvaldız denilen kocaman kalın bir iğne, yorgan iğneleri Ahmet Dedesi’nin ayakkabı tamirinde deriyi delmek için kullandığı sivri uçlu tahta saplı biz denilen bir alet, yün eğirmek için büyük kirmen, iğne oyası ibrişimi eğirmek için küçük kirmenler, sarılmamış renk renk ibrişim çileleri günlerce oyalardı küçük kızı. Hep annesine sorardı ibrişim çilelerin renklerini, annesi çileleri küçük kirmenle eğirirken, iğne oyası yaparken sora sora öğrenmişti bordo, ördekbaşı yeşil, limonküfü yeşil, vişneçürüğü, erik moru, nohut rengi, fıstıkiçi yeşil, bej, semani, çirişmavisi, nefti yeşil, ebruli renklerinin adını. Hele annesine anneannesinin verdiği kocaman pik demir makası tek eliyle bile kaldıramazdı. Makas bazen de annesinin Sığma marka ayaklı dikiş makinesinin çekmecesinde dururdu. Konu komşunun ve çocuklarının dikişlerini pratik biçip dikiverirdi annesi. Annesine dikiş dikmeyi Terzi Hikmet teyzesi öğretmişti, Sungurlunun en sevilen kadın terzisiydi Terzi Hikmet.

Günlerden bir gün küçük kız yine çekmecelerden dikiş malzemelerinin olduğu bölümü karıştırırken uzun ince zarif ucu çok sivri tesbih imamesi gibi bej renkli bir cisim buldu. Nesneyi elinde evirdi çevirdi bir şeye benzetemedi, makinenin başında pazen bir pijama diken annesine koştu:

-Anne bu ne? Dedi merakla, annesi elindekine baktı iki üç kez yutkundu ve ağlayarak:

-Ne çok şey soruyorsun aman çocuk sen, dedi.

-Ama merak ettim, dedi çocuk.

-Ciğerdeldi, dedi nerden buldun onu annem vermişti bana onu.

-Ne işe yarar ki dedi çocuk.

-Annesi burnunu çekerek ve hıçkırarak ağlıyordu, bir yandan da.

-Ciğerdeldi o, kasnakta nakış işlerken kumaşı delmek için kullanılır o alet, sonra ciğerdeldinin deldiği deliğin etrafı işlenir bir güzel.

-E dedi kız niye ağladın.

-Onu bana annem köyümüzdeki nakış kursuna giderken vermisti, ona da Eşkıya Kör Dedenin öldürdüğü Mülazım subayı Şükrü Dayım getirmiş Kayseri’den, anneannen güzel kasnak işi nakış yapardı. Ben de bir gün senin yaşındayken annemin sandığında bulmuştum ciğerdeldiyi, senin gibi elime alıp anneme koşmuş sormuştum:

-Anne bu ne? Diye, o da görünce irkilmiş çok ağlamıştı benim gibi onun için ağladım, hem anacığımı hem de öldürülen Şükrü Dayımı hatırladım, dedi. Ağlamaya devam ederek.

Küçük kız elindeki ciğerdeldiyi geri götürüp attı çekmeceye, sevmemişti bu aleti hem anneannesini hem de annesini ağlatmıştı ciğerdeldi her ortaya çıktığında ağlatıyordu birilerini, sandı ki ciğerini de o delmişti anneannesinin, annesinin ve Şükrü dedesinin, içi yandı. Bazı olaylar yıllar geçse de unutulmuyor ciğer deliyordu işte.

Ceviz konsol hala duruyor kurumluca yerinde, bir tek aynası yok üstünde…

onu da yerine koyacak büyüyen küçük kız inşallah. Ciğerdeldiyi bilmiyorum yerinde mi ama ciğerde açılan yara kapanmıyor yıllar geçse bile. Ciğeriniz delinsin Kördede ve eşkıya arkadaşları emi. Delmesin kimse kimsenin ciğerini.

 

ŞÜKRAN UÇKAÇ YARGI Sazsızozan

03.12.2018 ANKARA

 

****

 

 

 

Administrator
Administrator
Editörden Yazı Atölyesi, Çağdaş Türk ve Dünya Edebiyatı’nı merkezine alan bir Websitesidir. Yazı Atölyesi’ni kurarken, okurlarımızı günümüzün nitelikli edebi eserleriyle tanıtmayı ve tanıştırmayı hedefledik. Yazarlarımız, Yazı Atölyesi’nde, edebiyat, sanat, tarih, resim, müzik vb. pek çok farklı alandan bizlere değer katacağını düşünüyoruz. Bu amaçla, sizlerden gelen, öykü, hikaye, şiir, makale, kitap değerlendirmeleri, tanıtımı ve film tanıtım yazıları, anı ve edebiyata ilişkin eleştiri yazılarla, eserlerinize yer veriyoruz. Böylelikle kitaplarınızla eserlerinizin yer aldığı Yazı Atölyesi’nde, dünya çağdaş edebiyatı ile sanatın pek çok farklı alanında değer katacağına inanıyoruz. Yazı Atölyesi kültür sanatın, hayatın pek çok alanını kapsayan nitelikli edebiyat içerikli haber sunar. Bu nedenle başka kaynaklardan alınan, toplanan, bir araya getirilen bilgileri ve içerikleri kaynak belirtilmeksizin yayına sunmaz. Türkçenin saygınlığını korumak amacıyla ayrıca Türk Dil Kurumu Sözlüğünde önerilen yazım kuralları doğrultusunda, yayınladığı yazılarda özellikle yazım ve imla kurallarına önem verilmektedir. Yazı Atölyesi, üyeleri ve kullanıcılarıyla birlikte interaktif bir ortamda haticepekoz@hotmail.com + yaziatolyesi2015@gmail.com mail üzerinden iletişim içinde olan, bu amaç doğrultusunda belirli yayın ilkesini benimsemiş, sosyal, bağımsız, edebiyat ağırlıklı bir dijital içerik platformudur. Katkılarınızdan dolayı teşekkür ederiz. http://yaziatolyesi.com/ Editör: Hatice Elveren Peköz Katkılarınızdan dolayı teşekkür ederiz. http://yaziatolyesi.com/ Editör: Hatice Elveren Peköz Email: yaziatolyesi2016@gmail.com haticepekoz@hotmail.com GSM: 0535 311 3782 -------*****-------
YAZARA AİT TÜM YAZILAR
BİR YORUM YAZIN
ZİYARETÇİ YORUMLARI - 0 YORUM

Henüz yorum yapılmamış.