Günün Hikayesi | Can Kırıkları | Zeynep Mete Uçak
Uzun zamandır görmemiştim Aysel’i fırının önünden geçerken yakaladım kolundan.
“Aysel aç mısın?”
Kafasını salladı aşağı yukarı doğru. Fırından taze çıkmış bir ekmek aldım. “Bekle beni” dedim marketten yüz gram peynir alıp ekmeğine katık yapsın diye torbasına attım.
Hayatımda gördüğüm en güzel kadındı Aysel. Koca kahverengi gözlerinde kaybolurdu insan. Biraz uzunca bakacak vakti olsa insanın, o kirpiklerin mızrap gibi diklendiğini görebildi. Ya da o gözlerde kaybolmazsanız, belki acılarını görebilirdiniz. Ama uzunca bakacak vaktiniz olmazdı hiç bir zaman. O gözler hep yerde kalırdı.
Onu tanıyan iyi kötü bilirdi hikayesini, cam parçalarında neyi aradığını.
Eskinin yaman savcısı şimdinin delisiydi Aysel.
Uzaktan izlemeye aldım Aysel’i.
İki kırık cam daha buldu yol kenarında, hemen alıp dikkatlice diğerlerinin üstüne koydu biçimleri aynı olsa da renk, ton ve büyüklükleri farklıydı. Özellikle ayna ve renkli cam bulduğunda bütün gün mutlulukla dolaşırdı.
Otobüs durağına ilerlerken tanıdık bakışların eşliğinde ayağında şıpıdık terlikler, üstünde morla siyahın birbirine karışırken aldıkları garip bir ton ve o tonu besleyen toz topraktan oluşmuş, dizlerinden aşağıya sallanan hırka vardı. Uzun siyah, yer yer aklaşmış saçları aylardır yıkanmadığının kanıtlarından sadece biriydi. “Aysel abla topladın mı camları” diye bağırdı Bakkal Kâzım.
“Onun derdi cam değil, can kırıkları” dedim Bakkal Kâzım’a.
Cam gibi dağılmıştı hayatı bir dava uğruna. Hem de kendi davası değildi. Küçük bir kızın peşine düşmüşlerdi ruh yiyiciler. O kurtarmak isterken, tam elini uzatmışken, tam mutluluğa bir kala, viran binanın penceresinden aşağı attılar kızı, kalbine düşmüştü cam kırıkları. Ne kız kaldı elinde ne akıl kaldı beyninde. Belki kafayı yemezdi ama bunun sorumlusu sensin diye bağırmıştı.
Bakmayın abla dediklerine otuz beş ya var ya yoktu. Elinin tersiyle “Yok” anlamında bir işaret yaptı bakkala. Gökyüzü kararmaya başlamıştı ama akşam olduğundan değil yağmurun yağacağındandı.
İlk yağmur damlası düzgün burnundan aşağı yuvarlanarak indi. Şıpıdak terliklerini sürükleyerek hızlandı. Otobüs durağındaki kalabalığın içine karıştı. İnsanlar yağmurdan korunmak için birbirlerine iyice yaklaşmışlardı. Birisi Aysel’in omzuna vurarak hızla yanından geçti. Bir başkası garipseyerek bir başkası da tiksinerek baktı. Ne itmeleri ne kakmaları ne de bakmaları Aysel’in umurundaydı. Tek gördüğü yerdeki yağmurla beraber, gökkuşağının bütün renklerini almış olan cam kırığındaydı. Arkasında, en azından onu otobüse bindirmek için sıradaydım.
Cam parçası otobüsün giriş kapısının altında kaldırımın iç tarafında yolun otobüsle kalan yarısındaydı. Aysel onu almak için iki adım attı otobüse doğru, eğildi. Otobüse binmek için bekleyenler onu hiç görmemiş gibiydi. Yanından geçtiler, üstünden atladılar Aysel yere kapaklandı. Tam ayağı kalkacaktı ki birisi daha hızla ittirdi bağırırken. “Deli karı çekil önümden” ve Aysel sırt üstü düştü ıslak yola. Yetişemedim bu sefer, otobüs üstünden geçti. Ekmek bir tarafa, camlar bir tarafa fırladı çantasından. Avucunda gökkuşağı vardı. Yıllardır aradığını bulmuş gibiydi. Biçimli dudaklarında bir gülümseme kalmıştı.