Günün Hikayesi | Babama Malum | Gülçin Yağmur Akbulut
Yaşlı ve yorgun bir hayat okunuyordu yüzündeki çizgilerden. Göğsünü sıkıştıracak kadar tuhaf bir huzursuzluğu vardı bu gece. Buzdolabının kapağını açtı, canı hiçbir şey yemek istemiyordu. Mutfak dolabının raflarına göz gezdirdi. Cezvesini aradı, bulamayınca öfkelendi. Kim bilir yine nereye koymuş ve daha sonrada koyduğu yeri unutmuştu. Kahve içmekten de vazgeçip bir sigara yaktı. Tek katlı evinin balkonunda sigarasını içerken kuşları izlemek ne de güzel oluyordu. Gerçi kuşlarla konuşmak yerine Gökhan’la hasret gidermeyi ne çok isterdi. Gözünde tütüyordu oğlu. Tezkeresine on beş gün kalan oğlunu karşısında görmek için gün sayıyordu.
Eşini ve kızını o lanet olası yangında kaybettikten sonra, tek tesellisi oğlu Gökhan olmuştu. Halil dedenin. Acılarını beraber sarmış, yüreklerini birleştirerek hayata yeniden tutunmaya çalışmışlardı.
Vakit epeyi ilerlemiş olmasına rağmen uykusu gelmiyordu. Kahve de içmemişti ki. Üstelik her sabah olduğu gibi, bu sabah da erken uyanmıştı. Niye bir türlü gelmek bilmiyordu ki bu uyku? Yatağına gitmeye karar verdi. Uyuyamayacağını biliyordu. Epey uğraştı yatağıyla yorganıyla uykuya dalıncaya kadar.
* * *
Piknik için gittikleri ormanda Gökhan’la Gamze saklambaç oynuyorlardı. Halil Bey, hamakta gazetesini okurken Sema Hatun kahvaltı sofrasını hazırlıyordu. Çam ağaçlarının kokusu, bütün ormana yayılmıştı. Cırcır böceklerinin sesi Halil Bey’in huzuruna huzur katıyordu.
Kahvaltı yaparken çocuklarını izliyordu Halil Bey. İkisinin de hayatına düşen en güzel cemreler olduğunu düşünüyordu. Bir kelebeğin kanat çırpışı kadar güzel ve nazlı bir edaları vardı. Hızlıca tamburunu kapıp geldi arabanın bagajından. Halil Bey çalıyor, çocuklar ve Sema Hatun şarkılar söylüyorlardı. Söyledikleri her şarkı ayrı bir aşkı çağrıştırıyordu toprak ananın bağrında.
Ağustosun sonuydu. Hafif bir esinti vardı havada. Silkelenip dökülen yapraklar, sonbaharın habercisi gibiydi. Büyük bir heyecanla oltalarını kapıp gelen çocuklar, kalkması için babalarının gözlerinin içine bakıyorlardı. Halil Bey onları daha fazla bekletmedi. Çocuklar, balık yakaladıkça alkış tutuyor, mutluluktan adeta uçuyorlardı. Akşam yemeği için yeterli balığı tuttuktan sonra, Halil Bey mangalı yakmak için hazırlık yapmaya başlamıştı.
Gökhan ve Gamze uçurtma uçuruyorlardı. Balıkları pişiren Halil Bey çocuklarına ve Sema Hanım’a seslendi. Hiç birinin ne sesi duyuluyor ne de gölgesi görünüyordu. Balıkları soğutacak diye hışımla yerinden kalkıp onları aramaya başladı. İçindeki korku gittikçe büyüyordu. Silah sesinden başka hiç bir şey duyulmuyordu. Av mevsimiydi. Bu sesler avlanmaya gelen avcıların silahından çıkıyor olmalıydı. Aradıkça bulamıyor, bulamadıkça dizlerinin bağı çözülüyordu. Üçü birden nereye gitmiş olabilirdi?
Her beyazın içinde biraz siyah vardır, diye düşündü. Daha yarım saat öncesine kadar çocukları ve eşi etrafında cıvıl cıvıl dönüp duruyorlardı. Alçalıp yükselen ağaç dalları arasında bir o yana bir bu yana koşturup duruyordu Halil Bey. Başıboş yılkılar gibi ne yöne gideceğini bilmiyordu. Taş parçaları bağrına bağrına düşüyor canını yakıyordu adeta.
Biraz ileride yerde yatan bir karartı görürü gibi oldu. Hızla gördüğü şeye doğru koşmaya başladı. Kısacık bir mesafe, uzadıkça uzamıştı ayaklarının altında. Nihayet oraya vardığında gördüğü şey karşısında, bir ağacın gövdesine çivilenir gibi oldu. Yerde yatan bedeni kanlar içinde olan oğlu Gökhan’dı. Bütün görüntüler bir anda bulanıklaştı. Fırtınalı bir denizde büyük bir kaya kütlesine çarpmış gibiydi. Gökhan’ı kucağına alan Halil Bey onu hastaneye yetiştirmek için aracına doğru hızlı adımlarla yürüdü. Bir yandan da hıçkıra hıçkıra ağlıyor, bütün vücudu tepeden tırnağa titriyordu. Gökhan’ın “Baba ben iyiyim, ölmedim sadece kolumdan vuruldum.” sesiyle irkildi. Halil Bey uyandığında kan ter içinde kalmıştı.
Gördüğü rüyanın etkisiyle kaskatı kesilmişti, elini yüzünü yıkadı. Telefonu çalıyordu. Açtı, konuştu. Bulanık bir ses:
Halil Kanlıcalı’nın evi mi? Babası mısınız? Oğlunuz kolundan yaralandı. Durumu çok iyi, merak edilecek bir şey yok. Babama mutlaka haber verin, dedi. Evet, arkadaşıyım. Evet, Gökhan da öyle söyledi: Bazı şeyler insana malum olur. Rica ederim amca. Gökhan’ı merak etmeyin. Selamınızı söylerim. Ellerinizden öperim Halil Amca.
Zil Dergisi Kasım Aralık 2020