ALTIN
DOLAR
EURO
BIST
Adana Adıyaman Afyon Ağrı Aksaray Amasya Ankara Antalya Ardahan Artvin Aydın Balıkesir Bartın Batman Bayburt Bilecik Bingöl Bitlis Bolu Burdur Bursa Çanakkale Çankırı Çorum Denizli Diyarbakır Düzce Edirne Elazığ Erzincan Erzurum Eskişehir Gaziantep Giresun Gümüşhane Hakkari Hatay Iğdır Isparta İstanbul İzmir K.Maraş Karabük Karaman Kars Kastamonu Kayseri Kırıkkale Kırklareli Kırşehir Kilis Kocaeli Konya Kütahya Malatya Manisa Mardin Mersin Muğla Muş Nevşehir Niğde Ordu Osmaniye Rize Sakarya Samsun Siirt Sinop Sivas Şanlıurfa Şırnak Tekirdağ Tokat Trabzon Tunceli Uşak Van Yalova Yozgat Zonguldak
Hatay °C

Göçer Dünya Yavana | Engin Günay | Sibel ÖZ

17.08.2021
587
A+
A-
Göçer Dünya Yavana | Engin Günay | Sibel ÖZ

“Ütopya olmazsa bu dünyaya katlanmak imkansız…”

Yazar Engin Günay, “Göçer Dünya -Yavana” adlı üçüncü romanında göç dalgaları üzerinden distopik bir dünyayı kurguluyor. Çağın en büyük trajedilerinden biri olan göç sorununa ekolojik boyutunu da katarak, Avrupa’nın hümanizma iddiasından vazgeçen yaklaşımını mercek altına alıyor. Tüm bu zorluklara rağmen romanda ütopyayı eksik etmeyen Günay “Ütopya, insanlık tarihi boyunca hep var oldu. Olmazsa bu dünyaya, yaşananlara katlanmak imkansız olur. Ütopyalarımız hep olmalı diye düşünüyorum.” diyor.

Sibel ÖZ: “Göçer Dünya-Yavana”yı yazma düşüncesi nasıl ve nereden doğdu? Romanın yazım hikayesini kısaca anlatabilir misiniz?

Engin Günay: İlk kez 2015 yazında binlerce göçmenin Ege ve Akdeniz’in sularında can verdiği, sonraları “büyük mülteci yazı” olarak anılacak aylarda Ege’nin bir kumsalında onların izlerine rastladığım sıralarda aklıma düştü bu romanı yazma düşüncesi. Hemen karşıdaki Midilli Adası’nı işaret ediyorlardı, o izlerin peşinden Ada’ya geçtim ve bir daha hiç peşimi bırakmadılar. İzlerin peşini sürdükçe konu dallanıp budaklanıyor, evrensel boyutlara varıyordu. Gidebileceğim yerlere giderek, insanlarla bizzat konuşarak, birincil kaynaklarla yapılan etkinlikleri izleyerek, gazete, internet haberlerini tarayarak, sayısız yazılı belgeyi ve kitapları okuyarak yürüyen bu sürecin sonunun gelmeyeceğini en başında anlamıştım. Bir yandan kurguyu oluşturup karakterleri belirlemeye çalışıyor, notlar alıyor, yazıyor, diğer yandan iz sürmeye devam ediyordum.

Roman, kabaca bittikten sonra insanlığın başına pandemi belası musallat oldu. Bu durum, işin boyutlarını değiştiriyor, yollara düşmüş on binlerce insanı düşünülemeyecek zorlukların içine sürüklüyordu. İnsanların devletler arasında birbirlerine karşı biyolojik silah olarak kullanıldıkları dahi oldu, oradan oraya sürüldüler. Pandemi nedeniyle yavaşlamış olsa da bu süreç hiç kesilmedi, kanımca hiçbir zaman da kesilmeyecek. Dünyanın her yerinde güvenlik kaygıları ön plana çıkıyor, insanlar doğal reflekslerle kendi yaşamlarının derdine düşüyorlar. İşin en acı tarafı kayıpların sayısı arttıkça insanlar duyarsızlaşıyor, yaşananlar kanıksanıyor. Devletler arasında kirli pazarlıklarla, tehdit, şantaj konusu oluyor ve göçmenler toplumlarda nefret objesi haline geliyorlar.

Bütün bu olup bitenleri izlemek, sayısız kaynağı tarayıp okumak ve bir edebi kurguya, romana dönüştürmek çok yorucu bir süreçti benim açımdan. Sonu gelmeyecek olan bu süreci bir yerde noktalamam gerekiyordu. Son noktayı koyduğumda üzerinden dört yıllık bir zaman geçmişti.

Sibel ÖZ: Roman, göçer akınları üzerinden ilerliyor olsa da alışıldık bir göçmen-mülteci romanı değil. Göçmen trajedisinden dünyayı avucuna alan güvenlik konseptine, ekolojik yıkım sorunlarından distopyaya uzanan, ama içinde bir ütopyayı da barındıran bir roman. Niçin böyle katmanlı bir yol seçtiniz?

Engin Günay: Dünya hiçbir zaman tekin ve durağan bir yer olmadı, tarihte kavimler göçü diye bilinen büyük göç dalgaları yaşandı, ekolojik felaketler olarak anlayabileceğimiz Nuh Tufanları yaşandı, veba, kolera gibi kitlesel ölümlere neden olan büyük salgın dönemleri yaşandı. Ancak şimdi her şeyin birbirinin içine geçtiği, birbirini tetiklediği ve küresel çapta katlanarak çoğaldığı bir çağda yaşıyoruz. Son zamanlarda sevilen bir tabirle “İçinde yaşadığımız distopya” diyelim buna isterseniz. Bütün bunlar bir araya geldiğinde küresel ölçekte güvenlik konseptini öne çıkarıyor. Sonuçta özgürlüklerinden vazgeçip gönüllü olarak güvenliği seçer oldu insanlık. Bu yepyeni bir olgu, örneğin seyahat edebilmek için tüm özel bilgilerinin kayıt altına alınacağı çipli kimlik kartlarına sahip olmaya can atar hale geldi insanlar. Kimlik numarası olmadan hiçbir işlem yapamıyorsunuz şimdiden, çok yakında e-kimlik olmadan adım atamayacağız.

Neredeyse ışık hızıyla dönen bilgi akışına rağmen, özellikle pandemi insanlığın başına musallat olduğundan bu yana dünyada gerçekte neler olduğu pek kimsenin dikkatini çekmiyor. İnternette, medyada, sosyal medyada kısa bir süre görünüp sonra kaybolan görüngülerin üzerinde durmuyor kimse. Belki gerçekte neler olup bittiği tam olarak anlaşılmıyor da. Bu nedenle sorunuzda geçen farklı katmanları birbirleriyle ilişkileri, nedensellikleri içinde ele alarak bir bütünlük kazandırmayı ve edebiyat yoluyla da kalıcılık sağlamayı amaçladığımı söyleyebilirim.

Sibel ÖZ: Romanın anlatı zamanı içinde konunun bir tarihsel boyutu var, bunu mitolojik göndermelerle anlatmışsınız. Güncel boyutu ise yaşamakta olduğumuz distopya. Bir de geleceğe dair projeksiyonlarınız var, distopyanın varabileceği yerler. Bu distopik durum, direniş başladığında içinde bir ütopyayı da barındırıyor.

Engin Günay: Neil Gaiman’ın çok tuttuğum bir kavramı vardır. Ray Bradbury’nin Fahrenheit 451 romanına yazdığı önsözde Spekülatif Kurgu’dan söz eder. Kısaca şunu der: “Spekülatif Kurgu’nun gerçekten iyi olduğu alan gelecek değil şimdiki zamandır. Şimdiki zamanın tedirgin eden veya tehlikeli bir öğesini alıp genişleterek ve ondan yola çıkıp tahminde bulunarak bu öğeyi, bu zamanın insanlarının yaptıkları şeyi farklı bir açıdan ve farklı bir yerden görmelerini sağlayacak şekilde dönüştürmektir. Uyarı niteliğindedir. Bu böyle sürerse… (Sonuçta şöyle olur) öyküsüdür.”

Benim bu romanda yapmaya çalıştığım bir spekülatif kurgu olarak görülebilir. Zamanımızın trajik bir sorunundan yola çıkarak, onun diğer büyük sorunlarla üst üste gelerek gelecekte varabileceği boyutları görmeye ve göstermeye çalıştım. Gaiman’ın dediği gibi sonuç böyle olmayabilir, çok farklı yerlere de gidebilir. Bunu önceden bilme imkanımız yok. Ancak romanı yazmaya başladığımda karşıma çıkan bazı projelerin, örneğin göçmenler kayıt altına alınırken yapılan bazı uygulamaların romanın sonuna doğru pandemi boyutu işin içine girdikten sonra bütün insanlık için gerçekleşmeye başladığını gördüm. Romanda Doktor Titus karakterinin anlattıklarının önümüzdeki dönemde adım adım gerçekleştiğini göreceğiz.

Ütopya’ya gelince, insanlık tarihi boyunca o hep var oldu. Olmazsa bu dünyaya, yaşananlara katlanmak imkansız olur. Ütopyalarımız hep olmalı diye düşünüyorum.

“KARAKTERLER BAZEN SOKAKTA RASTLADIĞIM İNSANLAR OLABİLİYOR”

Sibel ÖZ: Karakterler de dikkat çekici, gerçek hayattan mı alıyorsunuz karakterleri yoksa muhayyel karakterler mi? Yavana Khatun ve oğlu Zero örneğin, Yavana romana alt başlığını da vermiş. Bu konuda bir şeyler söylemek ister misiniz?

Karakterler bazen sokakta rastladığım insanlar olabiliyor, sonra hayalimde canlanıp ete kemiğe, bir kişiliğe bürünüyorlar. Yavana Khatun ile Zero, Midilli Adası’nda, yalnızca çok kısa bir an için gördüğüm insanlardı. Ancak onların içinde bulundukları durum, yüzlerindeki ifade bir daha hiç gözümün önünden gitmedi. Aleppolu Usta da böyledir biraz, ona da bir resim galerisinde rastlamıştım, Suriye’nin Halep şehrinden bir galericiydi. Çok kısa bir sohbetimiz oldu, sonra Göçer Dünya’nın başlıca karakterlerinden biri haline geldi.

Bu vesileyle Halikarnas Balıkçısı’nı saygıyla anmak isterim. Yavana sözcüğünün ne anlama geldiğini ondan öğrendim, bana çok ilginç geldi. Sonra başka kaynaklardan da araştırdım Yavanaların hikayesini. Romanın içinde dönendiği ve her zaman çok özlediğim Akdeniz coğrafyasını ifade eden Arşipel kavramını da Sevgili Halikarnas Balıkçısı’na borçluyum. Arşipel’in ve artık ne yazık ki var olmayan Halikarnas’ın anısına yazılmış bir bölüm de vardır romanda.

Kaynak: Evrensel Gazetesi

Röportaj: Sibel ÖZ

Fotoğraf: DHA

Administrator
Administrator
Editörden Yazı Atölyesi, Çağdaş Türk ve Dünya Edebiyatı’nı merkezine alan bir Websitesidir. Yazı Atölyesi’ni kurarken, okurlarımızı günümüzün nitelikli edebi eserleriyle tanıtmayı ve tanıştırmayı hedefledik. Yazarlarımız, Yazı Atölyesi’nde, edebiyat, sanat, tarih, resim, müzik vb. pek çok farklı alandan bizlere değer katacağını düşünüyoruz. Bu amaçla, sizlerden gelen, öykü, hikaye, şiir, makale, kitap değerlendirmeleri, tanıtımı ve film tanıtım yazıları, anı ve edebiyata ilişkin eleştiri yazılarla, eserlerinize yer veriyoruz. Böylelikle kitaplarınızla eserlerinizin yer aldığı Yazı Atölyesi’nde, dünya çağdaş edebiyatı ile sanatın pek çok farklı alanında değer katacağına inanıyoruz. Yazı Atölyesi kültür sanatın, hayatın pek çok alanını kapsayan nitelikli edebiyat içerikli haber sunar. Bu nedenle başka kaynaklardan alınan, toplanan, bir araya getirilen bilgileri ve içerikleri kaynak belirtilmeksizin yayına sunmaz. Türkçenin saygınlığını korumak amacıyla ayrıca Türk Dil Kurumu Sözlüğünde önerilen yazım kuralları doğrultusunda, yayınladığı yazılarda özellikle yazım ve imla kurallarına önem verilmektedir. Yazı Atölyesi, üyeleri ve kullanıcılarıyla birlikte interaktif bir ortamda haticepekoz@hotmail.com + yaziatolyesi2015@gmail.com mail üzerinden iletişim içinde olan, bu amaç doğrultusunda belirli yayın ilkesini benimsemiş, sosyal, bağımsız, edebiyat ağırlıklı bir dijital içerik platformudur. Katkılarınızdan dolayı teşekkür ederiz. http://yaziatolyesi.com/ Editör: Hatice Elveren Peköz Katkılarınızdan dolayı teşekkür ederiz. http://yaziatolyesi.com/ Editör: Hatice Elveren Peköz Email: yaziatolyesi2016@gmail.com haticepekoz@hotmail.com GSM: 0535 311 3782 -------*****-------
YAZARA AİT TÜM YAZILAR
BİR YORUM YAZIN
ZİYARETÇİ YORUMLARI - 0 YORUM

Henüz yorum yapılmamış.