Göç Kayıtları | Hacer Buyruk
Kuşatılır, zırhlı araçlarla, zaman.
Gri bir yoldur, üstünden uzaklaşır gider sokaklar, sisler içinde ve ardına bakıtılmadan.
Çok sever de doğduğu yeri, ölür kimileri yağmurundan.
Gençliği ablukada kalanlardır böyleleri ve onların çocukluğudur, şimdi öbür odalardan, sesleri yalnız annelerine duyulan.
Kurşun yağar günlere, usta nişancıların kan kusan parmağından.
O neyin sesi, evlerin camını kıran?
İçindeki goncasını saklayan, gülün en üstündeki yaprağı, Güneşten solgun, eski bir rüya gibi rüzgârla uçuşması gereken perdeleri hoyratça yırtan, kapının kilidini zorlayan, o neyin sesi?
Neden pişmiyor yemekler, neden büyümüyor çocuklar ve neden sevindirmiyor kimseyi, günün ilk saatleri?
Ve işte o kadınlar da gidiyor, öbür odalardan duyduğu, oğlunun sesiyle ovunan; ölümün öbür adı, göç ile, ki evinden göç eden için de bilinmez ki gideceği yer nere? Ve fakat işte fikrinizi de sormaz, üstünüze ağan o kara duman.
“Issız bir adaya düşseniz yanınıza üç şey ne alırdınız?” Ya göç ederken? Büyümez çocuklar, sevindirmez sabahlara ermek. Mümkün olsaydı üç şeyi yanında istemek, kadın ocağım derdi, bunu biliyorum.
Yüzükoyun düşenin kaldırın başını, kaşlarının arasına bakın, bilemezsiniz, gülmekten mi olmuştur, yoksa ki ağlamaktan, gençliğini inkâr eden, bir haritada bir nehrin izi için çizilmiş gibi, yüzyılların açtığı bir yatakta, içinden sular akıp giden çizgileri.
İçerden, çok içerden, çok içerdendir kanama, kan da verseniz geri gelir mi, uzaklaşıp giden ruha?
Ve aynı soru: “ıssız bir adaya düşseniz üç şey olarak ne alırdınız yanına?”
Issız bir ülkede, bir o yana, bir bu yana; ne gerekir insana, ocağını bırakmışsa, perdelerini örtmüşse ve düşmüşse zıddıyla denizlere, karanlık bir karanın ortasına.
Ne alır insan yanına ve hangi kelimelerle konuşarak karar verilir bu yolculuğa.
Saatler saatlere, günler günlere eklenmez, orada, dün, bir acı hatıradır, bugün, bir acı hatıradır, yarını bir türlü yakın değildir, geleceğine nişan alınan, göç yollarına düşürülen de vurularak düşürülmüştür, alnından.
Gidilemez ne düne, ne yarına. Siz olsanız ne yapardınız, hani o, ben olsam şöyle yapardım diyen büyük aklınızla.
İnsan yaşantısına sığdırılmaz, kalakalır; daraltılır evi, sığamaz kendi şehrine, kendi sokağına, gitmek, çare midir gitmek, belki de başka çıkmazlara, başka acılara. İnsanın elinden alınabildi de ekmek, ne öldürmekle, ne sürmekle alınamadı, düş görmek.
Köşebaşlarında keskin nişancılar, insana avcı olan insanlar, birgün bitecek, birgün bitecek, kurşununuz bitecek.
Göç: ölümün öbür adıdır. Göçen: cinayetten ölen. Ve fakat: “ölür ise beden ölür, canlar ölesi değil!”
Hacer Buyruk / Aralık 2015