Fark Ettirilmesi Gereken Kent | Arsuz | Müslüm Kabadayı
Doğanın olanaklarını, doğaya zarar vermeden ve coğrafyanın iklim, bitki örtüsüyle insan potansiyeline uyumlu kültür turizmi çerçevesinde değerlendirildiği çok değerli uygulamalar gerçekleştirilmektedir. Doğu Asya’dan Baltık ülkelerine, Sibirya’dan İspanya’ya, Etiyopya’dan Brezilya’ya kadar kültür ve turizm insanlarının geziler düzenlediği doğal ve tarihsel zenginlik-güzellikler, Dünya kültür mirasına da alınmaktadır. Ülkemizden de gerek tarihi, gerekse doğal alanlardan bu mirasa girenlerin sayısı artmaktadır. Ancak, Türkiye’de halkın ortak değeri olan bu alanları korumaya, turistik etkinlikleri geliştirmeye ve buraları, başta öğrencilerimiz olmak üzere kamunun ulaşımına açmaya yönelik çalışmalar pek yapılmamaktadır. Mevcut doğal ve tarihi alanların korunmasından ve geliştirilmesinden çok, ne yazık ki bu güzelim ülkemizde bu alanların maden ve define arayıcıları/avcıları, HES yapımcıları vd. tarafından tahrip edilmeleri gündemi işgal etmektedir. En son Kaz Dağları’nda gerçekleşen tahribat gibi…
Bu acı tablonun eziciliği altında güzel çalışmalar yapmaktan, kamu yararı ve çocuklarımızla ülkemizin geleceği için üretmekten vazgeçmeyen nitelikli insanlar, kamuculuğu önemseyen az sayıda da olsa yöneticiler, dernek-sendika-oda ve vakıflar da var. TÜBİKAM (Türkiye Bilimsel, Kültürel ve Stratejik Araştırmalar Merkezi) tarafından yürütülen 100 km’lik Hanlar Yolu projesi bunlardan biridir. Bilindiği üzere daha önce İngiliz arkeolog Kate Clow tarafından bulunan Likya ve St. Paul Yolu, Tarsus’ta ortaya çıkarılan Antik Yol (Helenistik-RomaYolu), aslında tarihi Kilikya Yolu’nun bölümleri olarak değerlendirilmelidir. Bu eski kültür ve ticaret yolunun değişik bölümlerine Çukurova’da, Amanoslar’da da rastlanmaktadır. İşte tam bu noktada Arsuz gündeme gelmektedir, diğer deyişle başta arkeologlar olmak üzereyerel yönetimler tarafından Arsuz’un bu yönü öne çıkarılmalıdır.
Arsuz Belediyesi Kültür ve Sosyal İşler Müdürü Hüseyin Yangın, bunun farkında olan yerel yöneticilerden biri. Kendisiyle tanışmamıza vesile gazeteci Sadet Berkyürek, mesleğinin gereği yanında çevre ve kültür-sanat konularına duyarlı bir kadın olarak, 31 Mart Yerel Seçimlerinde Arsuz Belediyesi Meclis Üyesi niteliğiyle de Arsuz coğrafyasının hem olanaklarına hem sorunlarına vakıf olmaya çalışıyor. Hüseyin Bey, Madenli’den başlayan deneyim ve birikimini geçen dönem Arsuz Belediyesi’nde geliştiren bir yönetici. Arsuz’a zenginlik katan tanıdığım üçüncü kişi ise Dr. İskender Sayek. Kendisi, gerek ailesinden gelen tarım kültürü, gerekse bir bilim insanı olarak alanı tıp başta olmak üzere 13 yıldır sürdürdükleri Füsun Sayek Sağlık ve Kültür Etkinlikleriyle Arsuz’a renk katıyor. Bu coğrafyadan tanıdığım ve 20 yıl önce Konacık ve Işıklı’yı tanımamız, buradaki önemli konak ve tarihi mekanları görmemi sağlayan, bugün 86 yaşında cesaret ve kamucu duyarlığın koruyan Mehmet Bekçi’den söz etmeliyim. Yayladağı’ndan yıllar önce buraya gelerek balıkçılık yapan ve dostluklar kurduğu insanları beldeye çeken Sefer Kına’yı anmak isterim. Arsuz’a renk katan tanımadığım başka yerel yönetici, bilim insanı, sanatçı, esnaf, işçi ve çiftçiler de vardır kuşkusuz. Görüştüğüm birçok insan, mevcut Arsuz Kaymakamı Musa Sarı’nın Arsuz için bir şans olduğunu belirtmektedirler. Doğu Çukurovalı olan Kaymakam Bey’in, Arsuz coğrafyasının sosyal ve kültürel dokusuna vakıf olması, yakın tarihte ilçe konumuna gelen Arsuz’un sorunlarının ve olanaklarının bilgisine ulaşması ve bu birikimle ilçeyi yönetiyor olması sevindiricidir. Arsuzluların bunun farkında olarak bu dönemi en verimli biçimde değerlendirmesi gerekir ve onlardan bu yaklaşım beklenir.
20 Ağustos Salı günü makamında görüştüğümüz Hüseyin Bey, Arsuz’un doğal ve tarihi dokusuyla ilgili ayrıntılı bilgiler verdi. 30 yıldır Hatay’la ilgili yaptığım araştırma-inceleme-derleme çalışmalarım yanında kaleme aldığım yazı ve kitaplarıma, Hüseyin Yangın’ın verdiği bazı bilgilerin de eklendiğini belirtmeliyim.Kendisine buradan bir kez daha teşekkür ediyorum. Yaklaşık iki saatlik görüşmemiz sırasında öğrendiklerimden dikkatimi çeken ve genel kamuoyunca çok bilinmeyen birkaç konuyu paylaşmak isterim.
Kaleköy’den başlayıp Hüyük Delisu Şelalesi, Hacı Ahmetli Meryem Ana Havuzu, Kurtbağı (Yanartaş), Derekuyu ve Kozaklı’dan Güzelyayla(Soğukoluk)’ya uzanan 60-70 km’lik kültür-turizm parkurunun gerçekleştirilmesinin, Arsuz’un geleceğinde çok önemli ve etkili olacağını düşünüyor Hüseyin Bey. Bunun için ilgili kurum ve kuruluşlarla yazıştıklarını vurguluyor. Ayrıca girişte sözünü ettiğim Likya Yolu’nu bulan Kate Clow’un kuruluşuyla yazıştıklarının altını çiziyor. Buradan hareketle de Likya Yolu’nun eski Kilikya coğrafyasındaki yolla birleştirilerek Arsuz’a kadar getirilebileceğini öngörüyor. Bu yolun, aslında Samandağ-Yayladağı üzerinden Suriye-Lübnan coğrafyasına kadar sürdürülmesinin bir bütünlük sağlayacağını da, barış içinde bir arada yaşama bilincine kavuşan Doğu Akdeniz halklarının kültür bağını, bu yolun güçlendirebileceğini de vurgulamak isterim.
Amanosların sedirleriyle mitoloji de çok önemli yeri olduğunu, Gılgamış Destanı’nda geçen ve bu ormanları koruyan mitolojik kahraman Humbaba’sıyla tanındığını biliyoruz. Ayrıca bu dağın hem Amik Ovası’na hem İskenderun Körfezi’ne bakan yamaçlarında krom, çinko, manganez, hatta altın gibi madenlerin çıkarıldığını duymuşuzdur. 1980’li yıllarda Işıklı tarafındaki krom ocaklarında çalışan Muammer ağabeyim ve diğer Kışlaklıların anlatımlarından bildiğim ilginç öyküler olduğunu da dile getirmeliyim. Hüseyin Bey, Kurtbağı’nda “Yanartaş” adıyla bilinen bir doğalgaz kaynağının varlığından söz etti. Bunun MTA ya da TÜBİTAK tarafından araştırma konusu yapılıp yapılmadığını, kaynağın ve rezervin ne olduğuyla ilgili bilgiye de ulaşmamız gerekmiyor mu? Türkiye’de her alanda yetişmiş uzmanlar olduğu halde, teknik donanım ve bilimsel teşvik yetersiz olduğundan, ne yazık ki bilinen madenlerimizi bile Kanadalı, Norveçli, İsviçreli emperyal şirketler çıkarıyor ya da işletiyor.
Anadolu’nun, Hatay’ın her tarafı tarihi eserlerle dolu. Arsuz coğrafyasında daha önce bildiğim, gezip gördüğüm arkeolojik önemi olan yerler arasında Sütunlu Liman ve çevresindeki nekrapoldeki lahitleri, Kaleköy’ü sayabilirim. Birkaç köydeki eski konakları, İskender Sayek evini belirtebilirim. Arsuz Belediyesi Kültür ve Sosyal İşler Müdürü Hüseyin Yangın, belleğimdekilere yenilerini ekledi. Arpaçiftliği’nde 1400 yıllık Roma dönemi Kutsal Havariler Kilisesi’nde kazılar yapılmış ve önemli buluntular Hatay Arkeoloji Müzesi’ne aktarılmış. Bu kilise binasının bir diğer öneli özelliği de çift korlu duvarın içinden geçirilen ısıtma düzeneğinin bulunması. Bu sistemi, kışı çok soğuk geçtiği Kars’ta Ruslar tarafından uygulandığını biliyordum ama sıcak iklimin olduğu Arsuz’da bu sistemin 1400 yıl önce uygulanmasını şaşırtıcı bulduğumu belirtmeliyim. Tülek’ten çıkılan Arabıngölü, gerek doğal gerekse sonradan yapılan yönleriyle ilgi çeken bir yermiş. HBB Hatsu, buradan içme suyu temin etmiş. Biz, sevgideğer öğretmen arkadaşlarımız Gürhan-Filiz Gün’lerle burayı görmek istediğimizde yağmurdan kaynaklı yollar çamur olduğundan yarı yoldan dönmüştük.
Arsuz’un hemen güneyindeki Haymaseki’de kaya yazıtları olduğunu öğrendim. İlk fırsatta görmek istediğim bu alan, Eskişehir’in Han ilçesindeki Yazılıkaya’yı anımsattı bana. O yazıtlar Friglere aitti, acaba Haymaseki’dekiler hangi dönemden, uygarlıktan kalmadır?
Madenli’nin üst mahallesindeki yokuşta bir su değirmeni varmış, ne yazık ki yerle bir edilmiş. Orada mozaikler de bulunmuş. Bunlar kayıt altına alınıp müzeye mi götürüldü, yoksa kaçakçılara mı kurban edildi acaba? Eski adı “Kiliseönü” önü olan Madenli’nin bu yıkılan su değirmeninden Kurtlartepesi’ne kadar devam eden yeraltı geçidinin olduğunu öğrendiğimde, acaba eski çağlarda Arsuz’la Amik’i bağlayan bir tünel var mıydı Amanoslarda diye düşünmedim değil… Bunu düşünürken aklıma Hatay’dan yetişen eğitimci ve yazar İhsan Kutlu’nun kaleme aldığı “Sevgili Maraş /68’lilerin Dramı” adlı roman geldi. Bu romanda 1960’lı yıllarda Amanosların Kızıldağ bölümünde Sovyet mühendislerin öncülüğünde yapılan maden inceleme-araştırma ve işletme çalışmaları anlatılmaktaydı. Demek ki bu coğrafya tarihin her döneminde kaynaklarını cömertçe insana sunuyor. İnsanların, devletlerin bunun kıymetini ne kadar bildiği ve doğaya zarar vermeden değerlendirip değerlendirmediği, geleceğimiz açısından önümüzde duran en önemli sorun olarak duruyor…
Hüseyin Bey, Arsuz’da Araplarca “Medinetü’l-abyad” denilen Türkçesi “Beyazkent” olan antik bir yerleşimin bulunduğunu, buranın TSK bünyesinde bulunması nedeniyle de bugüne kadar gün ışığına çıkarılamadığını belirtti. Ayrıca, buradaki askeri bölgeyle Uluçınar arasındaki yolun genişletilmesi için yapılan yazışmalara, TSK’nın olumsuz yanıt verdiğini dile getirdi. Yeri gelmişken, “gizlilik ve güvenlik” açısından önemsenen yerlerde TSK’nin bünyesinde kurulacak bir kazıbilimkurulu tarafından çalışmaların yapılması gerekmez mi?” diye bir soru üzerinden öneride de bulunmak isterim.
Bugüne kadar hep basın-yayın organlarından takip ettiğim ve 14 Ağustos’ta gerçekleşen Meryem Ana Yortusu’nun Arsuz’a bağlı Hacı Ahmetli Mahallesi sınırları içindeki Meryem Ana Havuzu’nda icra edildiğini biliyordum ama gidip görme olanağı bulamamıştım. 21 Ağustos Çarşamba günü sevgili Gürhan Gün’ün rehberliğinde bu mekana çok yakın bir yere kadar yolculuk yapma olanağı buldum. Gerçekten de müthiş bir doğayla karşılaştığımızı not düşmeliyim. Hüyük Delisu Şelalesi gibi Amanosların her vadisi, çayı, deresi ve şelalesinin, zengin orman ve endemik bitki örtüsü yanında geyik-ceylan vd. dağ hayvanlarıyla insanı büyülediğini, yaşama sevinci kazandırdığını herkes fark etsin.
Hüseyin Bey’le bunların yanında Arsuz’un sorunları üzerine de konuştuk. En başta da Arsuz Belediyesi’ne bağlı mahallelerin çok dağınık olması ve buralara hizmet götürmek için gerek bütçe, gerekse personel, araç-gereç bakımından kısıtlarının bulunması. Hızla bu sorunun çözülmesi ve tüm mahallelerde oturan halkın altyapı ve kültür-sanat hizmetlerinden yararlanmalarının sağlanması önemli. Diğer yandan kentin dokusuyla, turizm ortamıyla uyuşmayan yaşantılarıyla sorun yaratan Suriyeli göçmenlerin eğitimleri başta olmak üzere sosyal uyumlarının sağlanması gerekiyor. Bu çerçevede Hüseyin Bey, Arsuz Belediyesi adına şu çalışmaların yapılmasını önerdiklerini dile getirdi:
– Bölgede düşük ücretle iş gücünün zayıfladığı, bölge insanının iş bulamaz hale geldiği göz önünde bulundurularak işverenlerin bölge insanına öncelik vermeleri gerektiğine dair yasa çıkarılarak, yabancı uyrukluların sayılarının sınırlandırılması sağlanmalıdır.
– Toplu yaşam alanlarına gelen yabancıların uygunsuz davranışları ve kamu malına zarar vermelerini, kamu malını çalmalarını önlemek ve davranış biçimlerini düzeltmek amacıyla eğitim seminerleri verilmelidir.
– Yabancı uyruklu vatandaşların işyeri açmalarıyla ilgili yerel yönetimlerden işyeri açma ruhsatı almak için mevzuatlara uymaları gerçekleştirilmelidir. İşyeri açan Türk yurttaşların işyerini yabancı uyruklulara kiralamasının önüne geçilmelidir. Bunu yapanlar cezalandırılarak caydırıcı olunmalıdır.
– Yurttaşlarımızda şöyle bir algı oluşmuştur: Devlet, kendi yurttaşından çok Suriyelilerin haklarını savunuyor. Bu algıyı yok etmek için gerekli çalışmaların gecikmeden yapılması şarttır.
İlçe düzeyinde bu konuda yapılacak çalışmaların eşgüdümünü sağlayacak birimde de sorumluluk aldığını dile getiren Hüseyin Yangın’ı, çalışkanlığı, yürekliliği ve idareciliği bakımından kutluyorum. Kendisine ve birlikte çalıştığı ve çalışacağı ekibe başarılar diliyorum.
Arsuz’la ilgili daha çok şey söylenebilir, yazılabilir. Dünya’da, bölgemizde ve ülkemizde izlenen politikalardan bağımsız bir Arsuz’un geleceğinden söz etmenin mümkün olmadığını biliyorum. Yine de Kaymakam Sayın Musa Sarı, Arsuz Belediyesi Kültür ve Sosyal İşler Müdürü Hüseyin Yangın, Prof.Dr. İskender Sayek, gazeteci ve Belediye Meclis Üyesi Sadet Berkyürek gibi özveriyle ve yöntemli çalışanların sayısını çoğaltmak, bunlar ve kurum-kuruluşlar arasındaki demokratik uyumu sağlayarak çalışmaları daha verimli hale getirmek de mümkündür diye düşünüyorum.