Edebiyatımızın Üretken Bir Yazarı Olarak Suat Derviş | Hatice Eroğlu Akdoğan
“Bir kere eğemedim bu kadının başını”
Tarihin hangi aşamasında olursa olsun yaşayıp eser bırakmış yazarlar günün edebiyat dünyası içinde şöyle veya böyle bilinir ve anılırlar. Oysa Suat Derviş için durum böyle değildir. Özellikle ’80 sonrası kuşağı dediğimiz gençlik açısından Suat Derviş adı, onun kendi döneminin yazarlarından örneğin bir Reşat Nuri, Yakup Kadri, Halide Edip vs.… gibi bilinme özelliğine sahip olmamıştır. Son yıllarda ise Suat Derviş’in çok bilinen eserlerinin baskısı yapılırken biyografisi üzerine de yeni metinler üretilir olmuştur. Bu açıdan Suat Derviş’in edebiyatımızda hak ettiği yerin günümüz kuşağı tarafından da anlaşılması, hak ettiği değerin verilmesi önemlidir.
Suat Derviş Kimdir?
Suat Derviş 1905 yılında İstanbul’da bir köşkte paşazade torunu, tıp profesörünün de kızı olarak doğmuş, 1972 yılında askeri bir hastanede biraz yalnızlık ve unutulmuşluk, biraz da yoksulluk atmosferi içinde hayata veda etmiştir. Suat Derviş’in yokluk ve yoksulluk koşullarına iten şey ise ailesinin kendisi hakkındaki hayallerini bir yana bırakıp, kendi hayalleri doğrultusunda bir eğitime yönlenmesinde yatar. Onun ileri gençlik döneminde edindiği sosyalist dünya görüşü ve kalemini ve gazeteciliğini bu alanda bir mücadele aracı olarak kullanmasını beraberinde getirmiştir.
1921 yılında henüz 16 yaşındayken Suat Derviş’in Kara Kitap adlı romanı yayımlanmıştır. Bundan önce de edebiyat konusundaki yeteneği dikkat çekicidir. 13 yaşında bir çocuk olarak kendisi okuldayken Nazım Hikmet evlerine uğradığında Suat Derviş’in “Hezeyan” başlıklı şiirini alıp Yusuf Ziya Ortaç’ın Alemdar gazetesinde yayımlatmıştır. Bundan sonra değişik gazete ve dergilerde Suat Derviş’in çeşitli yazı ve hikayeleri de çıkacaktır.
İlk romanı Kara Kitap, psikolojik ağırlığı olan bir yapıttır. Bunu art arda takip eden diğer romanlarında da yazar İstanbul’da yaşadığı aristokrat, elit çevre insanlarının özellikle de kadınların modernleşme çabası sürecindeki sıkıntı ve çelişkilerini konu edinmiştir. Nitekim asıl adı ‘Hatice Saadet’ olmasına karşın Suat Derviş’in eserlerinde bu imzayı kullanmış olmasının, kadınların o dönemde bağımsız ve özgür kimlik takınması konusunda yaşadığı sıkıntıların bir yansımasından başka bir şey değildir.
Çok üretken bir yazar olan Suat Derviş’in romanlarıyla birlikte 31yerli 13 çeviri kitabı bulunmakta. Bununla birlikte bu konuda araştırma yapan akademisyen ve yazarlar aslında Suat Derviş’in yayımlanmamış ve isminin çekinceli olduğu dönemde, başkalarının adıyla basılmış başka eserlerinin olduğu ama bunların sayısının bilinmediği görüşündedir. Bunu yazara ait zenginliğe ulaşmamız açısından bir kayıp olarak görebiliriz.
Kara Kitap’ın yayımı sonrasında, o süreçte popüler konular üzerine olduğu bilinen romanları peş peşe gelmiştir: Ne Bir Ses Ne Bir Nefes(1923), Ahmet Ferdi(1923), Behire’nin Talipleri (1923), Fatma’nın Günahı (1924), Ben Mi (1924), Buhran Gecesi (1924), Gönül Gibi (1928), Emine (1931).
Bir yanda kitaplar bir yanda gazetecilik faaliyeti. Gazetecilik ve yazarlık onun her iki mesleğin de hakkını verdiği iki temel yanıdır. Birbirine paralel uğraşlardır ama hayatı boyunca bazen gazeteciliğinin, bazen kitapları açısından yazarlığının ön planda olduğu dönemler de yaşar. Kurtuluş Savaşı sonrası Lozan görüşmelerini (1924) ve daha sonra Montrö’de Boğazlar ile ilgili anlaşma toplantılarını Türkiye açısından takip eden ilk ve tek kadın gazeteci Suat Derviş’tir. Yine o süreçte bir gazetede (İkdam) kadın sayfası hazırlaması da Suat Derviş’in sorumluluğundadır. Araştırmacılar ilk basın sendikasının kurucusunun da Suat Derviş olduğu görüşündedirler. 67 yıllık ömrünün 55 yılını bir Babıali emekçisi bir kadın olarak geçmiştir.
Geriye dönecek olursak Suat Derviş, 1927 yılında müzik eğitimi alması için ailesi tarafından Almanya’ya gönderilir. Ancak o, eğitimi yarıda bırakarak Berlin’de Edebiyat Fakültesinde felsefe ve edebiyat öğretimine başlar. Almanya’da çeşitli gazete ve dergilere yazı yazar, Türkiye’ye çeviri yazılar gönderir. O yıllar Almanya’da faşizmin tırmandığı yıllardır. Bu nedenle S. Derviş eğitimini tamamlamadan 1932’de yurda döner. Yazı ve romanlarında genel olarak toplumcu gerçekçi bir bakış açısına sahip olan Suat Derviş bundan sonraki süreçte bakış açısını sosyalist dünya görüşüyle birleştirmiş ve bunu eserlerine yansıtmaya da başlamıştır.
Yazar, 1932 yılında “O bir tıp adamıydı, ateist idi. Eğer babam öyle olmasaydı, ben kıyasen bu kadar erken bağımsız görüşlere ulaşamaz ve çevremle bağlarımı koparamazdım.” şeklinde ifade ettiği babasını kaybettiğinde, maddi sıkıntılarını aşmak için yeni romanlar yazmıştır. “Onu Bekliyorum”, “Onları Ben Öldürdüm”, “Baba Oğul”, “Bu Roman Olan Şeylerin Romanı”, “Bir İstanbul Gecesi” romanları muhalif gazetelerde tefrika edilerek yayımlanmıştır.
Bu aşamada önemli bir nokta Suat Derviş’in sosyalist olmadan önceki yani 20’li yıllara ait romanlarına pek yüz vermediği şeklindedir. Ayrıca Almanya’dan döndükten sonra para kazanmak için tefrika edilen çoğu romanlarının da kendisinin bu kategoriye soktuğu yapıtlarındandır. Onun asıl komünist Suat Derviş olarak bakış açısına dayalı yazarlığını, 1937 yılında tefrika edilen Bu Roman Olan Şeylerin Romanı ve 1939 yılında yayımlanan Hiç adlı romanı ile başlattığı bilinir.
Suat Derviş, tefrika edilen romanları dışında habercilik eksenindeki gazeteciliğini de sürdürür. Cumhuriyet, Gece Postası, Son Posta ve Tan gazetelerinde yazar. Eğer ‘Ne yazar?’ diye sorulacak olursa buna verilecek tek bir yanıt vardır: Suat Derviş hayatın gerçeklerini, hayatını sürdürmeyen çalışan çoğunluğun yaşadıklarını yazar. Yoksulluğun pençesindeki kadınlar ve ahlaki olarak dışlanmış kadınlar, çocuklar, evsizler, suça itilmiş insanlar, açlıkla baş etmek için didinen emekçiler onun romanları kadar gazeteciliğinin de ana konusudur.
Teknolojik gelişmelerden de haber verir, “Stadyumda Maç Nasıl Seyredilir?” başlığında da haber yapar. Röportajlar, özel konulu köşe yazıları, haber yorumlar… Sadece ‘ne yazar?’ değil hangi tarzda yazar denildiğinde de karşımıza kıvrak kalemliyle hayatı çeşitli bakış açısından gösteren bir Suat Derviş çıkar karşımıza. Mesela Suat Derviş 1936 yılında Son Posta gazetesinde 23 sayı boyunca “Çöken Boğaziçi” adıyla bir dizi yazı yapmıştır. Bakımsız ve biraz da ıssız Boğaz’ın kıyı ve sırtlarında yaşayan bakkal, balıkçı, imam, ev kadını vs. kimselerle görüşüp, kendi çocukluk dönemiyle ve o süreçteki gözlemlerini birleştirerek önemli bir yazı dizisi oluşturmuştur. Suat Derviş edebiyatına özellikle gazetecilik boyutuyla dokunan araştırmacılar onun yazılarının hem oldukça çeşitli hem şu an hesaplanmayacak denli çok olduğuna vurgu yapmaktadırlar.
Suat Derviş’in gazetelerde yayınlanmış yurt dışı seyahat yazıları da vardır. Bunlar içinde en önemlisi Tan gazetesi tarafından gönderildiği SSCB gezisine ait yazılarıdır. Yazar SSCB toprakları dahilinde gezip gördüğü, incelemelerde bulunduğu yerler ve insanların sosyalist yapılanma içindeki durumlarını, gelişmişlik seviyelerini nesnel bir bakış açısıyla yansıtmıştır.
Suat Derviş TKP üyesidir ve 1940 yılında evlendiği Reşat Fuat Baraner partinin genel sekreteridir. Suat Derviş eşiyle birlikte sosyalist gerçekçi ilk sanat edebiyat dergisi olarak kabul edilen Yeni Edebiyatı 15 Ekim1940-15 Kasım 1941 tarihleri arasında 26 sayı olarak çıkarır. Suat Derviş bu dergide kültür sanat içerikli yazılarının dışında daha çok Cumhuriyet sonrası bazı yazarların (Halide Edip, Yakup Kadri, Refik Halid, Hüseyin Rahmi, Sebahattin Ali…) kimi romanlarına ilişkin eleştiri yazıları kaleme almıştır. Burada önceki yazar ve gazeteciliğinden farklı olarak karşımızda eleştirmen Suat Derviş vardır.
Suat Derviş’in 1944 yılında “Niçin Sovyetler Birliği’nin Dostuyum? adlı kitabı yayımlanır. Söz konusu kitabın yayımı Suat Derviş’in yazı ve yapıtlarını yayınlayacak olanlarda ürküntü yaratır ve yayıncılar Suat Derviş’in kitabını özellikle basmak istemez. Zaten yıllar öncesinden beri komünist dünya görüşüyle bilinen yazarın adına karşı gizli bir sansür vardır. Yazar aynı yıl yani 1944’te eşiyle birlikte gözaltına alınır ve 8 ay hapis yatar. Eşi ise 7 yıl daha yatacaktır.
Geçimini de kalemiyle sağlayan Suat Derviş’in böyle bir dönemde paraya ve eserlerinin yayımlanmasına daha çok ihtiyacı vardır. Sosyalist düşünce baskı altında ve sosyalistlere yanaşma noktasında toplumda korku hakimdir. Suat Derviş’in kimi yazı ve romanlarını bu dönemde başkalarına satarak para kazandığı bilinir. Çünkü sürekli yazan ve yayınlanan bir yazarın 1944 yılından, yurt dışına kardeşinin yanına çıkacağı 1953 yılına kadar ‘Suat Derviş’ imzasında herhangi bir eserinin görülmediği bilinir.
Yalnız 1944 yılında henüz tutuklanmadan önce yayımlanan “Fosforlu Cevriye” romanı Suat Derviş denince akla ilk gelen eserdir. Günümüzde dahi Suat Derviş daha çok bu eseriyle tanınır. Yine aynı yıl Haber gazetesi için tefrika edilen “Zeynep İçin” romanı vardır. Suat Derviş 1953 yılında yurtdışına gittikten sonra Zeynep İçin romanını yeniden yazmış ve kardeşi bunu Fransızcaya çevirerek “Ankara Mahpusu” adıyla Fransa’da yayımlatmıştır. “Ankara Mahpusu” Fatma Aliye’nin Fransızcaya çevrilerek yayımlanan Udi adlı eserinden sonra Fransızca yayımlanan ilk Türk romanı olma özelliğine sahiptir. Roman Fransa’da çok yankı uyandırmış, Suat Derviş, Gorki ve Dostoyevski ile karşılaştırılmıştır. Fosforlu Cevriye, Çılgın Gibi ve Biz Üç Kardeşiz romanları Fransa’da yine o yıllarda tefrika edilerek yayımlanır.
Suat Derviş 1963’te yurtdışından döndükten sonra romanlarının yazımı ve yayımlanma uğraşını sürdürmüştür. 1968 yılında May Yayınları Ankara Mahpusu ve Fosforlu Cevriye’yi yayımlayarak o sürecin kuşaklarıyla buluşturmuştur. Fosforlu Cevriye’yi Suat Derviş ölmeden önce ayrıca senaryolaştırmıştır.
Yapıtları ve Dünya Görüşü Işığında Nasıl Bir Suat Derviş
Bundan yıllar önce (4-5 Nisan 2013) Yeni Yüzyıl Üniversitesi’nde Edebiyatımızda Kadın Yazarlar konulu bir sempozyum düzenlenmiş ve 04-05 Nisan 2013 tarihli sempozyumun konusu sadece Suat Derviş olmuştur. Sempozyumda değişik üniversitelerden 31 akademisyen ve yazar tarafından bildiri sunulmuştur. Her bir sunum Suat Derviş’in ayrı bir yönünü, ayrı bir romanını veya tipik özellikler taşıyan roman kişileri üzerinedir. Böylelikle o süreçte Suat Derviş edebiyatı ilk defa kapsamlı bir şekilde ele alınmış, bilinmeyen yönleri yansıtılmış ve edebiyat tarihinde olması gereken yerinin neresi olması gerektiğine ışık tutulmuştur. Suat Derviş’e ait bilgilerle birlikte yazar hakkında öne çıkan görüşleri şöyle toparlayabiliriz:
-Suat Derviş yazarlığının ilk dönemi diyebileceğimiz 1920’li süreçte yazdığı romanlarda gerçekçidir. Sosyalist kimlik kazandıktan sonra ise toplumsal gerçekçi bir üslup eserlerine hakim olur. Bu noktada “beni hayal değil, hakikat ilgilendirir” demiştir.
-Suat Derviş ideolojik açıdan feminizmi benimsemiş değildir. Ancak bir kadın olarak toplumsal ilişkiler içindeki dik duruşuyla, kendini ezdirmeyişiyle, kadınların yaşadığı sorunları ve acıları görünür kılma çabasıyla feminist yaşamış bir kadındır. Feministler bu özellikleri nedeniyle S.Derviş’i döneminde Türkiye’deki feminist hareketin sözcüsü olarak da nitelerler. İlk sayfanın sol başında “Bir kere eğemedim bu kadının başını” dizesi Nazım Hikmet’in “Gölgesi” şiirinden alınmıştır. Nazım’ın şiiri Suat Derviş için yazdığı; bu nedenle Suat Derviş’in aynı zamanda ‘başını eğmeyen kadın’ olarak anıldı bilinir.
-1967 yılında TKP’lilerin düzenlediği bir toplantıda kendisi “TKP eski genel sekreterlerinden Reşat Fuat Baraner’in eşi” diye tanıtıldığında itiraz ederek “Hayır ben muharririm, yazılarım benim ekmeğim” diyerek kendi özgür kimliğini ifade etmiştir. Evlendiği süreçten sonra da yazarlık imzasını “Suat Derviş” olarak devam ettirmiştir.
– “Kadının yıldızları dilediğince seyretme hakkını Cevriye’de birleştiriyordu”(Prof.Dr. Fatmagül Berktay) Romanlarında kadın cinselliğini abartılı kullanmaz ve kullanılmasına da karşı çıkmıştır.
-Suat Derviş, 67 yıllık ömrünün 55 yılında gazeteci, yazar, çevirmen olarak çok sayıda eser çıkarmıştır. Yurt içinde olduğu kadar yurt dışında da çok sayıda gazete ve dergide yazmıştır. Araştırmacılar kimi dönem gazeteciliğinin, kimi dönem yazar olarak edebiyatçılığının ağır bastığını ama her iki koşulda da kendi çalışmalarından beslenen zengin birikimli bir Suat Derviş olduğun görüşünde birleşmektedir.
-Romanlarının konusu yaşamın gerçek çelişkileri içinden olduğu gibi, roman kahramanları da gerçek hayatın birer parçasıdır. Sözcük oyunlarından uzak sade bir anlatım tarzını benimsemiş, aşırı duygusallıktan kaçınmıştır. Bilinen romanları dışında, yayımlanıp da bilinmeyen ve yazılmış ama yayımlanmamış romanlarının da olabileceği görüşü yaygındır.