Edebiyat ve Sanat Dünyasından Kısa Duyurular
Kerim Özbekler / Gazeteci-Yazar-Şair
****
Selam Arkadaşlar, özel haber yapabilecek muhabir çalışma arkadaşları arıyoruz. İstanbul geneli, detaylı bilgi almak isteyen lütfen özelden mesaj atabilirse sevinirim.
ERDEM TAŞ (Derin Medya) KAĞITHANE-İSTANBUL
****
Değerli arkadaşlar, yoğun bir çalışma içinde olmamdan dolayı edebi değeri olan eserleriniz gözden kaçıyor. haticepekoz@hotmail.com
veya yaziatolyesi2015@gmail.com e posta adreslerine yazı ve şiirlerinizi gönderirseniz sevinirim.
Ayrıca https://yaziatolyesi.com/ şeklinde ki linke tıklayarak yazı atölyesi edebiyat sitesinde yayınlanan eserlerinizi kendi sayfanızda paylaşabilirsiniz. (HATİCE ELVEREN PEKÖZ)
*****
FAKİR BAYBURT VE ANNESİ
Fakir Baykurt’un çocukluğunda, şimdi herkesin bildiği çayın yeni yeni içilmeye başladığı yıllarmış. Evlerinin önüne açılan kahveden gelen, hoş kokulara dayanamayan Fakir Baykurt bir gün;
-”Çay isterim, ille de çay” diye tutturmuş, anası oğluna kıyamamış. Elinden tutup kahvenin önüne götürmüş, Kahveci Topal Hüseyin’i çağırmış;
”Hüseyin bir bardak çay getir!” Çay gelmiş, çayın nasıl içileceğini bilmeyen Fakir Baykurt sıcak çaydan hızla bir yudum içmiş ama ağzı yanınca bardağı yere atmış. Çay dökülmüş ama ”Toprak kaba olduğundan, bardak kırılmadı.” diyor. ”Anam şimdi vuracak? Şurama mı vuracak? Burama mı vuracak?” diye korkarken anası kahveciyi yeniden çağırmış;
”Hüseyin, bir çay daha ver!”
Fakir Baykurt’a, ikinci çay gelmiş. Çayı üfleyerek, içmiş. Yıllarca, anasına sormuş durmuş:
-”Anacığım, o gün çayı döktüm. Bir tokat vurmadın, neden vurmadın?”
Bu sorunun yanıtını, anası yıllar sonra oğlunun öğretmenlik yaptığı köy okulunda vermiş. Oğlunun sınıfını görmek isteyen Elif Baykurt, bir gün sınıfa girer. Oğlunun, ders verişini izler.
Beş sınıfı birden okutan Fakir Baykurt, anasının ders izlemeye geldiği günü şöyle anlatıyor;
“Sınıfta, estim gürledim. Bir kaç öğrencinin kulağını çektim, 1 tanesini dershanenin giriş kapısı yanında tek ayak üzerinde cezalandırdım. Bir kaç öğrenciyi de, patakladım. 1-2 tanesini de, dersle ilgilenmedikleri gerekçesi ile okul bahçesine gönderdim. “
Ders bitince dışarıya çıkıyorlar, yazar anasına soruyor;
“Anacığım, beğendin mi öğretmenliğimi ?”
Anası;
-“Eh işte, fena değil!” diyor…
-“Nasıl fena değil, müfettişler geliyor, iyi veriyor. Pekiyi veriyor, sen de fena değil diyorsun. Nasıl olur, böyle?”
-Anası;
-“Yıllarca sordun, durdun. Şimdi söylüyorum, aç kulağını dinle! Ben sana çay döktüğün gün kızsaydım, içindeki aslan küserdi. Dövseydim, o aslan ölürdü! Böyle öğretmen, falan olamazdın. İşte, sen de benim yaptığımı yap ve sakin ol. Dayak atıp, bu çocukların içlerindeki aslanı sakın öldürme!…”
*****
Kitap Alıntısı:
AVRUPA’YA ÖĞRENCİ GÖNDERMEK DOĞRU DEĞİLDİR.
“Ankara’ya ordumuza kamyon, kamyonet satmak üzere Georges Mahe adında yaşlı bir Fransız gelmişti. Onunla tanıştım, dost olduk. Kendisi vaktiyle, Çin Hindinde valilik etmiş. Bir gün bu zatla konuşurken, “Avrupa’ya öğrenci göndermek” meselesi açıldı.
O şöyle dedi: “Avrupa’ya öğrenci göndermek, doğru değildir. Göndereceğiniz öğrenciler, orayı gördükten sonra içlerinden “memlekete dönmek” istemezler. Döndükleri vakit, “bilmedikleri yurtlarına” alışamazlar; memleketlerine yararlı hizmetler göremezler. Onun için bundan vazgeçmelisiniz. Siz, Üniversitenize Avrupa’nın en ünlü bilginlerinden profesörler getirtiniz. Onlara vereceğiniz para ne kadar çok olursa olsun, yine yarısı memlekette kalır; oysaki öğrenciler için vereceğiniz paralar “Avrupa’ya dökülür”; siz zarar görürsünüz. Böylece ünlü profesörler, kendilerine “Türkiye’ye gitti de bir şey yapamadı” denmemesi için burada herhalde başarılı olmaya çalışırlar. Avrupa’ya hiç öğrenci göndermeyiniz, demiyorum…
Göndereceğiniz gençler, üniversitenizi bitirdikten, kazandıkları ihtisasa göre memleket hizmetinde değerli işler gördükten sonra “bilgilerini artırmak”, Batı memleketlerinin bilgideki, teknikteki ilerlemelerinden, “usullerinden yararlanmak” için Avrupa’ya gönderilir. Bunlar, “memleketlerini bildiklerinden”, “sevdiklerinden”, hizmetinde bulunduklarından döndükleri vakit “daha iyi hizmet etmeye” muvaffak olurlar”. Bu sözler o günden beri zihnimden çıkmamıştır” (Kazım Nami Duru-Hatıralar-S.107)
*****
KİM, NE DEDİ ? Çocukken, fakirdim. İki kuruş elime geçince, bunun bir kuruşunu kitaba verirdim. Eğer böyle olmasaydı, bu yaptıklarımın hiç birisini yapamazdım. (Mustafa Kemal Atatürk)
Masum insanları öldürmenin, ayıbını örtecek kadar büyük bir bayrak yoktur. (Howard Zinn)
Keşke insanlar güzelliğe düşkün oldukları kadar, dürüstlüğe de düşkün olsa. (Konfüçyüs)
Bir gün geçmişe baktığınızda, en güzel yıllarınızın mücadele ile geçen yıllar olduğunu göreceksiniz. (Sigmund Freud)
Giderek güç kazanan tarikatlı-tarikatsız şeyhler, her konuda toplumu geriye götürmeye çalışıyorlar. (Hüsnü Mahalli)
Zafer elde edince böbürlenme, çünkü zamanla ne olacağını bilemezsin. (Platon)
Bir savaştan geriye üç ordu kalır;Sakarlar Ordusu-Yas Tutanlar Ordusu-Hırsızlar Ordusu.(Alman Atasözü)
Cezalandırılmayan her kabahat, yeni bir suçun kapısını açar. (Beydeba)
*******