Edebiyat ve Sanat Dünyasından Kısa Duyurular
Kerim Özbekler / Gazeteci-Yazar-Şair
ÇANAKKALE ŞİİRİ YAZMA YARIŞMASI VAR, İLK ÜÇE GİREN ŞAİRLERE 5.000-3.000-2.000 TL. PARA ÖDÜLÜ VERİLECEK. (SON KATILIM TARİHİ.28 ŞUBAT 2021)
-18 Yaşını doldurmuş olan herkes en fazla 2 şiir ile iştirak edebilir, şiirler 84 mısrayı geçmemelidir.
-Şiirler Times News Roman, 12 punto olarak gönderilecektir.
–canakkaleakif1936@hotmail.com adresine iletilecek olan şiirlerin, daha önce bir yarışmada ödül almamış olması istenmektedir. https://scontent.fadb3-2.fna.fbcdn.net/v/t1.0-9/131822890_757297855145309_2702403976206035607_n.jpg?_nc_cat=100&ccb=2&_nc_sid=730e14&_nc_ohc=pku4f2hooWsAX9MCQrq&_nc_ht=scontent.fadb3-2.fna&oh=9c6f21408e9c5d34bfcc99b4d3ff1ec8&oe=6006ECF0
NOT.Buradan katılma şartlarını okuyamazsanız, facebook’ta ki Mustafa Berçin Sayfası’nın başından bu konuda ki duyuruyu okuyabilirsiniz.
*******
Merhabalar;
Dergimizin 29. sayısının hazırlıklarını sürdürüyoruz. Yazar şair emekçilerini ürettiklerini okurla buluşturmak adına mutfağımıza davet ediyoruz. Dosyalarınızı soldanesintiler@gmail.com e-posta adresine gönderebilirsiniz.
SOLDAN ESİNTİLER
Kültür Sanat Edebiyat Dergisi Yayın Kurulu
******
Van Kültür ve Sanat Platformu ve Vansesi gazetesi ortak çalışması “Van Gölü İncileri” haftalık edebiyat sayfamızın 6. hafta paylaşımları
hayırlı olsun
. Emeği geçen, eşlik eden, katkı sunan dostlara teşekkür ederim.
eser gönderim adresi: vankultursanatplatformu@gmail.com
******
Nejdet Bayram
Anlık Haber
Mehter Çeşme Mahallesi, 1822 Sokak, No.12 Esenyurt-İstanbul
Tel.0-850-3465121 veya 0-541-4215921
E Posta.info@anlikhaber.com.tr
******
Yurdanur Albayrak
Yeni Gelen Yazı ve Şiir Dergisi
Topçular Mahallesi, Okur Sokak, No.5/2 Eyüp-İstanbul
Tel.0-537-2405554
E Posta.yenigelendergisi@gmail.com
*****
Musa Dinç
Suçsuz (Kara Mizah Öyküleri-160 Sayfa-Mayıs 2020 Baskısı)
Tunç Yayıncılık
Fevzipaşa Caddesi, Eskibostan Sokak, Karacık Apt. No.1, K.1, D.3-4 Fatih-İstanbul Tel.0-212-5251873 E Posta.tuncajans@hotmail.com
——
Musa Dinç
PK.119 Didim-Aydın
E Posta.musadinc2109@gmail.com
******
Musa Dinç
Akıl Terazisi (Denemeler-176 Sayfa-Ağustos 2020 Baskısı)
—–
Tunç Yayıncılık
Fevzipaşa Caddesi, Eskibostan Sokak, Karacık Apt. No.1, K.1, D.3-4 Fatih-İstanbul Tel.0-212-5251873 E Posta.tuncajans@hotmail.com
—-
Musa Dinç
PK.119 Didim-Aydın
******
Antalya’da yaşayan Emekli Öğretmen ve Şair arkadaşım Necati Ocakçı önce kendisinin, daha sonra ailece coronavirüs’e yakalandıklarını facebook’ta açıkladı.
Tokat’tan, Ankara’ya 5-6 yıl önce taşınan ve orada ”Dünya Yazarlar Derneği”ni kuran arkadaşım Emekli Öğretmen-Yazar-Şair Osman Baş’ın coronavirüs’ten vefat ettiğini ise biraz önce bir bayan şair arkadaşım Rana İslam Değirmenci’nin paylaştığı yazısından öğrendim. Allah rahmet eylesin, mekanları cennet olsun diyorum.
******
Sayın Kerim Özbekler, Değerli dost nasılsınız ? Uzun bir zaman oldu, sizinle iletişim kuramadık. İnsan yurt dışında olduğu zaman, dostlarıyla beraberliklerini sürekli paylaşamıyor. Nasıl olduklarını, neler yaptıklarını. Hayatta mı, yaşıyor mu ya da ne durumda bilmiyor. Sizi bu zaman içinde unuttuğumu sanmayın sakın, sayın Özbekler. Siz, benim için gerçekten değerli bir dostsunuz. Bırakalım kültür sanat adamı olmanızı, ama siz benim için gerçekten tüm insani değerleri yüreğinde toplamış ender insanlardansınız. Kültür sanat edebiyat alanında yaptıklarınıza gelince. Bana deseler ki, kime bir sanat ödülü verirsiniz diye. Hiç düşünmeden, Kerim Özbekler derdim. Sizin edebiyatımız adına yaptıklarınızı ben burada nasıl resimleyeyim, sayfalara sığmaz ki sayın Özbekler. Umarım, sağlığınız aileniz sevdikleriniz her şey güzeldir. Fırsatını bulduğumda, çalışmalarınızı takip ediyorum. Alkışlıyorum sizi, Kerim Bey. Allah size daha uzun yıllar yaşama mutluluğu versin, Türk edebiyatı sanatı sizin gibi insanların var olduğu sürece her zaman. Atatürk devrimlerinin yansımaları, çağdaş aydın özgür düşüncenin ışığı altında hayatta kalacaktır. Sizin, aydınlık özgür düşünce cumhuriyet akıl ve bilim adına ne kadar duyarlı biri olduğunuzu da bilmek beni ayrıca mutlu etmektedir. Bu vesileyle size, daima çalışmalarınızda sağlık huzur mutluluk diliyorum. Selam ve sevgilerimle. (21 Aralık 2020 Pazartesi-03.29) Prof.Dr.Levent Seçer (Yazar-Şair) Portekiz ***** |
KİM NE DEDİ ? Korkarım, bir gün teknoloji insan iletişiminin önüne geçecek ve aptal bir nesil ortaya çıkacak. (Albert Einstein)
—-
Kıbrıs Cumhuriyeti, Doğu Akdeniz’de kilit ortağımızdır. Güvenlik işbirliğimizi derinleştireceğimizi duyurmaktan, memnuniyet duyuyorum. Gelecek mali yılda, Kıbrıs Cumhuriyeti’ne uygulanan öldürücü olmayan savunma malzemeleri ve hizmetlerinin satışına getirilen kısıtlamaları kaldıracağız.”(Mike Pompeo-E.General ve ABD Dış İşleri Bakanı)
Ben ve başkan Macron, Türkiye’nin son dönem Ortadoğu-Libya-Akdeniz ve Karabağ’da ki davranışlarının çok düşmanca olduğunu düşünüyoruz ve ABD ile Avrupa’nın Türkiye’ye karşı işbirliği yapması gerektiğini inanıyoruz. (Mike Pompeo-E.General ve ABD Dış İşleri Bakanı)
Yoksulluk, işlemediğimiz bir suçun cezasını çekmektir. (Eli Kamarov)
Muhtaç bırakıp yardım etmek, planlanmış bir cinayettir. (Ernesto Che Guevara)
*******
YAHUDİLERLE TÜRKLERİN 16 FARKI…
Fahrettin Duru (Owner/Redgate)
1) Yahudiler 10 liraları varsa en fazla 5 liralık iş yaparlar. 5 lirayı yedekte tutarlar. Türkler ise 10 liraları varsa 100 liralık hatta-imkan bulurlarsa 1.000 liralık iş yapmaya kalkarlar. Yahudiler ticareti sermayenin gücüyle yapmaya çalışırlar. Yedek akçeleri hatta yedeğin yedeği akçeleri vardır. Türklerde ise varsa yoksa tüm para ticarethane, şirket veya fabrikadadır. Yedek akçe sermayenin onda biri kadar bile yoktur. Yedeğin yedeği ise hak getire…
2) Yahudiler babalarının, dedelerinin veya büyük dedelerinin yaptığı işi yapmaya özen gösterirler. Yani yaptıkları işte ailelerinin bilgi birikimi vardır. Kuşaktan kuşağa aktarılır. Bir Yahudi eczacıysa muhtemelen babası da dedesi de eczacıdır. Çocukları ve torunları da eczacı olur. Biz de baba evladı, evlat babayı beğenmez. Evlatlar özellikle babalarının yaptığı işi yapmamaya özen gösterir. Babasının yaptığı işi yapmayı “ayıp” kabul eder.
Türkler ataerkil görünümlü anaerkil bir toplumdur. Çocuklar amcadan daha çok dayıya yakındır. Çocukluğundan itibaren annenin de etkisiyle tüm kurgusu babayı beğenmemek üzerinedir.
Bunların doğal sonucu olarak Türk ailelerinde ticaret bilgi birikimi oluşmaz. Oluşsa bile kuşaklardan kuşaklara aktarılmaz. Servet, kazananla toprak olup gider. Çoğu kişi servetini ömrünün sonuna kadar koruyamaz.
3) Yahudiler 10 liraları varsa 1 liralık hayat yaşarlar. Gösterişten genel olarak kaçınırlar. Dikkatleri üzerlerine çekmemek için uğraşırlar. Mütevazilik öncelikli tercihleridir.
Türkler ise parayı ve serveti gösteriş için kazanır. Harcar. 10 lirası varsa “100 lirası var” havası oluşturmayı sever. Gösterişte kullanılmayacak serveti “lüzumsuz” olarak görürler.
Arapların ticaret yetenekleri Yahudilerden aşağı kalmaz. Bir Arap atasözü der ki: Bir baba kudretinden aşağı derecede, çocukları kudreti nisbetinde, kadını da kudretinin fevkinde giyinmelidir.
4) Yahudiler aile içi eğitime çok önem verirler. Milattan Sonra 70 yılında Romalılar İsrail’i yerle bir ettikten sonra Yahudileri dünyanın dört bir tarafına dağıtmışlar. Yahudiler ayakta kalabilmek için her aileyi okul haline getirmişler. Çocuklarına 3-4 yaşında İbranice’yi 7 yaşında Yidişçe’yi öğretmişler. Bir de yaşadıkları ülkenin dilini öğrenmişler. Evrensel dillerden en az birini de bilirler. Yani bir Yahudi en az 3-4 dil bilir.
Türkler eğitime önem vermezler. Anadillerine bile hakim değillerdir. Dünyanın her yerinde el-kol ile anlaşırlar:(Evrensel dillerden sadece el-kol ile anlaşmayı bilirler. Ana dilden sonra nüfusun tamamı bu dili bilir:)
5) Yahudiler ticaretten kazandıkları parayı genelde nakitte ve nakite kolay dönüşecek varlıklarda tutarlar. Türkler ise parayı nakite en zor dönüşecek varlık grubu olan taşa toprağa yatırırlar.
6) Yahudiler çocukları öğrenciyken hafta sonları ve yaz tatillerinde çocuklarını çalıştırırlar. Burada ince bir detay vardır. Kendi iş yerlerinde değil. Başka Yahudi ailelerin iş yerlerinde… Niye? Başka ailelerdeki ticaret kültürünü görsün. Kendi ailesindeki ticaret kültürü ile karşılaştırsın. Eksiklikleri ve yanlışlıkları tamamlasın diye…
Türklerde ise çocuklar babalarının iş yerlerinde “prens” ya da “prenses” ünvanıyla iş hayatına atılır. Sonrası malumunuz:)
7) Yahudilerin önceliği komisyonculuktur. Yani sermaye koymadan para kazanmaktır. Bir Yahudi oğluna ticareti öğretiyormuş. Tavsiyesi şu olmuş: Oğlum çok para kazanmak istiyorsan bir şeyler yap-sat. Üret-sat. Daha çok kazanmak istiyorsan al-sat. Daha daha çok kazanmak istiyorsan almadan sat. Önce sat. Sonra al.
Türklerde ise komisyonculuk muteber bir iş değildir. Yapılacak işe sermaye bağlanır. Sermaye bağlanmadan iş yapmayı Türklerin hafsalası almaz.
Yahudilerde iş yaptıkları insanları kalkındırmak esastır. İş yaptıkları insanlar ne kadar kalkınırsa kendilerinin de kazançları o oranda artacağına inanırlar.
Türkler ise iş yaptıkları insanları düşman olarak görür. İş yaptıkları insanların kendileri için yaptığı işte zarar etmesinden keyif alır.
9) Yahudiler yılın belli bölümlerden dünyayı dolaşır. Yenilikleri görür. İnceler. Özellikle gelişmiş ülkelerdeki yeni ürünleri gelişmemiş ülkelere götürerek para kazanır. İnovasyona açıktır.
Türkler ise işlerinden başlarını kaşıyacak vakitleri yoktur. Değişime kapalıdır. Bir yol tuttururlar. Tutturdukları yolun sonsuza kadar gideceğine inanırlar.
10) Dünyada seks endüstrisinde para harcayan 4 millet vardır. Bunlar sırasıyla; Araplar, Yahudiler, İtalyanlar ve Türklerdir.
Yahudiler her ne kadar çapkınlık ve kaçamak yapsalar da aile birliğini ayakta tutmaya çalışırlar. Yattıkları fahişelerle evlenmeyi düşünmezler.
Türkler ise parayı bulduktan sonra yaptıkları ilk iş ya boşanmak ya ikinci evlilik ya da metres ilişkisidir.
Ailenin önemini genelde serveti kaybettikten sonra anlarlar.
11) Yahudilerde aile birliği ve dirliği esastır. Aile huzuru önemlidir. Aile içi çatışmalardan kaçınılır. Sorunlar yaşanmaz mı? Mutlaka yaşanır. Ama çözülmesi için aile üyeleri elinden geleni yapar.
Türklerde ise servet oluşmaya başladıktan sonra aile içi gerginlikler artar. Kim kime dum duma psikolojisine girilir. Aile içi savaşlar servetin bitmesine neden olur.
12) Yahudiler tüm anlaşmaları yazılı olarak yaparlar. Sözleşmeye önem verirler. Sözleşme işin parçasıdır.
Türklerde ise her şey güvene dayalıdır. Sözleşme istemek karşısındakine hakaret olarak kabul edilir.
Durumun özeti 80 yaşın üstündeki bir avukata atfedilen şu sözü hatırlayın: Yaklaşık 60 yıla yakın meslek hayatımda baktığım davaların yüzde 90’ından fazlası güvene ve güvene dayalı ilişkilerden kaynaklanıyordu.
13) Yahudiler bir işi araştırırken olumlu ve olumsuz tüm yönlerini didik didik incelerler. Öncelikle olumsuz yönlerine dikkat kesilirler. Matematiksel düşünceden hiç ayrılmazlar. Kesin kazancı görmeden kolları sıvamazlar.
Türkler ise bir işe inanmaları yeterlidir. İnandıktan sonra işin hep olumlu taraflarını düşünürler. Olumsuz taraflarını söyeleyenleri sevmezler.
14) Yahudilerde tasarruf kültürü vardır. Günlük, aylık veya yıllık kazancın belirli bir kısmını “yedek akçe” olarak ayırırlar.
Türkler geçmişte tasarrufa önem verirdi. Tencere pişirip kapağında yedi. 1980 sonrasında tasarruf kültürünü bir yana bıraktı. Şimdilerde borçla yaşıyorlar.
15) Yahudiler girecekleri işlerde başkalarının deneyimlerine önem verirler. Başkalarının deneyimlerini önemserler. Kendilerine ders çıkartırlar.
Türkler ise deneme yanılma yöntemiyle öğrenirler. Bir şeyi anlamaları için illa ki damdan düşmeleri gerekir. Damdan düşmeden öğrenmeyi bilmezler.
16) Yahudilerde dayanışma kültürü vardır. İş yaparken birbirleriyle dayanışma içindedirler. Birbirlerine el verirler. Ticarette birlik ve beraberlik içinde hareket ederler.
Türklerde ise dayanışma yerine savaş vardır. Birbirlerinin kuyusunu kazmaya meraklıdırlar. Hasetle hareket ederler. Başarana çamur atarlar. Başaranın tepesi üstü çakılması için elinden geleni yaparlar.
*********
———
Çare-siz, Erhan Tığlı,
Uyuşturuculuktan hüküm giydi sevgi
Dostluk tutuklandı yardım ve yataklıktan
Bire alıp bine satmanın adına ticaret
Halkı aldatmaya siyaset denildi
Dürüstlük yalana kurban edildi
Haramilerin inindedir mutluluğun anahtarı
Parolasız açılmaz kapı
Parola da açıl susam açıl, değil
Para para para
Aklında iyi tut bu parolayı
Yoksa bulamazsın çare
Talan edilen güzelliklere
FİLLER DE UNUTMAZ (1) Emine Pişiren
Bugün 87 yaşını aşmış Zambiya doğumlu Wilbur Smith’ten biraz bahsetmek istiyorum.
Gençlik yıllarımın favori yazarıydı. Hemen hemen onun her eserini okumuştum. Eserleri, maceraperest ruhumuza eşlik ederdi.
Afrika doğumlu yazar Wilbur Smith’in hemen hemen her eserinde farklı, gizemli, mitsel, tinsel yolculuğa çıkardım.
Filleri aslanları, yerlileri konu alan eserler yazardı.
Dün romanından bir kareyi anımsamıştım. Yeni kaleme aldığım ” Fil Kahvesi” adlı yazımda aklıma gelmişti.
Fillerin kin tuttuğunu da ilk kez o romanda öğrenmiştim.
Roman kahramanı Afrika’da tek dişli fili avlamak isteyen avcıya engel olur. Kurtarıcısını yıllar geçse de unutmayan fil, bir aslanın saldırısında kahramanı kurtarır.
Çok ilginçtir ki, aynı fil diğer avcıyı takip eder ve öldürür. Bu kez katil ilan edilen filin başına ödül konur.
Roman kahramanı o katil filin, ölmesini istemez. Filin avcıyı niçin öldürdüğünü öğrenmek ister. Durumu eni konu sorgular.
Sonuçta filin ölen avcıyla ilişkisi acı bir deneyim olduğunu öğrenir.
O avcı, yıllar önce fili uyuşturcu okla yaralamış ve diğer dişini kırmıştır.
Fil, yıllar geçmiş olsa da kendisine bu acı deneyimi yaşatmış avcıyı asla unutmamıştır.
Ve intikamını almıştır.
Roman kahramanı hikayeyi anlatmadan önce söylediği aforizmayı bugün dahi anımsıyorum:
” Filler, kadınlar ve çocuklar, kendilerine yapılan bir kötülüğü asla unutmazlar!”
Fil dışkısından üretilen kahveyi merak ederken bende filleri, okuyucularım için biraz araştırdım.
Onların ruhsal dünyalarında safari yaparken acı öykülerine tanık oldum. Her biri dram yüklüydü.
Ama önce filler nasıl hayvanlardır, biraz değinmek istiyorum.
Ee, hep insanlardan bahsedecek değiliz ya…Biraz da doğaya kalem çalalım. Ne dersiniz?
Kadın ve erkeği ayırt edebilen filler, dünyada zıplayamayan tek memeli hayvanlardır.
Dişi fil, 22 aylık süreç ile hayvanlar alemindeki en uzun gebeliği yaşayan canlıdır.
Filler, farelerden ve arılardan korkarlarmış. Derileri kalın olmasına rağmen bu korkularının asıl nedeni, göz, kulak ve hortum içlerine girebilen bu küçük hayvanlara bir şey yapamamaları, fillerin enfeksiyon kapmalarına, hatta ölümcül yara almalarına neden olabiliyormuş.
İnsan beyninin yaklaşık olarak 5 katı büyüklüğünde olan filler günde sadece 2 ya da 3 saat uyurlarmış.
Yetişkin bir fil, günde ortalama 300 kg. yemeğe ve 160 litre suya ihtiyaç duyan fil suyun kokusunu 19 kilometreden alabildiğini düşünebiliyor musunuz?
Biz insanlar da keşke kötü ve iyi insanı da ayırt edebilsek.
Fillerin o koca cüsselerini taşıyan ayakları yumuşacıkmış. Yürüyüşleri ahenkli olan bu canlıların parmak kemiklerinin altında minder görevi yapan esnek bir yağ tabakasının oluşu sanki bir mucizedir. Amortisyon görevini yapan bu esnek yağ tabakası koca cüssesinı dengede tutmaktadır.
Hatta, eğitilen filler, o ayaklarla insanlara çok güzel şifa veren masajlar yaparlarmış. Ayrıca onların resim yetileri de insanları şaşırtmaktadır.
Hindistanlı eğitmenler bunu fırsat bilip açıkhava müzesi açarak turistlerin oldukça ilgisini çekmeyi başarmışlar.
Ayrıca filler, bilim adamlarının deyimiyle “infra sesler aracılığıyla,” uzun mesafeli bir çağrıyı uygun hava koşullarında 10 km ‘ lik mesafelere bile duyurabilmektedir. Bu şu demek oluyor: Bir başka fili, tanıdığı canlıyı duyabiliyorlar.
Filler daha bebeklik döneminde köleliğe alıştırılması beni hep üzmüştür. Hele bu çok duygusal sevgi yüklü bu hayvanların daha bebekken çaresizlik eğitimi almaları, resmen işkencedir.
Yavru fil, küçük ve güçsüzken ağır bir zincirle hareketsiz bir demir kazığa bağlanır. Ne kadar çok zorlarsa zorlasın zinciri kıramayıp kazığı yerinden oynatamadığını keşfeder. Sonradan fil ne kadar büyük ve güçlü hale gelirse gelsin yerde yanı başında duran kazığı gördüğü sürece hareket edemeyeceğine inanmaya devam eder.
Ve eğitilmiş çaresizliğine boyun eğer.
İsterse o iri cüssesi ile küçük zincirleri, uzun hortumuyla söküp özgür kalabilir, değil mi?
Lakin eğitilmiş, şartlanmış çaresizliği onun özgürlük cesaretini kırar.
Hindistan’ın fil hastanesinin açılmış olduğunu öğrendiğimde çok sevindim.
3 binden fazla filin hayatını kurtarmayı hedefleyen proje olağan üstüymüş.
Çoğu kötü şartlarda yaşayan ve esir tutulan fillerin bakımını üstlenen hastane umut vericidir.
Ama Tayland için değil. Dünyada ve ülkemizi tehdit etmekte olan Kovit-19 hastalığı Taylandlı 2 bin filin öleceğini bilmek açıkçası üzüldüm.
Binlerce filin açlığa ölüme terkedilişi cidden bir felaket..!
Günde 300 kg bitki yiyen filleri besleyecek bakıcı bulamamaları da fillerin hayatına mal olacak.
Keşke doğal hayattan kopartılmasalardı, diye de üzüldüm açıkçası.
…
Tarih boyunca, en az 5 bin yıldır, filler iş ve seyahatlerin yanı sıra savaşlarda da kullanıldı. Ancak bugün Hindistan’da filler çoğunlukla sosyal şenliklerde, dini bayramlarda, geçit törenlerinde ve tapınaklarda dilenci olarak kullanılıyor.
Dünya Hayvanları Koruma verilerine göre, Hindistan’da halen tutsak olan, turizm ve eğlence endüstrisi için kullanılan 3 binden fazla fil bulunuyor ve bunların birçoğunun bakım ve ilgiye ihtiyacı olduğu biliniyor.
…
Yazımı çok uzattım biliyorum. Lâkin şuna eminim ki Ziggy adlı filin, bundan sonraki yazımda dramatik hikayesine, dikkatinizi çekmek istiyorum…
Emine Pişiren / Kocaeli
Kaynak: Bbc.com/ Doğal hayat
Ibrahim Uysal
4s ·
TÜRKÜLER BU TOPRAKLARIN ÖYKÜSÜ
Dünyanın bazı ülkelerine gidersiniz, orada bizim yok ettiğimiz boğaziçindeki saraylar, yalılardan daha görkemli yapılar görürsünüz. Ve hala dimdik ayakta, bakımlı ve o günkü haliyle.
–Üstelik, aleni sömürgecilik döneminin Afrika, Asya yetmedi Amerika kıtalarını ve halklarını sömürerek yaptıkları saraylar, şatolar; olanlara öykünüp, bu günlerin görgüsüzlüğü ile çöreklenmeden.
–Ama bu topraklarda agoralar, antik tiyatrolar, ören yerleri, su kanalları, lahitler görürsünüz, adı belli belirsiz, ama Anadolu kokan, Anadolu gibi yıkık dökük, kırık ama inatla ayakta.
–Bu toprakların acıları da, sevdaları da hep rüzgara savurmuştur; iki kelam söz, bir dizi türkü ile.
–Bugece, yılın en uzun gecesi gibi uzun uzadıya.
–Gel de Muzaffer Sarısözen’in Niyazi Biçer’den derlediği o Çorum türküsü, “Şu Uzun Gecenin Gecesi Olsam/ Sılada bir evin bacası olsam (anam anam anam)/ Dediler ki nazlı yarin pek hasta
Başında okuyan hocası olsam (anam anam anam)” diye diye Ahmet Yamacı’yı;
–istersen, yine bu topraklara hasret kokan bir 12 Eylül mağduru;
–Ben suyumu kazandım da içtim/ Ekmeğimi böldüm de yedim
Alkışı duydum, ihaneti gördüm/ Sesim de oldu, sessizliğimde
Seviştiğimde oldu benim
Sende başını alıp gitme ne olur. ne olur tut ellerimi
Hayatta hiçbir şeyim az olmadı senin kadar
Hiçbir şeyi istemedim seni istediğim kadar
Sende başını alıp gitme ne olur. ne olur tut ellerimi” diyen Cem Karaca’yı anmadan geç, geçebilirsen.
–Hep bir özlem, hep bir hasret kokar her yerinde. Ama içinde insan olan, insan koka koka.
–Evet haklısın Oktay Akbal, “Önce Ekmekler bozuldu”.
–Belki bazılarınız hiç duymadı, bazılarınız unuttu, bazılarınız da, “opp beyim, Oktay Akbal unutulur mu” diyeceksiniz.
–İkinci dünya savaşı yılları. Dünya savaş ile, Türkiye’de savaştan İsmet İnönü’nün diplomasi başarısı ile savaş dışı kalmıştı ama, bu kez de yokluk ve yoksulluktan kıvranıyordu.
–Avrupa’da çocukların, hamile kadınların, yaşlıların bombalarla öldürüldüğü, açlık ve yoksulluğun diz boyu olduğu, kapitalizmin kuduz köpek gibi her şeye saldırdığı İstanbul’un savaş günlerini Oktay Akbal:”Önce ekmekler bozuldu, sonra her şey… Çünkü yeryüzünde savaş vardı. İnsanlar sebebini bilmeden, düşünmeden ölüyor, öldürüyorlardı. Savaş kelimesi dünyanın her yerinde en çok kullanılan söz olmuştu. Radyolarda marşlar, nutuklar şaşkın insan sürülerinin üzerine savruluyor, gazeteler korkuyla okunuyordu…” diyerek anlatsa da;
–Aradan üç çeyrek yüzyıl geçmiş olsa da, bu kez Koronavirüs acıları ile tüm dünya dibi, ülkemizde acılar, ölümler ve içten içe yaşanan yokluklar ile kıvranıyor.
–Gazeteler bakıyorum, televizyonları izliyorum kendimi bir başka dünyanın insanıymış gibi hissediyorum.
–Sanmayın ki Anadolu hep türkü söyler, çalar, çığırır; bazen de taşı gediğine koyar, anlayana tabi.
–“Mal da yalan, mülk de yalan, haydi şimdi biraz da sen oyalan” cinsinden, ceplerine, banka hesaplarına akçeler doldurulmuş ve sonradan oldurulmuşlarca ülkemin hali konuşuluyor.
–Hadi ben birşey demiyeyim ama, Rizeli yerel sanatçı Erkan Ocaklı’nın o türkü böyle miydi: “Mısırı kuruttun mu/ Ambarda duruttun mu/ Nenen çarık giyerdi/ Bunları unuttun mu?”
–Artık etrafa bakınca, kimin dedesinin, babasının, anasının ne giydiğini şaşırdım gitti.
–Özellikle halkın yoksullaştığı dönemlerde, iktidar zenginleşmesi yaşayanlar için, gün görmüş bu dünyadan göçmüş bir tanıdığım şöyle derdi: “Bunların Anaların babaları tezek fabrikatörü!..”
–O yüzden bazı şeyleri anlayıp da anlamamazlıktan gelmek gerek. Yoksa, kendini yemekten başka bir işe yaramıyor. En iyisi;
–Sözlerini Aysel Gürel’in, toplumun geldiği son durum ile dalga geçmek için yazdığı, müzisyen Garo Mafyan’ın de bestelediği Yonca Evcimik’in de söylediği o şarkı varken, neden lafı uzatıyorum ki. Bakayım falınıza, ne çıkarsa halınıza:
–“Oturup da konuşamadık seninle/ Düşünüp de taşınamadık doğru dürüst/ Amacımızın ucuna da varmışken/
Başka aşklar senin neyine
Bakışıp da görüşemedik seninle/ Uzanıp da erişemedik doğru dürüst/ Amacımızın ucuna da varmışken/ Başka kızlar senin neyine
Ben seni herkeslerden/ Daha daha iyi tanırım
Hem ben sana herkeslerden/ Daha daha iyi bakarım
Bandıra bandıra bandıra bandıra ye
Bandıra bandıra ye beni/ Hiç doyamazsın tadıma
Bütün numaralar bende/ Sen de var benim farkıma
Kalma sakın başka yerde!..”
–Bana müsade, derken Aylin Livaneli’nin de hatırı kalmasın:
“Düşünürken filozof/ Övünürken içi kof/ Lafta cambaz kesilir/ Gazel atar of aman of/ Biz eskiden eskiden su içerdik testiden
Adem Baba’ya kadar asiliz sülaleden
Bana müsaade sana rast gelsin!.. “