Düş ve Gerçek / Gülüm Çamlısoy
![Düş ve Gerçek / Gülüm Çamlısoy](https://www.yaziatolyesi.com/wp-content/uploads/2025/02/FB_IMG_1738754144159-287x350.jpg)
Sözcüklerden yoksun belki de sözcüklerin yoksun kıldığı bir mizansen…
Arka ayaklarımla sırtımı kaşıyorum belki de tam tersi.
Dışkısında boğulan yaban domuzlarına da veryansın ediyorum ve saçmalıklar ülkesinde boş boğazlı bir hokkabazım ben en çok da kendisinin gülmeye ihtiyacı olduğu varsayımı ile kendim yapıyorum esprileri ve kendim gülüyorum.
Açığa alınmış gibi belki de ya da açık lisede okuyan bir kapalı kutu iken elbette nüfus cüzdanım çalınmış bu yüzden boşa düşmüş bir vatandaş olmanın verdiği mahcubiyetle yok sayılıyorum.
Aynaya baktığımda ne gördüğümü sakın sormayın bana.
Ya da bir aynanın bana baktığında neyi aksettirmek istediğini de sormayın yoksa kâbus olur çıkmam hayatınızdan.
Aidiyet duygum çoktan sonlandı ve yerle gök arasında Araf’ta kalmanın bir meziyet olduğunu da düşünmeyin ve eziyet ettiğim insanlığın sonunda beni cezalandırdığı asla bir yeis değil.
Kendimi çimdiklesem bile değişmiyor bir şeyler sadece yakınımda kim varsa can havliyle çığlık atıyor.
Korkunç bir duygu bu çünkü vücudum başkasına ait aslında ben istediğim gibi girip çıkıyorum vücutlara ve tensiye ettiğim herhangi birisi de yok.
Kim ise musallat olduğum belki de iklimin tininde bir kaygıyım ben elbette yokuş aşağı yuvarlanan frenleri boşalmış bir araba ve bu yüzden her gün ölü sayısı artıyor.
Şehre kulunç girdi ve şairin de zihninde otağı kurdu şeytan az sonra kopacak kıyametin de ayak sesidir duvarlarınızdan ruhlarınıza nüfuz eden ve ölü gömücü imgeler sayesinde ölümsüz olmayı dileyip bir de şerh düşüyorum hayata ve hayatını çaldığım insanlardan başımı alamıyorum.
Gök kubbede asılıydım az evvel ve Tanrı yere inmemi buyurdu.
Başım gözüm üstüne hele ki bir de lanetli iseniz.
Neye denk düştüğümü de unuttum önceki evrelerde ve sadece notalara basınca Tanrı son bir kez yaşamanın hayali ile çörekleniyorum insanların haris ruhlarına.
Uğultu halinde eşlik ediyor kainat ve kulakları tırmalanan sadece benim bir de yüreğimi tırmalayan o acılar yok mu…
Az evvel bir çocuğa musallat oldum ama her nasılsa çıkıverdim de dışarı bir anda ve an itibari ile nerede olduğumu bilmiyorum.
Habis bir düş olabilirim de ansızın ya da koyu gözlerime denk düşer bir genç kızın masum bakışları ve derken içine akarım koyu bir dilde ve tende ve anlamaz da ona hükmettiğimi.
Boykot edenler var hayatı.
Hayatı rezil edenler.
Bir de hayatı olmayanlar var: kâh hayatı çalınmış kâh başka hayatlara göz dikmiş.
Bir öngörü isem adımla anmasın beni hiç kimse.
Son söz isem demek ki daha yaşanacak bir şey de kalmadı.
Ara nameyim belki de veya bir nakarat aslında sesi olmayan bir şarkıcının iç sesiyim ve biteviye susması tembihlenen.
Bir gök taşını mesken tuttum ve uzay boşluğunda yürümenin keyfini sürüyorum ve sür git lanetin izinde hala yedi eminde unutulmuş bir yemin gibi hayatlara dokunuyorum ama dokunduğumu fark etmiyor kimseler demek oluyor ki kimsesizlikten besleniyorum ve besili olan her hücremle aslında yokluğun sefasını sürüyorum.
Sürüden ayrı düşenler yok mu?
Belki de en şanslı olanlar ne de olsa uyumsuzluk hep dikkat çeker ve uyum göstermek adına birbirinden rol çalanlarla da muhatap olmazlar.
İnfilak edecek bir maruzatım var ve en kestirme yoldan gidip de dönmemecesine firar etmeliyim elbette kendimden ve yol yakınken özüme dönmeliyim.
Bir nida iken savrulduğum.
Bir lal nota iken sekizinci notanın da bir izafiyet teorisi olması sebebiyle…
Bir sözcüğün temennisi idi umut belki de unutulmaya dair her köşede terk edilmişliğin de lahzasında geviş getiriyor hoyrat gölgeler.
Aşkın sandukasında latif bir imge iken bir de tevekkül yüklenmiş ömrün her artı parantezinde fink atan bir suretten çıkıp da yola surelerle avunduğumuz; aşkla savrulduğumuz ve minnet etmeden bir Allah’ın kuluna izafi bir rotada kaykılmışlığımıza dair hikâyeler.
Ve bir düş vakti düştüm yola.
Bir düşten diğerine seğirttim ve aklımın kancasına astım umutlarımı ve kararmayan ruhuma da latife ettim az sonra göğe değecekti başım arşı alaya çıkan aşkların kök hücresinde serpilen geri dönülmez bir yemin gibi.
Gün kaygılıydı.
Ölümse aceleci.
İklim somurtkandı ve aşk çok ama çok hırçın.
Gönül tezgâhında oynaşan özleme hüzün serpti Tanrı ve daha çok sevmemizi emretti.
Başım gözüm üstüne, demenin meali ile hızlandırdım adımlarımı ve adımı unutanlara birer gül sundum ve yenilmeye dair güncemi avuttum da önsezilerin ikram ettiği bir düşün arka penceresinde somurtan bahtımı yok sayıp tahtıma yerleştim.
Muhatap aldığım kimse.
Kimsesizliğimle duvarlar ördüğüm lanetin nabzını alamazken biliyordum artık rahmetle buluşan ruhumun yeni bir lahzada dirilen sözcüklere el vereceğini.
Günü uyuttuğum kadar.
Gönlümü de avuttuğum.
Sözcüklerin kabristanında, ben, sözcük avına çıkmışken.
Ve bahşedilen nefesi tüketmekte de üstüme yokken.
Rüzgârdı mevsimin çatık kaşlarına huzur veren ve ekseni olmayan bir minvaldi iç sesimle oynaşan rüzgâra aldırış etmeden yoluma devam ettiğim.
Bandığım kadar sevgiyi mevsime.
Karanlığın da hicvine tanık bir gökkuşağı arzularken Tanrıdan.
Ve mevsim nasıl da iliklerine kadar üşüyordu ve üşenmedim de ilikledim düğmelerini sonra başını usulca okşayıp af diledim Rabbimden.
Bir ihanetti bellenen.
Bir sunumdu reddedilen.
Bir kuyuydu aslında her birimizin içine düşüp de çırpındığı.
Bir inhisar belki de ve kaykılmış şarkılar üstelik ithafı içten içe kendine.
Gönyesi kırık arzuların.
Künyesinde de silinmiş isimlerin bekçisi iken mezarlıkta fink atan bir gölgenin de nazarında ölü olmayı kabullenmediğim.
Ne dilemiştim ve ne bulmuştum.
Neydik de me mi olmuştuk?
Redifler aşınırken ve yürek kaşınırken ve sözcüklerin sınır ihlali ile mezar taşları birbirinden kopya çekerken.
Hadım edilmiş mevsim ve kibirli iblis elbet aşkın asası iken o demir kapıda saklı zehirli bir d/okunuş.
Hayatın minvalinde seken kurşun gibi belki de ayakları seken kuşun kanatlarına dokunan İlahi Ateş gibi.
Cübbesi yorgundu ölüm meleğinin ve aşkın da afrası tafrası nasıl ihanet etmişti insanoğluna oysaki insandı insana ve aşka ihanet eden nihayetinde kendi mezarını kendi elleriyle kazan bir merhale belki de merhametini yarı yolda kaybeden habis bir ur.
Şafağı atan geceye gönderme yaptı karanlık ve karanlığın iri cüssesinden kaçıverdi farkındalık.
Rüzgâr inler ve inletirken bir de rüzgâr çanı sesine yabancı en çok korkan elbet insanın dokunduğu her yer yara olmayı hak ediyordu en çok da yaralar yamalanıyordu ve yarı yolda kalıyor insanlık ve sevgi.
Kayıp ruhlar mezarlığında bir kördüğüm adeta ve bağcıklarının ihaneti ile ayağından çıkan ayakkabı en azından sesi duyulmuyordu kaçkın ruhların ve mademki yıl uğursuzundu…
Geviş getiren akbaba ile sırdaşı yarasa ve gecenin kömürlük penceresinde uluyan bir köpek en çok da insanlığın yasını tutan takviye edilmiş ruhlar gibi sırça köşkünde sesi soluğu çıkmayan umut gibi.
Albenisi yoktu artık yaşamın ve göreceli sunumları ile kaderin her yolcu sadece aşınmış ayakkabılarına ve nasır dolu ayaklarına odaklanmıştı ne de olsa cennetten kovulan düşler, kötü yola düşmenin verdiği bıçkınlık ve bana necilik ile gerdanını kırıyordu ve kıvıran dansözler idi iblisin masasında nefsine sunum yaptığı.
Dağıtılan adalet.
Sonlanan insanlık.
Sözcüklerin insan suretine büründüğü.
İmgelerin de tahakkümü ile ruhların hasret düştüğü masumiyet ve sevgi.
Yaralı bedellerdi ödenen ve yamalı sevgiler nihayetinde delik deşik edilen.
Gönlün hutbesinde asılı kalan bir kanat belki de ufacık bir kuşun annesinden emaneti güzel ruhu ve anne sevgisiyle ihya olan canlılar nihayetinde ölümün teşrifiyle sevgiye hasret ve gidenlerin ardından gözyaşının da eksik olmadığı.
Rotası kaybolan muhabbet kuşu.
Dışkısını yiyen yaban domuzu.
Ve lanet bürünen gözlerinde kor sözcüklerin aslında tüm sözcüklerin insanlar tarafından mağdur ve rencide edildiği.
Bükülmeyen bilek ve nihayetinde elini öpüp de sona geldiğinin müjdecisi iken dipsiz karanlık elbette kuyunun husumeti ile derin bir sessizliğe bürünen kâinat.
Her sözcük kendi imlasından ve de noktalama işaretlerin asılıyordu tıpkı koyunların meleştiği ve her birinin kendi bacağından asılması iken şiar edinilen.
Düşler yeminlerin bitiminde gerçek olmaya adaydı ve hikâyelerdi hayatın ta kendisi ta ki bir ölünün kendi ayaklarıyla yaşamaya karar vermesi üzerine evrenin artık karmaşanın da merkezi ve ta kendisi olduğu.
Üstü örtülü cümleler ve ihanete uğrayan yazılar ne de olsa ölümden ibaret hayatın geride kalan bölümüydü ölmeye aday yazılar ve yazarları elbette son cümleyi kendi kafasına kazıyan bir lanet gibi de aşkın ve umudun mensubu kala kala üç beş kişi ve cümle.
Miadı dolan şiirler de bu yolun yolcusuydu ve şair son bir şiir yazıp da tutuyordu mezarının yolunu.
İhanete kucak açan.
İmlası ölü imlerle tehdit altında ve sonlanmak bilmeyen bir ilham ki yazarı da şairi de yaşayan bir ölü olmaya zorlayan ta ki dünya kıyametin eşiğine gelip de son arzusunu saklı tutan düşlerden ve düş perilerinden ibaret bir zincirde elbette halkaya eklenecek en son şiirin ölüyü bile güldürdüğü gerçeği ile sadece yazarken yaşayan bir ruha kucak açan ölümle sözleşen bir ilham perisi.
Kayan yıldız.
Gözden düşen üç beş dize.
Ölümsüzlüğün ruhuna okunan bir dua iken yazılacak o en son şiir.
Çetelesi dolan mevsimden kayan bir eksen belki de ya da aşkın himayesinde yaşayanlara latife yapan bir coşku ve kalkanı sevgi ve yeniden yeşermesi adına hayatın üstelik sona gelmişken yeniden başlamanın tahayyülü ile iliklerine kadar ürperen bir vecize.
Ramak kalmıştı ki sona.
Gün de son öğüdünü vermişken erişmeden geceye…
Ve dirilen ümitler ve sonsuza kadar da yazma hakkı tanınan şair ve yazarlar elbette her sözcüğe üflenen ruhla tüm taşları da yerinden oynatan…
Bilinmezin gücüne vakıf bir sırla güneş yeniden doğdu üstelik geceyi de lav etmişti Tanrı ve kehanetler sonlandı hele ki gerçeğin iris’inde parlayan ışık gibi gece de kâhin de ebediyete kadar uğurlanmıştı ve mezarlık bir çiçek bahçesine döndü ve her sözcük ve de sahibi artık birer çiçekten ibaretti üstelik asla solmayacak ve de sonlanmayacak iken muradı.
Rüzgâr çanı yeniden çalmaya başladı ve artık sesine yabancı değildi tıpkı tüm evrenin umuda ve sevgiye sonsuzluğa kadar da yabancı olmayacağı gibi ve aşikâr düşler peyda oldu elbette gerçeğe uzanan her yolda yolcular da yolu sükûnetle ve devasa bir aşkla ve rahmetle adımlarken…